Edebiyatın İşlevi Nedir?

Edebiyatın İşlevi Nedir?

 

Didem Görkay’ın Erol Anar ile yaptığı röportaj. “www.kimyazıyor.com”da 15 Mart 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

 

D.G: Uzun yıllardır farklı bir coğrafyada yaşayan bir yazar olarak Türkiye’de edebiyat dünyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni yazarları nasıl değerlendiriyorsunuz?

EA: Dışarıdan Türkiye’ye baktığımda, pekçok alanda olduğu gibi edebiyat alanında da bir gerileme, kısırlaşma olduğunu görüyorum. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil, birçok yerde böyle. Ne yazık ki basılan kitapların içeriği nitelik olarak azalıyor diye düşünüyorum. Yeni yazarları izleme şansım yok. Daha çok farklı dillerde de okumalar yaptığım için Türkiye’deki yeni yazarları izleyebildigim söylenemez. Ama genel olarak şöyle bir değerlendirme yaptığımda, edebiyat alanında çok da parlak bir durumda olmadığımızı tespit edebiliyorum kendimce. Edebiyat alanındaki bu yozlaşma elbette toplumsal yozlaşmadan, siyasal iktidardan bağımsız bir yozlaşma değil. Onun getirdiği uygulamalar her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da hissedilebiliyor. Bunun bu uzun vadede etkisi daha olumsuz olacak diye algılıyorum. Dünyanın her yerinde kitap okuyan sayısı azalıyor, Türkiye’de ise belki birçok yerden daha fazla. Bunu sosyal medyadan görebiliyorum. İnsanlar kitaplardan sözler paylaşıyorlar, bunu seviyorlar; ama çoğunluğu sözler paylaştıkları kitapları okumuş değil. Daha kötüsü okuma niyetinde de değiller. İmaj yeterli oluyor onlara.

 

DG: Brezilya’da yaşamaya karar verirken sizi etkileyen unsurlar nelerdi? Size bu kararı verdiren ne oldu?

EA: Brezilya’da yaşamaya karar vermem dört beş yıllık bir süreç sonunda oluştu. Bu aşamada şimdiki eşimi tanıdım ve ilişkimiz ilerledikçe, gidip geldikçe burada yaşamaya zamanla karar verdim. Türkiye’de de yaşayabilirdik, ama burada yaşamamın üretimim ve kültürel zenginliğim açısından daha iyi olacağını da düşündüm, yani birlikte düşündük. Diğer yandan çocukluktan bu yana kuzeyden güneye Amerika kıtasına özellikle ilgim vardı ve Amerika kıtasında beni çeken çok şey vardı. Özellikle Kuzey Amerika ve Güney Amerikalı yazarları seviyordum, bunun da biraz etkisi var.

 

Anar: İçinde yaşadığımız postmodern zamanlarda edebiyatta bölgesel dilin ya da yerel kültürün motiflerinin de giderek azaldığını gözlemleyebiliriz.

 

DG: Brezilya’daki sanat hayatı ve edebiyat konusundaki gelişmeleri Türkiye ile kıyaslarsanız ortaya nasıl değerlendirmeler çıkar?

EA: Brezilya’da sanat hayatı ya da özellikle edebiyatı ele aldığımızda, buranın elbette kendine özgü özellikleri var. Ancak son benim bulunduğum son 15 yıllık dilimi ele alırsak, özellikle kitap yayınında belirli ölçüde bir gerileme oldu; yani daha az kitap basılıyor krizden dolayı. İkincisi daha az kitap satılıyor, dünyanın her yerindeki sorun bu, çünkü özellikle  tablet ve cep telefonlarıyla yani sosyal medya ile meşguller insanlar. Dolayısıyla bu kitap basılmasını, satılmasını, okunmasını giderek zorlaştırıyor. Burada da tabi burası çok büyük bir ülke olduğu için -Türkiye’nin 11 katı büyüklüğünde- farklı sorunlar da var yoksulluk gibi. Dolayısıyla edebiyat çok fazla talep gören bir alan değil, müzik dışında sanat da öyle diyebilirim. Çok fazla ilgi yok. Daha çok eğlenceye, gösteriye yönelik kültürel etkinlikler var: Örneğin karnaval gibi.

 

DG: Edebiyatta bölgesel kullanılan dilin ya da ifade edişsel tutumun toplumda yansıması nasıldır? Toplumsal bellek dediğimiz durumun günümüz edebiyatındaki karşılığı nedir?

EA: İçinde yaşadığımız postmodern zamanlarda edebiyatta bölgesel dilin ya da yerel kültürün motiflerinin de giderek azaldığını gözlemleyebiliriz. Bir yazarın evrensel olmasının yolu eskiden, onun içinde bulunduğu yerel kültürün özelliklerini yansıtma başarısında saklıydı. Yazar, yerel kültürü ne kadar başarılı olarak yansıtırsa, o kadar çok evrensel olana ulaşıyordu. Ancak günümüzde postmodern zamanlarda bu biraz belirsizliğe uğradı. Toplumsal bellek ise, edebiyattaki anlamını giderek yitiriyor. Ve birbirinden tamamen bağımsız, silik kişiliklerin, olayların olduğu bir edebiyat türü egemen oldu bugün dünyada. Bu da olumlu mu, olumsuz mu orası ayrı bir değerlendirme Ama bu bir gerçekliktir bence. Bu noktada küreselleşme, edebiyattaki bölgesel yerel dili olumsuz olarak etkiledi diye düşünüyorum. Yani küreselleşme, küresel anlamda kültürlerin de birbirine benzemesini beraberinde getiriyor. Örneğin Çin’de McDonald’sa giden bir Çinli için artık yerel yemek kültürleri çok da önemli olmayabilir zamanla. Bu da edebiyata yansıyor bir şekilde.

 

DG: Tutsaklık, kuşatılma bireyin kapitalist düzene boğdurulması ve bu yöndeki diğer olguların temelinde yatan nedir ve edebiyatın ifade edişleri bunları hangi perspektifte belirgin kılar?

EA: Tutsaklık, kuşatılma, yabancılaşma, bireyin sistem içinde öneminin yitmesi elbette ki son tahlilde ideolojik bir sorundur ve bu ideolojik soruna da o çerçevede bir yanıt getirmek gerekir. Ancak bugün baktığımızda demin söylediğim gibi postmodern zamanlarda örneğin yeraltı edebiyatında ve birçok egemen anlayışta bu ideolojik boyutu gözden kaçırılmıştır; daha çok bireysel, bireyin kendine özgü çözümler geliştirdiği ve bunu toplumsal olandan kopuk olarak yaptığı bir anlayış vardır edebiyatta. Öte yandan bireyi toplumun içinde boğan, yok eden, onu salt propagandanın bir malzemesi olarak gören toplumsalcı anlayış başarısızlığa uğramıştır. Yani bugün edebiyatta bir belirsizlik egemendir, bu perspektif  şöyle olabilirdi: Bireyi ne sisteme, ne de topluma kurban etmeden, onun birey olarak özgünlüğünü, eşsizliğini kabul eden bir anlayışla. Yani aynı anda hem bireyle, hem de toplumla ilişki kuran bir anlayış. Çünkü şimdiye kadar ister bireyci, isterse toplumcu edebiyatta ve ideolojilerde birey boğulmuştur. Onu toplumun içinde yok etmeden, yani bireyi birey olarak  ele alarak, ama toplumsal olan ile de bağını kurarak yeniden tanımlamak. Bu da henüz yeterince yapılmayan bir şey bence.

 

DG: Edebiyatta bölgesel ayrımlar var mıdır? Mesela Ortadoğu edebiyatı ve Latin Amerika edebiyatının toplumsal bağlamı dışavurumu arasında nasıl bir ayrım ya da benzerlik var?

Evet edebiyatta böyle bölgesel ayrımlar var. Örneğin Latin Amerika edebiyatı dediğimizde işte Garcia Marquez’i, Isabel Allende’yi, Vargas Llosa’yı, Carlos Fuentes’i ve birçok yazarı birlikte düşünebiliriz. Ya da Kuzey Amerika edebiyatı dediğimizde Jack London, Ernest Hemingway, Sherwood Anderson ve birçok yazarı yine bölgesel olarak kategorize edebiliriz. Ancak bu izler günümüzde giderek belirsizleşiyor ve değişiyor. Çünkü yerel motifler, bölgesel dil edebiyatta kayboluyor, izi kalmıyor yavaş yavaş. O nedenle Kuzey Amerikalı bir yazarın yazdığı ile Japon bir yazarın yazdığı arasında günümüzde pek bir fark olmuyor postmodern edebiyat anlamında. Onun için bu tip kategoriler giderek azalıyor diye düşünüyorum.

 

DG: Edebiyat bilinçli bir birey yaratabilir mi?

EA: Edebiyat bilinçli bir birey yaratabilir mi? İşte bu toplumsalcı edebiyat anlayışının ana konusu oldu yıllarca ki, bireyi edebiyat aracılığıyla bilinçli bir varlığa dönüştürmek yanlış bir yöntemdir ve işe yaramaz. Bence edebiyat bilinçli bir birey yaratamaz; edebiyatın işlevi bu değildir. Edebiyat ideolojinin basit bir parçası, bir propaganda malzemesi de değildir. Dolayısıyla edebiyat bilinçli bir birey yaratamaz, ama belki bireyde bazı duyarlılıklar oluşumasına yardımcı olabilir. Bunu da bir misyon yüklenmeden, zorlanmadan kendi doğallığı içinde yapabilir. Ayrıca bu bilinç nedir diye düşünebiliriz, hangi bilinci yaratmak istiyoruz, nasıl bir bilinç olacaktır bu? Bence edebiyatın işlevi bilinçli bir birey yaratmak değildir. Bu yüzden edebiyatta Çernişevski’yi değil, Dostoyevski’yi tercih ederim.

http://www.kimyaziyor.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!