İktidar Psikolojisi ya da İktidar ve Psikoloji

İktidar Psikolojisi ya da İktidar ve Psikoloji

Burada psikolojik bir köprü vardır iktidar ile toplum arasında. Kitlelerin psikolojisini elinde tutmak zorundadır iktidar. İktidar psikolojisi, kitle psikolojisine hakim olur, onu yönlendirir.

“Pahalıdır bedeli, iktidara gelmenin: iktidar aptallaştırır…”[1] der Nietzsche.

İktidar hem iktidar sahibini hem de etkilediği kitleyi körleştirir, gerçeklikten uzaklaştırır, aptallaştırır, psikolojisini bozar. Kendi düşündüğü sanal dünyada yaşar iktidar sahibi. Bir yanılsamalar dünyasıdır bu ve gerçek dünyadan kopuktur. Her şeyi yapabileceğinin yanılmasıdır aynı zamanda bu.

“Buna karşın özgür olmak itaatsizliktir, itaatsiz olan hoşnutsuzluk yaratır ve güçlülerin himayesini, dolayısıyla iktidarlarından pay alma şansını riske atar”. [2]

Siyasal iktidar birey üzerinde otorite kurmak için onun doğal psikolojisini de bozmak zorundadır. İtaat eden birey artık kendisi değildir, o olması istenilen kişidir otoriteye uyum sağlamış, biat etmiş ve kendi kişiliğinden ödün vermiştir. Siyasal iktidar ve kitleler arasında bu anlamda sürekli bir psikolojik savaş vardır. İktidar psikoloji tekniklerini kitleler üzerinde kullanır. Yeri geldiğinde duygusal kendini acındıran ama kitleyi birleştirici söylemleri kullanır, yeri geldiğinde çok güçlüymüş gibi kitleyi böler, esip gürler. Çoğunlukla da içeride esip gürler, dışarıda boyun eğer ya da uyumlu davranır. Yine kitleler nezdinde yer bulur bu davranışlar, hepsi özünde psikolojiktir. Bunları yaparken aynı zamanda kavramları, değerleri ve kutsallık ikonu yüklediği her şeyi kullanır siyasal iktidar. Kitle ise kendini siyasal iktidarın kollarına teslim etmiştir ve hipnotize edilmiş şekilde onun büyüklüğüne inanır. En azından kitlenin bir bölümü.

“Milletlerin kaderi artık hükümdar divanlarında değil, kitlelerin ruhunda hazırlanmaktadır.”[3]

İşte bu kitle ruhunu bilmek onun psikolojisini bilmek üzerinde şekillenir. Kitlenin psikolojisini istediği gibi değiştirir ve yönlendirir siyasal iktidar ağ ve mekanizmalar ile birçok araçla bunu yapar.

İktidar psikolojisi içinde güçlü görünme, kudretli bir görüntü vermek çok önemlidir. İktidar psikolojisi bu anlamda kitle psikolojini doğrudan etkiler ve onu yönlendirir. İnsanlar güce  taparlar.

“Kitlelerin sevdiği kahraman tiplemesi Sezar karakterinde olan kimselerdir. Kudret ve hakimiyeti onlarda saygı uyandırır. Kılıcı onları korkutur ve boyun eğdirir.”[4]

Kitle psikolojisini bilen ve onu istediği yöne yöneltme tekniklerini uygulayan bir iktidar kendi anlamında başarılı olabilir. Çünkü kitleleri kandırmak ve yönlendirmek o kadar zor değildir. Kitle psikolojisini yönlendirmek için siyasal iktidarlar bazen güç gösterisine girerler. Bu sözlü güç gösterisi olabildiği gibi, komşu bir ülkenin topraklarını askeri olarak işgal etmeye kadar uzanan fiziksel bir gösteri de olabilir. Kitlelerin sadakati bu durumda ikiye katlanır. İktidar tartışılır olmaktan çıkar, hatta ona “muhalif görünenlerin” çoğu bile liderin arkasında sıraya girerler, onu alkışlarlar. Bu kitle ve iktidar psikolojisinin bir gerekliliğidir. İktidarın psikolojisi sürekli onaylanmak ihtiyacı duyar. Sorgulanmaktan hoşlanmaz. Bu amaçla her şey bu uğurda kullanılır.

Kitlenin bir bölümünün psikolojisi de etkilenmiştir, iktidar psikolojisinden. Liderini idolleştirir artık birey ve kitle. Onu neredeyse bir peygamber, hatta bazen bir yarı tanrı düzeyine kadar yüceltir. Kendisini alçalttığı kadar lideri yüceltir. Bu onun psikolojisini belirleyen durumdur. O artık iktidarın bir vidasına dönüşmüştür.

Örneğin eski bir milletvekili partisinin liderini yücelterek hakkında: “Biatsa biat, itaatsa itaat.” diyordu. Burada bu kişi belki kendi çıkarlarını gözeterek bu sözü ediyor, ama buna inanan milyonlar olduğunu da hesaba katmak gerekir. Her şey toplum psikolojisi hesap edilerek yapılıyor, inceden inceye düşünülerek.

Bu örnekte olduğu kişi artık kendisini lideriyle ve iktidarla bütünleştirmiştir. Lider ne derse desin, ne hata yaparsa yapsın, artık onu görmeyecek, hiçbir durumda eleştirmeyecek ve hep savunacaktır. İşte iktidarın psikolojisi budur özünde. Bu örnek iyi ortaya koymaktadır bu durumu. Çünkü iktidar mantıksızdır.

Sosyal Etki

“Sosyal etki, bireyin düşüncelerinde, hislerinde, tutum ve davranışlarında, başka bir kişi veya grup ile girdiği etkileşim sonucu meydana gelen değişimdir (etkilenmedir). Sosyal Etki Türleri: Uyma, ricalara, zorlamalara veya grup baskısına bir cevap olarak davranışta ve ifade edilen tutumlarda yüzeysel, diğerlerinin önünde geçici değişme. Konformite.  Diğer insanların doğrudan olmayan baskısının sonucunda kendi kanaatlerini değiştirme. İtaat. 
Bir otorite tarafından size verilen talimata ya da emre göre davranma.”[5]

Görüldüğü gibi sosyal etki türleri toplum ve iktidarla, otoritelerle doğrudan bağlantılı. Örneğin itaat yine iktidarın olmazsa olmaz koşullarından birisidir. Ve iktidar öncelikle itaati sağlamaya çalışır. Bunun için tüm olanaklarını seferber eder. Çünkü bilinir ki itaatin olmadığı yerde, iktidar olamaz.

Çünkü insan tarihsel olarak bilir ki, topluma, ya da devlete, siyasal iktidara karşı çıkmak bireyin kişisel güvenliği ve çıkarları açısından risklidir. Burada inanıyormuş gibi yapmakta devam edemez birey. Bu ruh hali huzurlu değildir çünkü, kendisini buna inanmaya ikna edecektir. Bunu da kolaylıkla başarır, bir süre sonra artık buna gerçekten inanmaktadır. Hatta fanatik hale bile dönüşebilir.

Kişi konformite sonucu, görüşlerini, düşüncelerini değiştirse bile gruba, kitleye ya da toplumun çoğunluğuna uymak için, bir süre sonra yeni benimsediği düşünceleri canla başla savunacak hatta onlara tamamen inanacaktır. Kişi kendisini bu değişim sürecinde yeni benimsediği düşüncelere de inandırır ve bir daha bunları sorgulamaz çoğunlukla. Bunun sonucunda da iktidara artık tam olarak itaat edecektir. İtaat etmeyenlere de karşı olacak, onların itaat etmeleri için de uğraşacak, bazen şiddete uzanan tepkiler ortaya koyabilecektir.

Sosyal psikolojiden yararlanarak, iktidar ve toplum ilişkisi incelenebilir.

“Sosyal psikolojinin amacı insan doğasının, sosyal sınıf ya da kültür fark etmeksizin, herkesi sosyal etkiye açık kılan evrensel özelliklerini belirlemektir.[6]

Bireyi biçimleyen bu sosyal etki toplumla olduğu gibi iktidarla da ilişkilidir. Çünkü toplum nasıl bireyi sosyal etkiye maruz bırakıyorsa, aynı şekilde siyasal iktidar da toplumu etkiler, onu dönüştürür, yönlendirir. Onun üzerinde iktidar ağ mekanizmaları ile iktidar kurar. Elbette iktidar sadece siyasal iktidardan hükümetten, ya da devletten ibaret değildir. Mikro birimlere kadar uzanan ve ağ ve mekanizmalarla yayılan bir yapıya sahiptir. Bazen görünmez bile olabilir.

“İktidar kültünü ayakta tutan ideolojiler adına gerçek görmezlikten gelindiği sürece ve toplumun ekonomik ve politik çizgisi ne olursa olsun insanın mutsuzluğu yaşamımızın sürekli özelliği haline gelecektir.” [7]

O zaman toplumun mutsuzluğu sağlayan öğelerden birisi de belki de başlıcası iktidardır. O toplumun psikolojisini bozar.

Anarşizm dışında tüm ideolojiler iktidar kültüne tapar ve Arno Gruen’in yukarıdaki alıntıda belirttiği gibi onu ayakta tutarlar. Kapitalizm, Marksizm (geçici olarak ele alır), Liberalizm iktidar kültünü ayakta tutar ve ona tapınırlar. Sadece iktidar edecek özneleri, kesimleri ya da (sınıfları) değiştirirler. Marksizm iktidarın geçici olduğunu söyler, ama gerçekçi değildir ve reelde denildiği gibi olmamıştır. Bu noktada gerçekler ise gizlenir ve onun üzeri örtülür, görmezden gelinirler. Bir gerçeklik yitimi söz konusudur. Normal olan “deli” deli olan ise “normal”dir bu algıya göre Gruen’in altını çizdiği gibi. İşte dünyayı da bu “normal”ler batırır.

“Bu kurumlar ya da kurum kişiler, iktidarlarını her an hissedebilmek için, bir uyuşturucu bağımlısının madde arayışında olduğu gibi bir ‘düşman’ bulmak zorundadırlar ve çoğu zaman düşman yaratılır da, çünkü yaratılmak zorundadır.” [8]

Demek ki iktidarın psikolojisi bir anlamda da düşmanlık kavramı üzerinde yükselir. Düşmanlık ne kadar derinlere inerse, iktidar da aslında kendisini o kadar zayıf hissetmektedir.

Psikanalist Arno Gruen, siyasal iktidar sahiplerinin neden bu kadar saldırgan olduklarına açıklama getiriyor:

“İnsan, kendi iktidar konumunu tehlikeye sokabileceği için kendi benini reddettiğinde yaşamı intikam duyguları belirlemeye başlar.” [9]

Görülen o ki, bütün canlılar arasında yıkmak için yıkan tek canlı insan: Finlandiyalı psikanalist Martti Siirala’nın söylediği gibi “bir kendinde amaç olarak yıkıcılık.” [10]

Aslında bu iktidarın doğasında vardır, iktidar önüne geçen her şeyi acımasızca yıkar. Tarihe bakarsak onun, iktidar savaşlarından ibaret olduğu görürüz. Özellikle son birkaç bin yılda yoğunlaşan bir iktidar savaşıdır bu.

 “İktidar sahibi insanlara her zaman hemen güçlülüğü de yakıştırırız ve böylece onların yaşam hakkında daha çok bilgiye sahip olduklarını ve kendimizi ‘başarısız’ gördüğümüz için onların daha iyi insanlar olduğunu varsayarız.”[11]

Bir kişi kendisini ne kadar zayıf görüyorsa, iktidar sahibini de o kadar güçlü görebilir. Hatta bu gücü öylesine abartır ki onu dünya çapında bir lider gibi algılayabilir. Bu bir yanılsamadır ve aşağılık kompleksi gibi derinlere uzanır. Bu konuya biraz daha ileride değineceğim.

İktidar sahiplerinin psikolojisi nedir peki?

“İnsan başkalarını cezalandırabildiği, aşağılayabildiği, hatta yok edebildiği sürece kendi kendisiyle yüzleşmek zorunda kalmaz. Zaten yüzleştiği an kendi kurban durumunda oluşuyla göz göze gelecektir.” [12]

Aslında biraz düşünürsek, tarihte fetihler de biraz bunun içindir. İktidar sahibi her an içindeki intikam duygusunu tatmin edeceği düşmanlar arar, bulamazsa yaratır. Hem içeride düşmana ihtiyacı vardır, hem de dışarıda. Devletin “sosyalist” ya da “kapitalist” oluşunun hiçbir önemi yoktur bu anlamda; her iki devlet de düşman aramak ve yaratmak zorundadır. Onu yönetenler de intikam duygularını tatmin edecek kurbanları ararlar böylece. Örneğin Soyvetler Birliği döneminde dış düşmanlar “emperyalistler” idi. İç düşmanlar ise “burjuvalar, kulaklar” idi. Aslında her ikisi de çarpıtılarak kullanıldı. Yine kurbanlar yaratıldı. Yoksul bir insan “burjuva” olmakla, Komünist Parti’ye yıllarca hizmet etmiş insanlar “emperyalist işbirlikçisi” olmakla suçlandılar. Yine Amerika Birleşik Devletleri’nde örneğin Mc Carthy döneminde tam tersine insanları emperyalist değil de “komünist” olmakla suçladılar, yargıladılar, izole ettiler. Böylece hem devlet kendi kendiyle yüzleşmekten kaçıyordu, hem de onu yönetenler. Soğuk savaş dönemi sona erdiğinde ABD bu kez gitti kendi yarattığı siyasal İslâmcı terör ile uğraşmaya başladı.

Yani asıl olan belirleyici olan iktidardır, ideoloji değil. İdeoloji iktidarı değil, iktidar ideolojiyi belirler. Böylece eğer siyasal iktidar varsa işbaşında, iktidarda hangi ideolojinin olduğunun bir önemi yoktur, hepsi aynı yere aynı sonuca varır: İşkence, baskı, hapishane, yıkım, sansür, toplama kampı vs… Hatta burjuva demokrasileri bile biraz sorguladığınızda dişlerini gösterir ve şiddet uygular. Örneğin Katalonya’da barışçıl gösterilere ve halkın istemine karşı, orantısız bir şiddet uygulanmış, milletvekilleri tutuklanmıştır. Siyasal iktidarın doğası ve psikolojisi budur.

Erich Fromm ise şöyle yazıyor bu konuda:

“Stalin’in hoşuna giden özel bir yöntem, insanları güvencede olduklarına inandırmak, ama bir iki gün sonra tutuklatmaktı. Elbette, kendini özellikle güvende sanırken birdenbire tutuklanan bir kişiye tutuklanmanın indirdiği darbe çok daha ağır oluyordu. Bundan başka Stalin, bir yandan kişiye kendisi hakkındaki iyi düşünceleri konusunda güvence verirken, öte yandan da onun geleceğini bilmenin sadistçe hazzını tadabiliyordu. Bir başka kişi üzerinde bundan daha büyük bir üstünlük ve denetim olur mu?”[13]

Bu da iktidarın, kitle psikolojisi yöntemlerinden birisidir. Bazen ince yöntemlerle, bazen ise doğrudan sert olarak uygulanır. Amaç toplum psikolojisinde özellikle totaliter kapalı bir toplumda insana güvende olmadığını hissettirmektir. Böylece iktidar sahibi kişi bu korku psikolojisi ile toplumu daha kolay yöneteceğini, kontrol altında tutacağını düşünür. Bu da aslında iktidar sahibinin paranoyasıdır. O toplumdan, toplumun kendisinden korktuğu kadar korkmaktadır aslında.

Fromm, Stalin’in durumunu sadistlik olarak niteliyor. İktidarın doğasında bu sadistlik ve güç ile oynama, gücü gösterme, onu bir oyuna dönüştürme vardır. Ama bu örnekte çok da incelikli değildir bu. Hiç kimse en üstteki kişi bile kendini güvende hissedemiyordu. Böylece toplum psikolojisi giderek olumsuz olarak etkileniyor ve paranoyaya kadar dönüşebiliyordu bu durum. Stalin, doktorlarından bile şüpheleniyordu ve onları tutuklattırmıştı. Dolayısıyla kendi psikolojisini, paranosını, kitlelere yayıyor ve toplum psikolojisini paranoya düzeyinde etkiliyordu. Herkes “hain” olabilirdi. Hatta bugün kahraman diye madalya verdiği bir kişi, yarın “hain” olarak kurşuna dizilebilirdi. Böylece iktidar psikolojisi kitle ve toplum psikolojini doğrudan etkiliyor ve belirliyordu.

Böylece şu ortaya çıkıyor, totaliter iktidarlar ister sağ, isterse sol etiketli olsun aynı davranış biçimleri ve politikaları, uygulamaları hayata geçiriyorlar.

“Alkibiades , mesut olmak için, senin de şehrin de edinmesi gereken şey iktidar değil , erdemdir.” [14] der.

 “İktidardaki elitler diktatöre (ya da diktatör gruba) ve ortaya koyduğu vizyona kesin bir sadakatle bağlılığını ilan etmelidir. Bu sadakat paylaşılan bir ideolojiye mutlak bağlılıkla sağlanmaktadır. İktidardaki güçlü elit kendisine tabi olanları ideolojiye körü körüne bağlılıkla kontrol altında tutar.”[15]

Burada psikolojik bir köprü vardır iktidar ile toplum arasında. Kitlelerin psikolojisini elinde tutmak zorundadır iktidar. İktidar psikolojisi, kitle psikolojisine hakim olur, onu yönlendirir. Ve ideolojik bağlılık da psikolojik yöntemler kullanarak sağlanır ve devam ettirilir.

İktidardaki elit güçler ve sermaye siyasal iktidara bağlılığını açıkça ilan etmek durumundadır totaliter rejimlere sahip ülkelerde. Yoksa yaşama şansı yoktur. İktidara karşı tavır alan sermaye sahibi ekonomik olarak bitirilir, hatta mallarına el bile konulabilir. Zaten sermaye hep pragmatisttir ve yapması gerekeni yapar, desteğini siyasal iktidardan esirgemez. Siyasal iktidar kendisine hizmet etse bile, sermaye onu istemeyebilir. Daha çok burjuva demokrasisini tercih edebilir. Ama gücü yetmediği noktada siyasal iktidara boyun eğer.

“Yurttaşlarının psikolojik özelliklerini zorla değiştirerek iktidarını sürdürmeyi amaçlayan rejimler olarak tanımlayabileceğimiz dönüştürücü diktatörlüklerin yükselişi, araştırmacıları diktatörlükleri incelemeye mecbur kılan bir diğer önemli sebeptir. Dönüştürücü diktatörlerin zihninde belirli sosyal düzenler olduğundan, ayrıca ideal vatandaş imgesinin hedeflenen sosyal düzene uyması beklendiğinden, bu diktatörler tüm halkı belirli kalıplara bire bir uyacak şekilde değişmeye zorlamaktan çekinmezler.”[16]

Bu noktada resmi ideoloji devreye girer. Resmi ideolojiye bağlı kesimler her zaman aynı düşünmezler. Farklılıkları vardır, elbette resmi ideolojinin ana tezlerinde birleşirler, ama bir grup dini öne çıkarmaya çalışır, bir diğer kesim ise milliyetçiliği. Bazen her iki kesim de milliyetçilik noktasında buluşurlar. Yani böyle bir rejimde kimse kimseye muhalif değildir aslında. Muhalif olunan şeyler yalnızca detaylardır. Resmi ideolojinin farklı yorumlanmasına dayanan argümanlardır. Burada ideal yurttaş yani siyasal iktidarın istediği yurttaş, dönüştürülmüş ve tam onun istediği gibi kıvam almış kişidir. Çünkü diktatörlükte bile siyasal iktidar kendisini dayayabileceği bir kesime muhtaçtır, böyle bir kesim oluşturmak zorundadır. Böyle bir kesim resmi ideolojiyle beslendiğinde giderek fanatikleşir, hatta gün gelir siyasal iktidar bile yarattığı canavarı denetleyemez duruma gelebilir. Her zaman devlet güçleri sahneye çıkmaz, bazen siyasal iktidar ortalığı sivil görünümlü bu milis güçlere bırakır ve sanki olaylarla ilgisi yokmuş gibi davranır. Bir örnek vermek gerekirse Adnan Menderes hükümetinin başlattığı ve yönlendirdiği 1955 6-7 Eylül olayları gibi.

Totaliter ve faşist rejimlerde özellikle siyasal iktidar, böyle milis güçlere ihtiyaç duyar onları örgütler ve zaman zaman kulllanır, ya da gerektiğinde kullanmak amacıyla bir kenarda hazır tutar.

İktidarın Psikolojisi, Kitle Psikolojisi ve Aidiyet

“Normatif psikoloji penceresinden bakıldığında, diktatörlüğü anlamaya ilişkin sorun, diktatör ve maşaları tarafından, toplumu a’dan z’ye tekelleştirmek için gereken anlam yaratma sürecinin anlaşılması sorunudur. İlk etapta bir sıçrama tahtasının geliştirilmesi şeklinde ortaya çıkan bu tekelleşme, potansiyel diktatörün iktidara sıçramasına olanak tanır. Diktatör daha sonra elindeki gücü, toplumda, nesnelere ve davranışlara anlamlar yüklediği normatif sistemi şekillendirmek için kullanır.” [17]

Bu şekillendirme sadece iktidarın başındaki kişinin işi değildir. O yön verebilir ama bu şekilllendirmeyi yapan o politikaları hayata geçirmeye çalışan ve toplum psikolojisini ölçen bir ekip vardır. Örneğin Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels gibi. Goebbels, toplum psikolojisini iyi biliyor ve meydanlardaki hitaplarıyla, politikalarıyla toplumu çok iyi yönlendirebiliyordu. Bu anlamda politika oluşturanlardan birisiydi o. Örneğin onun ünlü sözü şöyledir ve buna “Büyük Yalan Teorisi” de denir:

“Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve tekrar ederseniz bu yalanı sürekli, insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır. Yalan, halkın yalanın siyasi, ekonomik ve/veya askeri sonuçlarından devlet tarafından korunabilmesi için muhafaza edilebilir. Dolayısıyla Devlet, muhalefeti bastırmak için tüm güçlerini kullanması açısından, yalan hayati bir önem taşımaktadır; çünkü gerçek doğru yoldur ve bu da devletin en büyük düşmanıdır “[18]

Bu bir kitle psikolojisi sanatıdır. Kitle psikolojisini bilmek, iktidarın psikolojisiyle onu propaganda ve diğer araçlarla yönlendirmek, elinde tutmak ve istediği şekle büründürmek siyasal iktidarın ana hedefidir. Özellikle de faşist ve totaliter rejimlerde. Ama geniş anlamda bütün siyasal iktidarların hedefi budur.

“Sıra dışı sosyal etkinin örneklerinden biri de propagandadır ve propaganda özellikle 1930’lardaki Nazi rejimi sırasında mükemmelleştirilmiştir… Adolf Hitler devlet yönetiminde bir araç olarak propagandanın, gücünün farkındaydı, iktidara gelmeden önce yazdığı Kavgam’da … ‘propagandanın görevi bizim amacımıza daima gözü kara bir şekilde hizmet etmektir’ diyor.”[19]

Goebbels, büyük yalan teorisini uygulama alırken, Hristiyanlıktan esinleniyor, şöyle diyordu: “Hıristiyanlığın bu kadar etkili olmasının sebebi 2000 yıldır aynı şeyi söylüyor olmasıdır.”[20]

Dikkat edilirse totaliter rejimlerde hep devletin çıkarı dile getirilir, toplumun çıkarı çok fazla dile getirilmez. Bireyin çıkar ve hakları ise hiç önemli değildir. Onun için hep vatan, devlet, din, (kilise, cami, sinagog yardımıyla) retoriği psikolojik olarak toplum üzerinde etkili olur. Derin bir aşağılık kompleksi içindeki yoksul birey, saraylarda yaşayan iktidar sahipleri için ölümü bile göze alır, psikojisi budur onun. Sabahları simit alacak parası yoktur, işte bu nedenle Avrupa’ya düşman olur, böyle bir bireyi fanatikleştirmek ve yandaş yapmak çok zor değildir. Medyada sürekli psikolojik iktidar politikaları işlenir.

“Belirsizlik ve tehdit duygusu içindeki insanların, giderek daha etnik merkezci, farklı görüşlere karşı hoşgörüsüz ve ideolojik saplantılı liderliği destekler bir tuttımla tepki göstermeye eğilimli oldukları görüşüne ışık tutan ve destekleyen çok sayıda psikoloji teorisi ve deneye dayalı araştırma bulunmaktadır. Bu görüşle aynı çizgide olan araştırma programları, Stouffer (955) ve Sherif ve meslektaşlarının (Sherif, Harvey, White, Hood & Sherif, 1961) klasik çalışmalarinın yanı sıra, ödünleyici ikna modeli (McGregor, Prentice & Nash,2009), belirsizlik-kimlik teorisi (Hogg, 2007), sağcıların otoriterliği (Alterneyer, 1988), gruplara ve uluslara aidiyet ihtiyacı (Baran,Crawley & Paulina, 2003; Staub, 1997), kapatma ihtiyacı modeli (Kruglanski, 2004) ve belirsizliği yönetme modeli (van den Bos, 2009) gibi daha yakın tarihli araştırmaları içerir.” [21]

Foucault ise “Tahakküm teknolojileri ile benlik teknolojileri arasında irtibat vardır.”[22] der.

Psikoloji bilimi çeşitli deneylerle özellikle de sosyal psikoloji açısından itaat kavramını ve insanlar üzerinde otoritenin etkisini açıklamaya çalışmıştır. Birçok deney ortaya koymuştur ki, insanların çoğu otoriteye kolaylıkla itaat ediyorlar, hatta çoğu zaman hiç sorgulamadan. Ellerine iktidarı geçirdikleri zaman, daha güçsüzü ezmekte, hatta işkence etmekte tereddüt etmiyorlar. Ve bunlar toplumun sıradan ve normal insanları. Yani her an herkes bir Naziye dönüşebiliyor sosyal ortamını ve dış koşulları bulduğunda. Bu korkutucu olsa da insan doğasından ziyade bence, iktidarın olumsuz etkisinden kaynaklanıyor. Çünkü insan küçük yaşlardan beri hiyerarşi, itaat ve iktidar kültürüyle yetiştiriliyor, sistem ona bunu öğretiyor.

Burada aidiyet duygusu kişiyi güçlü kılar ve onun güçsüzlüğünü örter. Aslında aşağılık kompleksi de burada bence önemlidir. Örneğin Türkiye’nin son yıllarını incelersek, siyasal iktidar sürekli Avrupa ve ABD’ye yönelik “Bizi kıskanıyorlar.” politikasını gündeme getirmektedir. Ve sonuç olarak ülkeninn az yarısı buna inanmaktadır. Propaganda başarılı olmuştur. Gerçekte ise Avrupa’nın kıskanacağı bir durum yoktur. Devletler birbirini kıskanmaz, onların bu tür duyguları yoktur. Onlar sadece güce bakarlar. Kendisinden ekonomik ve askeri olarak güçlüysen ya da stratejik olarak öyle yapmaları gerekiyorsa, başka bir devleti dikkate alabilirler. Burada totaliter bir ülkede siyasal iktidarların yaptığı kişiyi fanatikleştirmek ve kendi destekçisine dönüştürmektir. Bunun içinde milliyetçilik, din ve başka şeyleri kullanarak bir altyapı oluştururlar. İki yüzyıldan Avrupa’ya mı Asya’ya mı ait olduğunu bilmeyen bir toplumda bu karşıtlığı kullanarak insanları ikna etmek kolaydır. Burada işte “Bizi kıskanıyorlar.” politikasının aslında incelikli olduğunu görmek gerekiyor. “Neyini kıskanıyorlar?” deseniz yanıt veremezler, ama bu soruyu soran yok kendi kitleleri içinde.

Türk aydınında 200 yıllık bir yaradır bu. Derin bir aşağılık kompleski oluşmuştur toplumda. Vize alabilse, fırsatını bulabilse hemen Avrupa’ya kapağı atacak olan genç, bu isteğini gerçekleştiremediğinde Avrupa’ya ve onun değerlerine düşman olacaktır. Ve aşağılık kompleksinden kaynaklı olarak kendini, ülkesini, hükümetini olduğundan çok daha büyük olarak görmektedir. Psikolojisi böyledir. Onun bu yanılsamasına neden olan da izlediği psikolojik politikalar ile bizzat siyasal iktidarın kendisidir. Dinsel, kültürel ayrım noktalarını öne çıkararak, kitlesini, kendisini destekleyenleri fanatikleştirmiş (siyasal iktidara bağlı profesyonel troller de bu işte katkı sahibidir elbette) ve neredeyse bütün dünyanın Türkiye’ye düşman olduğu, ve onu kıskandığı propagandasını sürekli kullanmaktadır.

“Kitlelerin başıboş eylemleri, daha önce köle olan despotların aşırılıkları kadar hastalıklı ve korkunç olabilmektedir. Gerçekten saygı duyduklari ve özendikleri tek şey iktidardır.” [23]

Ya da kitleler bir hükümete, siyasal iktidara karşı çıkarken, aslında iktidarı ister yine de. Kendi yandaşlarının iktidarını. Yani mücadeleler sadece iktidarı elde etmek amacıyla yapılmaktadır. Temelden yanlış olan strateji budur bence. Bir iktidarın gidip diğerinin gelmesi tarihte bolca örnekleri bulunduğu gibi sorunu çözümlemiyor, aksine yalnızca yöneten eliti değiştiriyor. Bu iktidarın sol ya da sağ etiketli olması da bir yanılsamadan başka bir şey olmuyor. Burada yapılması gereken, iktidarın psikolojisini kitleler üzerinde bir silah olarak kullanmak değil, iktidarın kendisini ortadan kaldıracak düşünce ve davranışlar üzerinde yoğunlaşmaktır.

Horkheimer yine şöyle diyor: “Kendi evinde iktidarsız olan süperego, toplumda bir cellada dönüşür. Bu bireyler, bir yandan bastırılmış dürtülerini serbest bırakırken, bir yandan da kendilerini uygarlığın koruyucuları olarak görmenin doyumunu yaşar. Saldırganlıkları iç çatışmalarını ortadan kaldırmadığı ve her zaman saldırabilecekleri başka insanlar olacağı için de bu bastırma rutini durmadan tekrarlanır.” [24]

Kitle psikolojisi budur gerçekte. Kendi hayatını yönlendirmekten ve ona biçim verebilmekten aciz olan kişi, kendini aidiyet hissedeceği bir kimliğe sığındıktan sonra, olmadığı ölçüde güçlü hisediyor kendisini ve bir canavara dönüşebiliyor. Psikolojisi tamamen değişiyor. İçinde yaşadığımız çağda bu prototipin bolca örneklerini sosyal medyada görebiliriz. Sosyal medyada farklı düşüncelere, siyasal iktidara yönelik eleştiri yöneltenlere linç psikolojisiyle yaklaşmaktadır bu kitle. Siyasal iktidar ise, iktidar psikolojisini iyi kullanarak bu kitlenin psikolojisini doğrudan etkilemektedir. Kişinin içindeki “bastırılmış dürtüler” açığa çıktığında bazen bu dürtüleri onu yönlendiren siyasal iktidar bile kontrol edemez hale gelebilir.

“Otoritaryen sendroma, Erich Fromm tarafından ‘sadomazoşistik’ karakter adı altında işaret edilmiştir… Özne ancak, itaat ve boyun eğmeden haz alarak, kendi toplumsal uyumuna ulaşır.” [25]

Burada öznenin psikolojisi iktidar tarafından etkilenmektedir. Özne, fanatizme kadar gidebilir boyun eğme durumunda ve bundan psikolojik bir haz alır. Kendini alçalttıkça siyasal iktidarı ve tapındığı liderleri yüceltir. Aidiyet o kadar yüksek boyuta ulaşır ki, kişinin kendi kişilik ve karakter yok olmuştur adeta. O bir hiçtir, iktidarın içinde eritilen bir hiç. Burada uyum artık aidiyettir. Kesin bir aidiyet, hatta bireyden en küçük bir parça, özellik bile kalmaz neredeyse. Bireyler tornadan çıkmış gibi birbirine benzetilir. İktidar psikolojisi, tümüyle kitle psikolojine egemendir.

“’Otoritaryen’ karakterin kuvvetle özdeşleşmesi, ‘aşağı’ olan her şeyin yadsınmasıyla birlikte gider. Bir grubun durumunun sarsılmasına toplumsal koşulların neden olduğu açıkça görülse bile, bu durumu hak edilmiş bir cezaya dönüştürmek üzere bir çarpıtmaya başvurulur ve buna, çeşitli isteklerin sıkıca bastırılmasının belirtisi olan ahlâkçı sövgüler eşlik eder.” [26]

Bu noktada kendini siyasal iktidarla özdeşleştiren ve onun yedek gönüllü gücü haline gelen kişilik, farklı gördüğü her şeyi aşağılayacak ve saldıracaktır. Örneğin sosyal medyaya bakarsak bu duruma yönelik birçok örnek görebiliriz. Bu noktada kişinin psikolojisi tamamen iktidara bağımlıdır. Örneğin sosyal medyada profesyonel olan trollerin yanısıra bir de gönüllü olanlar vardır. Bunlar iktidara ve lider olarak gördükleri kutsallaştırdıkları kişiye yönelik en küçük eleştiriye küfür, hakaret, tehdit gibi her tür manipülasyonu kullanarak yanıt verirler. Bir öfke psikolojisi içinderdirler bu durumda. Sayfa sayfa gezerek özellikle de siyasal iktidarın denetleyemediği yabancı medya sayfalarında kin kusarlar. İşte bu kendisini güçle, siysal iktidarla özdeşleştiren otoritaryen kişiliğin günümüzdeki versiyonudur. Daha çok sosyal medya üzerinde etkilidir. Ama sokakta da farklı düşünceye izin vermez, linç psikolojisi içinde tetikte gezer bu kişilik.

Arkasına devletin gücünü ve korumasını alan sivil insan artık yasalara uymak zorunda da değildir, öyle hisseder. Örneğin son dönemde Türkiye’de yaşanan gazeteci ya da ‘muhalif’ siyasetçilere şiddet uygulama eylemlerine bakalım. Bu eylemlerin faillerinin hemen tümü serbest kalmıştır. Serbest kaldıkları gibi iktidar kitlesinin gözünde psikolojik olarak neredeyse kahraman olmuşlardır. Hatta bir parti liderini yumruklayan bir kişinin sosyal medyada fotoğrafını gördüm. Gençler sıraya girmiş bu kişinin elini öpüyorlardı. Bu kişi serbest bırakıldı. İşte bu kitle psikolojisi, tamamen iktidarın psikolojisi tarafından belirlenmektedir.

Otorite, İtaat ve Psikoloji 

“Hakikat seni özgür kılacaktır.” [27]

“İnsanlar kendilerine yapmaları söyleneni  yaparlar.” der Stanley Milgram. İnsanların küçük yaşlardan itibaren itaatkar olmak üzere sosyalleştiklerine vurgu yapılır. Bu yüzden insanlar otorite figürlerinin emirlerine uymak zorunda hissederler kendilerini. [28] Bu konuyu Erich Fromm da incelemişti.

İtaat etmek din, sermaye, devlet gibi büyük tahakküm biçimlerinin en başta gelen diktesidir bireye. Bireyin itaat etmesi için, kendi özgürlüğünden bireysel haklarında, taviz vermesi gerekmektedir. İşte siyasal iktidar da tiopkıvahşi bir atı evcilleştirir gibi bireyi evcilleştirir. Aile içinde başlar itaatin öğrenilmesi ve sokakta, okulda, işyerinde her. yerde devam eder. Böylece itaati içselleştiririz ve itaat ettiğimizin farkına bile varmayız çoğu zaman. Trajik olan karşı çıktığımızı düşündüğümüzde bunu bazen bu davranışı itaatin içselleşmiş otomatik tepkisine dönüştürürüz farkına bile varmadan. Öyleyse itaat bebeklikten beri öğrendiğimiz ve her an bize hatırlatılan bir davranış biçimidir.

‘Kendi işinde gücünde, belirgin bir düşmanlıkları olmayan sıradan insanlar dehşetli yıkıcı bir sürecin parçaları haline gelebilirler.”[29] diyor yine Milgram.

Burada da kitle psikolojisinin yıkıcı etkilerini görüyoruz. Birçok pogrom’a[30] bakıldığında “sıradan” bireyin nasıl bir canavara dönüştüğünü görebiliriz.

İtaat dürtüsü o kadar güçlüdür ki, birey kendi değerlerine aykırı gelen durumda bile itaat etmeyi yeğler çoğunlukla. Milgram, Stanford Hapishanesi deneyleri bunu kanıtlamıştır. Bu da iktidarın psikolojisinde önemli bir aşamadır. Çünkü iktidar bilmektedir ki, birey kendisine ne yaparsa, neyi dikte ederse etsin büyük çoğunlukla itaat edecektir. Tarihe baktığımızda, siyasal iktidarların mantıksız söylem ve uygulamalarının kaynağı ve rahatlığı da buradan kaynaklanmaktadır.

“Toplum kavramı bireylerin büyük ölçekli ya da daha geniş perspektifli kararlar verirken, kişisel özerkliklerin bir kısmından vazgeçip daha otoriter ve sosyal konumu daha yüksekte olanları izlemeleri anlayışı üzerine kuruludur.[31] diyor Milgram yine.

“1921’de İsveçli psikiyatrist Hermann Rorschach’ın bulduğu mürekkep lekesi testi, psikiyatride ve daha sonra da psikolojide kişilik incelemesi konusunda onemli bir etki yarattı… Rorschach testi kullanımı, zamanla psikiyatrik bozuklukların teşhisinin ötesine yayıldı: Hükümet, ordu, şirketler ve işe personel alımında kişilik belirlemek isteyen herhangi bir merci, güvenlik önlemi almak isteyen kişiler ya da uygun bir kariyer isteyen kimseler tarafından kullanılmaya başlandı.” [32]

Burada iktidar organlarının kişiyi daha iyi tanımak, onu nasıl kullanacağını bilmek üzere yararlandıkları bir testti bu.

İktidarın psikolojisinde, insanların nasıl sorgusuz sualsiz otoriteye itaat ettikleri ve hatta insanlıktan çıkarak bir anda canavarlaştıkları görülebilir. Bu çeşitli psikolojik deneylerle kanıtlanmıştır.

İnsan psikolojisini ve iktidarın, otoritenin onun üzerindeki etkisini açığa çıkarak bu denleylerin en ünlüleri Milgram Deneyi ile Stanford Hapishanesi Deneyi’dir. Milgram Deneyi ile ilgili bu linkten bilgi edinebilirsiniz. (https://evrimagaci.org/milgram-deneyi-otoriteye-nasil-boyun-egiyoruz-954)

“Milgram’a göre, “itaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından kendisini sorumlu hissetmemesidir. Kişinin bakış açısındaki bu kritik kayma gerçekleştiği zaman, itaatin tüm öznitelikleri bunu izler”. Bu temel olarak askeri açıdan otoriteye saygının temelidir; askerler üstlerinin emirlerini ve komutlarını, sorumluluğun subaylarda olduğunu bilerek yerine getirirler.”[33]

Asch’ın deneyi ise ilginçtir. karar alma sürecinde, toplumun birey üzerindeki etkisinin önemini gösteren bir deneydir bu. Deneye buradan ulaşabilirsiniz. (https://evrimagaci.org/aschin-uyum-deneyi-cikinti-olmamak-adina-hizaya-girmenin-psikolojisi-2421)

Bu da iktidarın ve kitlenin psikolojisiyle ilgilidir. Buna “sosyal uydumculuk” da denilir.

“ İnsanlar gruba uygun düşmek adına uyum sağlamaya mecbur hissederler. Çogunlukla ayni fikirdeymiş gibi yaparlar, hatta buna kendilerini de ikna ederler.”[34]

Bu noktada toplum psikolojisi bireyin psikolojisini doğrudan etkiler ve onun üzerinde baskın olur. İktidarın psikolojisi nasıl toplum üzerinde etkiliyse, toplum psikolojisi de birey üzerinde etkilidir. İnsanların çoğunluğa karşı çıkmaktan çekinmelerinin kaynağında, aynı zamanda kendi güvenliklerini ve çıkarlarını korumak arzusu da vardır.

Stanford hapishane deneyi, mahkûm veya gardiyan olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir incelemeydi. Deney Stanford Üniversitesi’nde psikolog olan Philip Zimbardo liderliğindeki bir grup araştırmacı tarafından 1971’de yapıldı. Yetmiş kişi arasından yirmi dört lisans öğrencisi gardiyan ya da mahkûm rollerini oynamak üzere seçildiler. Seçilen öğrenciler Stanford psikoloji binasının bodrum katındaki sahte hapishaneye yerleştirildiler. Mahkûmlar ve gardiyanlar çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oldular. Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri “gerçek” sadistik eğilim sergilemekten yargılandı. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında çıkarılmak zorunda kalındı. Kendisi dahil herkesin rolüne iyice kaptırdığından emin olduktan sonra Zimbardo altıncı günün sonunda deneyi bitirdi.[35]

Bu deneyimi beyazperdede canlandıran filmi de izlemiştim. Milgram deneyiminin önemi biraz da sıradan insanların bir anda canavara dönüşebileceklerini ya da anormal hatta kendi etik değerlerine bile aykırı şekilde davranabileceklerini ortaya koymasıdır. Arkasına iktidarı alan bir kişi, bir anda kendi otoritesine teslim edilmiş bir insan karşısında otoritesini göstermeye, insanı aşagaılamaya, ezmeye, hatta işkence etmeye başlayabiliyor. İnsan psikolojisi otoriteyi, iktidarı göstermeye, kabul  ve, itaat ettirmeye yönelik olarak şartlanmış. Ya itaat ediyor ya da itaat ettiriyor. Direnen ise az.

Bu noktada içinde bulunulan şartların önemi ortaya çıkarken, insanların iktidarı ellerinde bulundurduklarından nasıl canavarca bir değişim gösterdiklerini ortaya koyan önemli bir deneydir bu. İktidar insanı canavarlaştırmaktadır. Elbette herkeste farklı düzeyde olmaktadır bu, ama iktidarın kişi üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Bazen örneğin şuna dikkat ederim: Bir araç park ettiği alandan çıkmakta acele etmiyor, hatta bilerek uzatıyor bunu eğer artkada bekleyenler varsa. Burada araç sahibi aynı zamanda iktidar sahibidir. Çünkü diğer araçlar onu beklemektedir. Bu gücünü kötüye kullanmaktadır. Bu anlık bir iktidar olsa da toplum içinde sık sık gözlemleriz buna benzer davranışları.

Ama bir hapishanede, gardiyanın mahkûm üzerindeki iktidarı bundan çok daha fazladır. Dayak atmaya, işkenceye kadar uzanır ki, bu deneyde bu sonuca yol açmıştır. Bu da işte neden reel sosyalizmin başarısız olduğunu da bir yönüyle ortaya koyuyor. İnsanın insan üzerindeki iktidarını kurar ve bundan bu iktidarın kendi kendisini söndüreceğini beklerseniz yanılırsınız. Sonuç: Toplama kampları, infazlar, baskı vs… Bunu önlemenin tek yolu insanın insan üzerindeki iktidarına hemen son vermektir belirli bir süreci beklemeden.

Sürecek…

Erol Anar

Dipnotlar


[1] Nietzsche: Putların Alacakaranlığında,  İş Bankası Yayınları,İstanbul, Çeviren: Mustafa Tüzel, sayfa 87.

[2] Arno Gruen: Normalliğin Deliliği, Türkçesi: İlknur İşan, Çitlembik Yayınları, sayfa 18.

[3] Gustave Le Bon: Kitleler Psikolojisi,  Hayat Yayınları, İstanbul 1997, sayfa 9.

[4] Le Bon, age.

[5] Sosyal Etki, http://sosyal-etki.nedir.org/

[6] Sosyal Psikoloji, Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, Robin M. Akert, Kaknüs Yayınları, 1. Baskı: Şubat 2013, İstanbul, sayfa 44.

[7] Arno Gruen: Normalliğin Deliliği, sayfa 19.

[8] Engin Geçtan: Hayat, Metis Yayınları, Dördüncü Basım: Nisan 2003, İstanbul, sayfa 68.

[9] Arno Gruen, Normalliğin Deliliği, sayfa 9.

[10] Gruen, age, s. 8.

[11] Gruen, age, s. 83.

[12] Arno Gruen: Empatinin Yitimi,  Çitlembik Yayınları, 1. Baskı : 2006, İstanbul , sayfa 42.

[13] Erich Fromm: İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri,  Payel Yayınları, 2. Baskı, sayfa 13.

[14] Michel Foucault, Huck Gutman, Patrick H. Hutton: Kendini Bilmek, Türkçesi: Gül Çağalı Güven, Om Felsefe, 3. Baskı: İstanbul 2001,  sayfa 21.

[15] M. Moghaddam: Diktatörlüğün Psikolojisi, 3P Yayıncılık, 1. Baskı: 2014, sayfa 214-215.

[16] M. Moghaddam, age.

[17] M. Moghaddam, age, sayfa 73.

[18] Joseph Goebbels, Vikisöz, https://tr.wikiquote.org/wiki/Joseph_Goebbels

[19] Sosyal Psikoloji, Elliot Aronson, Timothy D. Wilson, sayfa 467.

[20] Joseph Goebbels, Vikisöz,  https://tr.wikiquote.org/wiki/Joseph_Goebbels

[21] M. Moghaddam, age,, sayfa 88-89.

[22] Kendini Bilmek, sayfa 27.

[23] Horkheimer: Akıl Tutulması, Metis Yayınları, 3. Baskı, 2016, İstanbul,sayfa 139.

[24] Horkheimer, age, sayfa 139-140.

[25] Theodor W. Adorno: Otoritaryen Kişilik Üzerine, Say Yayınları, Çeviren: Dogan Şahiner, 1. Baskı: 2011, İstanbul, sayfa 292.

[26] Adorno, age, sayfa 297.

[27] Erich Fromm: Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Payel Yayınları, 6. Baskı, 1994, İstanbul.

[28] Psikoloji Kitabi, Kolektif, Alfa Yayınlar ı , İstanbul, İngilizce Aslından Çeviren: Emel Lakşe, 1. Baskı: 2012,  sayfa 248.

[29] Psikoloji Kitabı, Kolektif, Alfa Yayınları içinde, Stanley Milgram, sayfa 251.

[30] Pogrom; dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleridir.

[31] Psikoloji Kitabı, Kolektif içinde, Stanley Milgram, sayfa 253.

[32]  Jack El-Hai: Nazi ve Psikyatrist, Pegasus Yayınları, 1. Baskı: İstanbul, Ocak 2017, sayfa 49-50.

[33] Milgram Deneyi, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi

[34] Psikoloji Kitabı, Kolektif içinde, Solomon Asch, sayfa 225.

[35] Stanford Hapishanesi Deneyi, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Stanford_hapishane_deneyi

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!