Abhazya ve Adigey Notları (5)

Abhazya ve Adigey Notları (5)

Soçi

O gün hava güneşliydi ve denizin rengi ise masmavi idi. Uzak maviliklerde top top bulutlar denizin mavisi ile bütünleşiyordu. Martılar uçuyordu bir o yana bir bu yana.

Ahmet amca o gün evde yalnızdı. Rus olan eşi ise o sırada evde değildi. Bize meyve ikram etti. Ve öyküsünü anlatmaya başladı.  
“Evet çocuklar, ben yıllardır burada yaşıyorum. Önce bir süre Moskova’da yaşadım, daha sonra 1970’li yılların başında Maykop’a geldim, burada evlendim. Yıllardır da burada yaşıyorum.”
“Ahmet amca, biraz siyasi yaşamınızdan söz eder misiniz?”
“Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) eski üyelerindenim çocuklar, şimdilerde bizi ‘eski tüfek’ diye çağırıyorlar. Türkiye’de uzun yıllar illegal olarak parti faaliyeti yürüttüm. İsmail Bilen, Nazım Hikmet benim arkadaşımdı. Bir ara tutuklandım ve hapis yattım. Çıktıktan bir süre sonra tekrar polis ve MİT tarafından aranıyordum. Daha sonra parti talimatıyla yurt dışına çıkmam istendi. Sovyetler Birliği’ne gidecektim.”
Ahmet amca hem konuşuyor, hem de sürekli mutfağa gidip gelerek bize bir şeyler ikram ediyordu. Ziyaretimizden çok mutlu olmuştu.
Heyecanlamıştı, anlatmaya devam etti:
“Samsun’dan karşıya geçecektim. Bir tekne ile anlaştım. Bu tekne illegal olarak beni Karadeniz’ìn karşı kıyısına bırakıp dönecekti. Samsun KGB’si peşimdeydi, bu yüzden çok dikkatli davranıyordum.’’

Maykop

Anlattığına göre Ahmet amca, MİT ve KGB’den çok çekmişti.  Yıllar sonra MİT’e de KGB diyordu.  Bu yüzden içinde hâlâ izlendigine dair şüphe taşıyordu.

Duygulanmıştı, ağlamaya başladı:
“Çocuklar kusura bakmayın. Çok özlemişim oraları. Kırk yıl geçti neredeyse. Bir daha da ziyaret edemedim, gidemedim.”
Daha sonra bir mendil ile gözyaşlarını kuruladı. Bir süre sustu ve öyküsünü anlatmaya devam etti:
“Samsun’dan bir gece vakti tekne ile yola çıktık. Fırtına çıktı, teknemiz akıntıda giden bir kibrit çöpü gibi sallanıyordu. Ölüm tehlikesi atlattık. Yiyeceğimiz bitti, aç kaldık. Tam dokuz gün sonra karşı kıyıya, Sovyetler Birliği’ne ulaştık.”
Ahmet amcanın anlattığına göre, bu uzun yolculuktan sonra tekne nihayet Batum’a ulaşmıştı. Yolculuk uzun sürmüştü, çünkü takip edilmemek için bazen tekneyi ters yöne sürdüklerini belirtti. Burada, KGB tarafından gözaltına alınarak sorgulanmıştı. TKP’nin devreye girmesiyle serbest bırakılmış ve Moskova’ya gitmişti.
“Bekleyin bir dakika çocuklar size bir şey göstermek istiyorum.” dedi.
Bir süre sonra elinde bir takım kâğıtlarla geri döndü:
“Bunlara bir bakmanızı istiyorum.” dedikten sonra elindeki kart ve kağıtları bize gösterdi.
“Bu mektuplar Nazım Hikmet’ten gelmişti. Diğerleri ise parti ileri gelenleri ile yaptığım kişisel yazışmalardır.” dedikten sonra bunlara bakmamıza izin verdi.
Bir kartpostalı elime alıp baktım. Nazım Hikmet, kendi el yazısıyla yazıp imzalayarak Ahmet amcaya göndermişti. İnanamıyorduk. Elimizde, Nazım’ın kaleminden çıkmış orijinal mektup ve kartlar vardı. Müzede bile olsa bunları elinize almanıza izin vermezlerdi. Bunlar Ahmet amcaya özel yazılmıştı. Bazı mektuplarda, Nazım’ın kendi el yazısıyla yazdığı şiirleri yer alıyordu. Belki bunların bazıları hiç yayınlanmamış olabilirdi. Bir diğer mektup, İsmail Bilen’den gelmişti.
“Ahmet amca bunların fotoğrafını çekelim, seninle röportaj yapalım.”
Ahmet amca, bu teklifimizi geri çevirdi.
“KGB yeniden peşime düşer. Sizin de başınıza Türkiye’de bu nedenle bir şey gelmesini istemem, sonra siyasi polis sizi tutuklar.”
“Bunların hepsi tarihi belge amca.”
“Evet, bunların hepsini Moskova’daki müzeye bıraktım. Ben öldükten sonra onlar gelip teslim alacaklar.”
Daha sonra Ahmet amcaya veda ettik. Bize sıkı sıkı sarıldı. Yine gözleri yaşarmıştı. Ziyaretimizden yaklaşık iki yıl sonra onun vefat ettiğini öğrendik. Huzur içinde uyusun.
Sonraki günlerde gezmeye devam ettik.
Buradan Hollanda’ya gitmek için bilet almamız gerekiyordu. Bunun için Krasnodar’a gitmemiz gerektiğini söylediler. Krasnodar yakınlardaki en büyük kent idi. Bir otobüs ile kente gittik ve daha sonra otobüs terminalinden bir taksiye binerek, havaalanına ulaştık.

Öğleden sonra idi. Buna rağmen buradaki dükkânların yarısı kapalıydı. Çalışma saatleri bile dükkândan dükkâna değişiyordu. Bir görevli kız ile İngilizce konuşarak derdimizi anlattık. Kız, çok güzeldi ve Paşa neredeyse ona aşık olmuştu. Görevli kız bize, Hollanda’ya gitmek için Moskova’ya gitmek dışında bir seçeneğimiz olmadığını söyledi.

Buradan bilet bile alamıyorduk. Dünyanın her yerinde iki kere iki dört, burada beş idi, yine hatırladık bu sözü. Bunun üzerine Türkiye’ye dönmeye ve oradan Hollanda’ya gitmeye karar verdik.
Günler böyle hızla geçti. Dönme günü gelmişti. Yine taksi ve sonra trenle Soçi’ye gittik. Buradan akşam gemi ile Trabzon’a gidecektik. Akşama kadar vaktimiz vardı.
Öğle vakti sahil kenarında bir pizza yedik. Genellikle aileler vardı plaj kıyısında. Oturduğumuz restoran ise tam plajın kıyısında idi. Restoranın  ikinci katına çıktık ve dışarıda taraçada denizi gören bir masaya oturduk, birer de buz gibi bira içtik orada sakince. Soçi’yi çok beğenmiştik, çok güzel, yeşil ve mimarisi ve planlı yerleşimiyle oldukça güzel ve görmeye değer bir kentti.

O gün hava güneşliydi ve denizin rengi ise masmavi idi. Uzak maviliklerde top top bulutlar denizin mavisi ile bütünleşiyordu. Martılar uçuyordu bir o yana bir bu yana.

“Burası bizim kentimizdi bir zamanlar.” diyordu Paşa. BSahil boyunca küçük bir eğlence parkı ile birçok restoran vardı.
Sonra eğlence parkında tüfek atışı yaptık, hiç fena değildik, birkaç küçük hediye bile kazanmıştık. Bir de hiç unutmuyorum bol miktarda beyaz golf şapkası almıştık hediyelik olarak. Çok ucuz ve şık şapkalar idi.
Yaklaşık iki haftalık Abhazya ve Adigey maceramız sona ermişti.

Bitti…

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!