Devletin insanları dönüştürmesine gelince, devlet bunu bazı kurumlar eliyle yapar ve bireyi devletin ve elit kesimlerin çıkarlarına uygun bir şekilde törpüler, onu istediği biçime sokar. Bu kurumlar kilise, cami, sinagog, aile, okul, askerlik vb…, ve diğer bazı kurumlardır.
Tarihte ne çok devlet kurulup yıkılmış. İlk Sümer Devleti, M.Ö. 3200-2800 yıllarında hakimiyet sürdü. Yani bilinen ilk devlet 400 yıl sonra yıkılmış. Osmanlı İmparatorluğu 600 yıldan biraz fazla hüküm sürdü ve yıkıldı. Roma İmparatorluğu M.Ö. 1. Yüzyılda kurulmuş ve Batı ve Doğu olarak ikiye ayrıldıktan sonra Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu ise 1453’te yıkılmış.
Kurulan her devlet, her imparatorluk sonsuz olacağını düşünmüş, ama sonuçta yıkılmak durumunda kalmış. Eski devletler yıkılmış ve aşağı yukarı son 200 yıldan fazladır da ulus devletin ortaya çıktığına tanık olmuş insanlık. Yani hiçbir devlet sonsuz değil. Tarihe dayanamıyor hiçbir devlet. Sümer’den Mısır’dan bu yana Krallıklar, imparatorluklar hep sonsuz bir devlet düşlemişler, kendi devletlerine tanrısal, mistik bir güç bahşederek sonsuza ulaşmayı istemişler; ama hepsi tarih sayfalarında kalmışlar. Tarihe bakıp şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Hiçbir devlet sonsuz değildir. Her devlet eninde sonunda yıkılıyor.
Bundan 100 veya 200 yıl sonra hangi devletlerin yıkılıp hangilerinin kalacağını bilemeyiz. Ama şunu tarihe baktığımızda görebiliyoruz: Hiçbir devlet sonsuz değildir, her devlet yıkılmaya mahkûmdur. Roma İmparatorluğu’na bile kalmadı dünya. Çünkü ulus kavramının doğuşu da o kadar eskilere gitmez. Ama şu gidişat gösteriyor ki, insanlık devlet kavramını aşacak, ulus kavramını da. Son iki yüzyılda olanlara bakın, gelecek 200 yılda aklımızın alamayacağı gelişmeler olacak yeryüzünde.
Devlet büyüsü
Liberallerden Marksistlere kimse devletin büyüsünden kendisini kurtaramamıştır. Bütün bunlara göre devlet bir koruyucu ve gece bekçisidir. O, iktidarı ve var olan düzenin devamını sağlar. Marksistler “geçici devlet” formülünü ortaya atsalar da, bu devlet diğer devletlerden hiçbir biçimde farklı değildir. İşte bu kafadan devlet fikrini çıkaramamanın bir sonucudur. Marx, Hegel’den farklı bir yere ulaşmasına karşın, devletten vazgeçmeyen Hegel’den kopamamıştır bu anlamda. Ve devlet düşüncesini “geçici” de olsa sürdürmek durumunda kalmıştır. Ona bu formülü bulmuştur.
Oysa devlet “geçici” olamaz. Bunu reel sosyalizm bize gösterdi. Bu devletler proletarya diktatörlükleri değildi belki, ama olsalardı bile sonuç farklı olmayacaktı. İşçi sınıfı adına devleti yönetenler kaçınılmaz olarak işçi sınıfını da ezmek durumundadır. Devletin, daha geniş anlamda iktidarın doğası budur. Marx bu noktada büyük yanılgıya uğradı.
Devlet yıkılır, çöker, ama kendini sönümlendirmez. Bu devlet kavramının doğasına terstir. O hep var olmak ister, güç ister; kendi gücünden isteğiyle vazgeçmez. Onu dayatır.
Peki anarşizm ya da toplumsal anarşizm mükemmel mi, onun handikapları, eksiklikleri, yanlışlıkları yok mu? Elbette var, çünkü anarşizm diğer ideolojilerden farklı olarak bir determinizm ve toplum mühendisliği düşüncesi üzerine kurulmuş değildir. Yarını önceden bilemeyeceğimizi dile getirir. Yeni durumlar, yeni çözümler yaratacaktır. Dolayısıyla özgür bir toplum kurmak bu anlamda zordur.
Malatesta’nın belirttiği gibi, “otoriter sistem yanlıları ve devlet adamlarına göre sorunun çözümü basittir: Suçları sıralayacak ve cezaları belirleyecek bir yasama gücü; onları yakalayacak bir polis kuvveti, suçluları yargılayacak yargıçlar, ve onlara acı çektirecek bir ceza sistemi.” [1]
Fakat bu, hiçbir çözümü sağlamaz. Cezaevleri “suçlularla” doldurulur, biri girer, diğeri çıkar; ama sonuçta bir çözüm yoktur. Çözüm gerçekte cezaevinin kendisini ortadan kaldırmak ve özgür topluma giden yolu açmaktır. Eğer cezaevlerinin dolmasına neden olan sosyal, bireysel nedenler ortadan kalkarsa, cezaevlerine gerek olmayacaktır. Peki bu bir anda olabilir mi? Elbette olamaz.
Bugün Hollanda ve bazı İskandinav ülkeleri cezaevi kapatıyorlar mahkûm azlığından. Kapitalist sistemde bile bu bir ölçüde olabiliyorsa, özgür toplumda çok daha iyisi olacaktır. Ama ilk günden böyle davranırsanız, deneye yanıla insanlık bu noktaya ulaşacaktır. Neden devlet olmadığında, insan gidip komşusunu boğazlasın? Bunu devlet ortamında da yapanlar yok mu? Devlet varken, eski Yugoslavya’da bir gecede insanlar kendi komşularını boğazlamadılar mı? Devletin varlığı buna engelse, neden böyle olaylar yaşandı?
En fazla suç oranı, polisin en güçlü olduğu ABD’de değil mi? Dünyanın en çok mahkûm sayısına sahip ülke ABD’dir. Ölüm cezası var, binbir çeşit polis var, askeri, ordusu dünyanın en güçlüsü; ama buna rağmen en çok suç işlenen ülkelerden birisi…
Demek ki devlet, suçu ortadan kaldıramaz, aksine onu oluşturur; oluşmasına yönelik zemini hazırlar.
Kapitalist devlettten, otoriter sosyalist devlete kadar bu böyledir. Çünkü otoriter sosyalist sistem polisinden, cezaevine, bankasından, hiyerarşisine diğer kurumlarına kadar kapitalizmi taklit eder. Ve reel sosyalist devletler bu nedenle devlet kapitalizmine ulaşmışlardır, gidecekleri başka bir yer yoktur.
İnsanlar, devletlerin kendi özgürlüklerini kısıtladığından yakınıyorlar. Sonra da kalan bir avuç özgürlüklerini kendi rızalarıyla, devlete karşı mücadele ettiğini söyleyen (ama hiyerarşisinden ceza anlayışına dek tamamen devleti taklit eden) kurumlara gönüllü olarak teslim ediyorlar. Böylece bir yandan devlet, bir yanda sözüm ona muhalif kuruluşlar bireyi tamamen köleleştiriyorlar. Bir tarafta zorunlu, diğer tarafta gönüllü köleliğin kıskacındaki birey … Bir tarafta devlet, diğer tarafta devlet içinde küçük devletvari ve onu taklit eden kuruluşlar…
Bu anlamda anarşist toplum bir cennet olmayacaktır. Anarşist filozofların da belirttiği gibi bu toplumda da sorunlar, “suç” ve diğer eksiklikler olacaktır. Ama bununla birlikte anarşist toplum, özgür bir topluma ulaşmanın tek yoludur günümüzde eksikleriyle birlikte.
“Klasik anarşizmin merkezindeki tanımlayıcı argüman özgürlüğün dokunulmaz olduğu, Devlet’in özgürlüğü yok ettiği ve bu yüzden ortadan kaldırılması gerektiği ve özgürlükle karakterize edilmiş devletsiz bir toplumun gerçek bir olanak olduğudur.” [2]
Devletsiz toplum örgütsüz toplum değildir
Crowder şöyle der: “Ama devletsiz toplumun özgürlüğü korumak için nasıl düzenlenmesi gerektiği sorusu hâlâ mevcuttur.”[3]
Bu düşünce doğrudur genel anlamında. Ancak yine de anarşist filozoflar özellikle toplumsal anarşistler bu konuda bir örgütlenmiş toplumu savunurlar. Yani devletsiz bir toplum, kaotik ve herkesin diğeriyle savaştığı başıboş toplum değildir. Aksine insanlar sivil organizasyonlarda örgütlenecek, yatay ve hiyerarşinin olmadığı bir örgütlenme biçimi olacaktır. Diğer yandan komünler, kooperatifler, sivil organizasyonlar, dernekler federatif bir şekilde örgütlenecektir onlara göre. Bu da doğrudan demokrasi ve özyönetim ile gerçekleşebilir. Bunun yanında yine de anarşist toplumda dediğim gibi birçok sorun olacaktır. Çünkü özgür toplum özgürlüğü diğer sistemlerde olmadığı gibi başa koyar. Burada birey ile toplum özgürlüğü arasında bir denge kurar. Bu denge bireyin haklarını gözetmekte ve onu hiçbir şeye zorlamamaktan geçer. Zorla kabul ettirilmez hiçbir şey özgür toplumda, yoksa özgür toplum olmaz o. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz, zorla hiçbir şey dikte ettirilemez bireye. Sadece birey topluma karşı ısrarla suç işlediğinde toplumdan izole edilebilir. İşte bu noktada birçok sorun da ortaya çıkar. Ancak bunların hiçbir çözülmez sorunlar değildir.
“Devlete ontolojik bir kuşkuyla bakıyorum; genelde anlaşıldığı haliyle, devletin zaten var olmadığını savunuyorum. Ve bence devlet, var olduğu müddetçe, olanın zor yoluyla dönüştürülmesi için yürürlüğe konan devasa bir projedir. Her devlet bu anlamda ütopyacıdır: İçinde faaliyet yürüttüğü gerçeklikten başka bir gerçekliğin düşünü kurar, hatta bu gerçeklik sırf içinde diktatörün olduğundan da zengin hale geldiği bir gerçeklik olsa bile. Bu anlamda, devlet değerlerin kodlanması ya da fosilleştirilmesidir; devlet insanları zoraki dönüştürmek için tasarlanmış bir makinedir. İşin iyi tarafı, bu kıstasa vurulduğunda, devlet aynı zamanda feci bir başarısızlıktır da.” [4]
Yukarıdaki Crispin Sartwell’in, özellikle de “devletin feci bir başarısızlık olduğu”na dair olan sözlerine katılıyorum. Tarihe baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. Devlet makinesi tarihsel olarak çıkarını koruduğu sınıfların, kesimlerin, grupların, elitlerin dışında var olan toplumu kesip biçmekten, hizaya getirmekten, zorla itaat ettirmekten başka bir işe yaramamıştır. Bu anlamda yasalar da, bu uygulamanın nedenlerine dönüşmüştür ve asla eşit uygulanamazlar. O, bir zor makinesidir.
Devletin insanları dönüştürmesine gelince devlet bunu bazı kurumlar eliyle yapar ve bireyi devletin ve elit kesimlerin çıkarlarına uygun bir şekilde törpüler, onu istediği biçime sokar. Bu kurumlar, kilise, cami, sinagog, aile, okul, askerlik vb…, ve diğer bazı kurumlardır. Bu kurumlarla birey, devletin istediği şekle sokulur ve sömürü, eşitsizlik, kölelik sistemi böylece devam eder.
“Devlet gücü, gerçekte bizim gücümüze dayanır. Eğer ona itaat etmeye karşı çıkılsaydı, otoritesine teslim olmaya karşı çıkılsaydı, Devlet hakim olabilir miydi? Her türden yönetimin, onun bizi yönetmesine razı oluşumuza dayandığı itiraz edilemez değil midir? Siyasal iktidar yalnızca zorlamaya yaslanamaz. Bizim yardımımızı, bizlerin itaate rızasını gereksinir. Birey yalnızca bu iktidarı kabullendiğinden dolayı değil, kutsalın önünde, otoritenin önünde kendisini küçük düşürdüğünden dolayı Devlet var olmaya devam eder.” [5]
Stirner’in dile getirdiği gibi, devletin gücü aslında tek tek bireylerin ve toplumun gücüdür. Ancak bireylerin ve toplumun devlete devrettiği bu güç, aslında kendilerine doğrulmuş sürekli bir tehdittir. Yani bir çeşit, bu kapitalist sistemde, “İktidar olamayan, iktidara tabi olur.” gerçeğidir. Güç, hegemonya ve hiyerarşi ile toplum yönetilir. İktidar büyüdükçe, birey de o derece küçülür ve güçsüzleşir. Bu gücün kendisi dışında, kendisinden bağımsız bir şey olduğuna ve yenilemeyeceği yanılsamasına kapılır. İşte itaat olgusu da tam bu noktada devreye girer ve sistem böylece varlığını devam ettirir.
“En iyi hükümet en az hükmedendir.’ Bu sözü içtenlikle kabul ediyorum ve bu yönde daha sık ve sistematik olarak harekete geçilmesini diliyorum. Sonuçta, açığa çıkan ve benim de inandığım düşünce şudur ki, ‘Hükümetlerin en iyisi hiç hükmetmeyendir’. İnsanlar, devlete hizmet etmekte, ama insan olarak değil bedenleri olan makineler olarak. Onlar: Sürekli ordu, asker, gardiyan, memur, yasa uygulayıcı…” [6]
Hiç hükmetmeyen hükümet, aslında hiç olmayan hükümettir. Çünkü hükmetmek, hükümetin doğasından gelir. Thoreau’nun dikkat çektiği gibi insanlar makine gibi devlete hizmet etmektedirler. Aslında makine olan devlettir ve insanları öğütür sürekli, onları robotlaştırır ve kendine hizmet ettirmek için binbir türlü yolu dener.
Hukuk Devleti söylemi üzerine
“Hukuk devleti” kavramına gelirsek, bu devlet, totaliter diğer devlet biçimlerinden özünde farklılık değildir; biçimsel olarak farklı görünse dahi. Ancak devlet kendisini tehlikede hissettiğinde şiddetini de gösterir. “Hukuk devleti” bir anda totaliterleşir. Devlet ister totaliter, isterse hukuk devleti olsun sonuçta özü itibariyle şiddete dayalı ve savaşçıdır. Hukuk devleti sadece bunu daha iyi gizler.
Örneğin ABD ele alırsak, kapitalizmin en ileri biçiminin olduğu bir ülkede, ölüm cezası uygulanmakta ve dünyanın en kalabalık mahkûm nüfusuna sahip bir ülkedir. Devlet, şiddetini hem ölüm cezası uygulayarak, hem savaşçı karakteriyle gösterir içeride ve dışarıda. Bunu sürekli göstermek durumundadır. Emperyalist niteliği de öne çıkınca bu devlet daha çok şiddet örgütü niteliğiyle öne çıkar. Yani özünü sürekli açıkta tutmak durumunda kalır.
Etiketi ister “sosyalist” isterse ”kapitalist” olsun devletler aynı yerde buluşurlar şiddette. Bakunin devleti, şiddet örgütü olarak nitelerken işte tam da bunu kastediyordu.
Stirner’in bu tespiti her tür devlet için doğrudur. “Hukuk devleti” söylemi de dahil. Devletin özü, kendisi hukuk devleti olduğunu iddia etse de totaliterdir. Hukuk devleti söylemi, bu devletin gerçek yüzünü gösterdiği an biter. Bir örnek, Katalonya’da barışçıl gösteri yapan ayrılma yanlılarının polis ve yargı şiddeti ile zorla susturulmaları ve bastırılmaları. En son Katalon 3 milletvekiline seçilmelerine karşın mazbataları teslim edilmemişti. Peki hani nerede ‘demokrasinin’ fazileti, hukuk devleti? Bu uygulamayı kınayan bir Avrupa devleti duydunuz mu? Hukuk devleti sözdedir, özünde bütün devletler totaliterdir; bu devletin doğasından kaynaklıdır. Hukuk devleti, tehlikede olduğunu hissettiği an dişlerini gösterir, ısırır, totaliterleşir. Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Örneğin Almanya’da RAF üyelerinin hapishanede öldürülmeleri vb… Totaliter devlete sahip ülkelerde ise, bu çok daha görünürdür. Totaliter devletin dişleri her zaman görünür, hukuk devleti ise kendisini tehlikede hissetiği an dişlerini gösterir. Fark bu kadardır.
Bakunin, Devleti, “insanların hayatlarını yiyip bitiren bir soyutlama”, “bir ülkenin tüm canlı güçlerinin ve gerçek gayelerinin kendilerinin bu soyutlama adına gömülmelerine cömertçe ve mutlulukla izin verdikleri engin bir mezarlık” olarak görür.
1989 yılında Çin’de gerçekleşen Tiananmen Meydanı protestolarının 30. yıldönümü idi geçenlerde. Totaliter rejime karşı, daha fazla özgürlük için sessiz oturma eylemi, barışçıl gösteriler ve açlık grevi yapan ağırlıklı olarak öğrencilerin yer aldığı siviller tanklarla ezildi ve askerler tarafından öldürüldü. Çin Kızılhaç’a göre 2600, protestoculara göre ise 7 bin sivil, devlet güçleri tarafından öldürüldü. En az 10 bin kişi de yaralandı.
Çin tek tek bireyleri kontrol altına almış durumda, hepsini tek tek gözetliyor ve insanların toplu olarak bulunduğu yerlerde yüz taraması yapıyor; yüz tanıma sistemleri geliştirmiş. Devlet insanların attığı her adımı, görüştüğü her kişiyi, izleyerek, devlete ve resmi ideolojiye aykırı her eylemlerinde onları cezalandırıyor. Örneğin kredi notu yeterli olmayan birisine diğer bir kente seyahat izni verilmiyor vb… İşte devletin totaliter niteliği burada daha açık görülebiliyor, Stirner’in “bireyi sınırlamak, kontrol etmek, ona hakim olmak ve onu genel amaca tabi kılmak” dediğinin özü tam olarak bu örnekte gizlidir. Yapay zekâya bağlı bütün teknolojiyi, aynen Orwell’in öngördüğü şekliyle tek tek bireyleri ve toplumu baskı altına almak, denetlemek ve gerekirse elimine etmek için kullanıyor. Böyle bir sistem ayakta kalsa ne olur, yıkılsa ne olur… Bu sistem insanlık düşmanı bir sistemdir, tıpkı kapitalizm gibi. Hatta ondan da kötüdür.
Bertrand Russell, İngiliz lonca sosyalizminin perspektifinden şu saptamayı yapar: “Devlet güçlü olmaya devam ettiği sürece, sosyalist de olsa, birey yeterince özgür olamaz.” [7]
Burada aslında “devlet güçlü olmaya devam ettiği sürece” değil de, devlet olduğu sürece demek bence daha doğrudur.
Devlet olduğu sürece bu devletin sosyalist ya da kapitalist olması fark etmeyecektir. İkisi de aynı yere varacaktır, birisi devlet kapitalizmine ötekisi ise kapitalizme. Yani ikisi de kapitalizm sınırlarının dışına çıkmayacaktır. Yalnızca birisi diğerinin kötü bir kopyası olmuş olacaktır. Russell’ın, bireyin her iki sistemde de özgür olamayacağını tespit etmesi yerindedir. İkisinde de birey özgür değildir, ancak otoriter sosyalist modelde birey diğerinden daha köledir, daha az hakka sahiptir.
İkisinde de gerçek eşitlik yoktur. Sosyalist devlette eşitlik söylemdedir yalnızca, gerçekte yoktur. Sistemin elitleri vardır. Kulübede yaşayan adamla, sarayda yaşayan adam eşit olamaz.
“Krippendorff’a göre devlet, barışçılık şöyle dursun, insanın insan üzerindeki egemenliğinin tarihsel ve yapısal olarak gerçekleşmesidir. Şiddetten doğmuştur ve egemenliğini tekelleşmiş şiddet (asker, polis, bürokrasi) sayesinde güvence altına alır. Devlet savaşların nedenlerinden biridir ve devlet ile askeri örgütlenme biçimleri, yapıları ve taktikleri arasında, silah sistemlerinin toplumsal sınırları da dahil olmak üzere bir ilişki vardır. İnsanın insan üzerindeki şiddete dayalı egemenliği devletin içinde cisimleşir.” [8]
Rocker’e göre “sosyalizm ya özgür olur, ya da hiç olmaz.”[9]
Bu doğrudur, hatta sosyalizm, özgürlük olmadan Bakunin’in dediği gibi bir köleliktir. Kapitalist çağdaş kölelikten daha beter bir köleliktir bu. Ve totaliter bir rejime gider reel sosyalist ülkelerde yaşadığımız üzere.
O zaman devlet bir şiddet makinesidir, bir savaş makinesi… Bu savaş makinesinin ister sosyalist, ister kapitalist etiketli olması, onun savaş makinesi olduğu gerçekliğini değiştirmez. Bugün şöyle bir bakalım, birbirine komşu devletler bile en küçük anlaşmazlıkta bazen savaşa yönelmiyorlar mı?
Her ne kadar Deleuze ve Guattari, savaş makinesi gerçekliğine farklı bir yorum getirseler de, bu savaş aygıtı devletin dışında değildir, bizzat onun merkezindedir. Tarihe bakarsak bunu görürüz.
“Devletler ortak milli mitler etrafında örgütlenir. Birbirini hiç tanımayan iki Sırp birbirinin hayatını kurtarmak uğruna ölümü göze alabilir çünkü ikisi de Sırp milletinin varlığına, anavatanına ve Sırp bayrağına inanır.” der Harari. [10]
İşte devlet budur, devletin karakteri, doğası budur, tam da Proudhon’un dediği gibi. Gözetler, ezer, öldürür, tankla üzerinden geçer kendi yurttaşının. İşte çıplak gerçek budur.
“Anaksimandros, çevresine bakıp sorardı: Sonsuz bir şey var mıdır? Ve yine kendi kendine cevap verirdi: İnsanlar doğup ölüyor, devletler kurulup yıkılıyor, dünyalar doğup yok oluyor. Başlangıcı ve sonu olmayan tek bir şey vardır: Hareket.” [11]
Buna katılıyorum. Tarihinin yüzde 99.8’ini devletsiz bir biçimde yaşayan ve soyunu bugüne dek sürdürmeyi başaran insanlık ileriye doğru hareket etmeye devam edecek ve devlet’i aşacak ve özgür topluma geçiş yapacaktır. Tarihin tekerleği ileriye doğru dönüyor.
Erol Anar
Sürecek…
Yazının üçüncü bölümünü okumak için buraya tıklayınız.
Yazının ikinci bölümünü okumak için buraya tıklayınız.
Yazının birinci bölümünü okumak için buraya tıklayınız.
Dipnotlar
[1] Malatesta Hayatı ve Düşünceleri, sayfa 93.
[2] Crowder: Klasik Anarşizm, sayfa XI.
[3] Crowder, age, sayfa 131.
[4] Crispin Sartwell: Edepsizlik-Anarşi-Gerçeklik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s. 10-11.
[5] Stirner 1993: 284.
[6] Henry David Thoreau: Sivil İtaatsizlik, Kafekültür Yayıncılık, 2013, İstanbul, sayfa 11.
[7] Anarşizmin Bugünü, sayfa 19.
[8] Anarşizmin Bugünü, sayfa 26.
[9] Anarşizmin Bugünü, sayfa 33.
[10] Homo Sapiens, Harari, sayfa 28.
[11] M. Ilin-E. Segal: İnsan Nasıl İnsan Oldu?, Say Yayınları, sayfa 236.
Bu Yazı Dizisinin Kaynakları:
Andrew Heywood: Siyaset, BB101 Yayınları,19. Baskı, Kasım 2018.
Andrew Heywood: Siyasetin Temel Kavramlar ı , Adres Yayınları, 1. Baskı: Kasım 2012, Istanbul.
Andrew Heywood: Siyasi Ideolojiler.
Aristoteles: Politika, Çeviren: Mete Tunçay, Birinci Basım – Nisan 1975.
Bozkurt Güvenç: İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1979.
Crispin Sartwell: Edepsizlik-Anarşi-Gerçeklik, Ayrıntı Yayınları, 2.Baskı – 2015, İstanbul.
Devlet ve Anarşizm, Yeni Felsefe, http://www.yenifelsefe.com
Erksin Güleç, Ferhat Kaya: “İnsan Nasıl İnsan Oldu”, Ankara Universitesi,
Étienne de la Boétie: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev; Imge Yayinlari, 3. Baskı: Kasım 20 1 1, Ankara.
Frans de Waal: “Içimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz?”, Metis Bilim Yayinlari, Birinci Basim: Eylul 2008, Istanbul.
Franz Mehring: Karl Marx, 1. Cilt, sayfa 25-26
George Crowder: Klasik Anarşizm, Öteki Yayınevi, 1999, Ankara.
Georges Politzer: Felsefenin Temel İlkeleri, Sol Yayınları, 14. Baskı: Ekim 2000, Ankara.
Gordon Childe: Tarihte Neler Oldu?, 5. Baskı: Kırmızı Yayınları, 2009, İstanbul.
Hegel , Grundlinien der Fhilokophie -dek Rechts, hrsg . vo n Georg Lasson, 3. Auifl-, iLeipafcg 1930, § 272 Zus. Akt: Hegel’in Devlet Felsefesi, Macit Gokturk, dergipark.
Henry David Thoreau: Sivil İtaatsizlik, Kafekültür Yayıncılık, 2013, İstanbul.
Human Evolution, wikipedi
İlk Çağlardan Günümüze Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar, Tolga Uslubaş-Sezgin Dağ, Ekim 2007, İstanbul.
Jacob Bronowski: İnsanın Yükselişi,Türümüzün Biyolojik ve Kültürel Evrimine Renkli Bir Bakış, İkinci Baskı: Ankara 2009, Say Yayınları, sayfa 16.
Jared Diamond: İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği, Üçüncü Şempanze, Alfa Yayınları, 1. Basım: Mayıs 2013.
Jean Jacques Rousseau: İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, İdea Yayınları, pdf.
John Stuart Mill: Hürriyet Üstüne, Liberte Yayınevi, 4. Baskı, Çeviren: M. Osman Dostel.
Jose Saramago: Körlük, Can Sanat Yayınları, Çevirmen: Aykut Erman, 31. Baskı, İstanbul.
La Fontaine: Bütün Masallar, Çeviren Sabahattin Eyüboğlu, Baskı: Ayla Ofset 1984.
M. Ilin-E. Segal: İnsan Nasıl İnsan Oldu?, Say Yayınları, 2000.
Malatesta Hayatı ve Düşünceleri, Kaos Yayınları, 14 Felsefe – Teori – Tartışma Dizisi: 4, 1. Baskı: Mayıs 1999, İstanbul.
Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, Kaos Yayınları: 34, 1. Baskı: Eylül 2013, İstanbul.
Max Weber: Sosyoloji Yazıları, İletişim Yayınları, 8. baskı – Ekim 2006, İstanbul.
Metin Özbek: 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi, Bilim ve Gelecek Yayınları,2010.
Michel Foucault: İktidarın Gözü, Seçme Yazılar 4, Ayrıntı Yayınları, Üçüncü basım 2012, İstanbul.
Mihail Bakunin: Tanrı ve Devlet, Öteki Yayınevi, 1998, Ankara.
Mikhail Bakunin, Marxism, Freedom and the State, çev. K. J. Kenafick (Londra: Freedom Press, 1 950), s. 49. [“Marksizm, Özgürlük ve Devlet”, Tanri ve Devlet içinde, çev. : Sinan Ergün, Öteki Yay., 1 999.) Akt: Saul Newman, Bakunin’den Lacan’a, sayfa 49.
Noam Chomsky: Anarşizm Üzerine, Agora Kitaplığı, Birinci Basım: Ocak 2013, İstanbul.
P. Kropotkin: Anarşist Etik, e-kitap arşivi.
P. Kropotkin: Bir İsyancının Sözleri, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım: Ocak 2018, İstanbul, sayfa 22
P. Kropotkin: Ekmeğin Fethi, Öteki Yayınevi, 1. Baskı, epub.
Paul Avrich: Anarşist Portreler 2, Turkçesi: Osman Akınbay, Sarmal Yayınevi, Birinci baskı : Mayıs 1992, İstanbul.
Platon: Devlet, Bordo Siyah Yayınları.
Proudhon: Ondokuzuncu Yüzyılda Genel Devrim Fikri. Akt: Paul Avrich: Anarsist Portreler 2..
Richard Leakey: İnsanın Kökeni, Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
Saul Newman: Bakunin’den Lacan’a, Ayrıntı Yayınları, Birinci basım 2006, Istanbul.
‘Sosyoloji Kitabı’, Kolektif, Alfa Yayınları, 2. Basım 2017, İstanbul
State, wikipedi.
Sumer Ancient Region, Britannica, Written By: The Editors of Encyclopaedia Britannica, www.britannica.com
When our human ancestors first walked tall, Shireen Gonzaga, February 21, 2011, https://earthsky.org
Wolpoff 1980