Sana Mektuplar: Tatminsiz Birey Üzerine Birkaç Not

Sana Mektuplar: Tatminsiz Birey Üzerine Birkaç Not

 

Bu insan tipi artık her şeyden sıkılmış, paradan, paranın getirdiği iktidardan, ikili ilişkilerinden, yolculuklarından, güzel yemeklerden… Bunları çoğunluğun yapamıyor olması bile onu mutlu etmiyor. Hiçbir şey artık onun tatmin olmasını ve kendisini mutlu hissetmesini sağlamıyor ne yazık ki. 

 

Sevgili Uzaklar,

Çoktandır ara vermiştim sana yazmaya özür dilerim. Ama hiç aklımdan çıkmış değilsin inan sevgilim.

Sosyal medya aynasına bakınca kendimizi ne kadar da beğenip önemsediğimizi görüyorum. ‘Küçük dağları ben yarattım’ havasına giriyoruz ister istemez. En iyi elbiseleri biz giyiyoruz, en iyi yemekleri biz yiyoruz, en güzel yerlerde biz varız, en güzel şiirleri, romanları biz yazmışız ya da okumuşuz vs… Kendimizi olduğumuzdan en az dört beş kat büyük gördüğümüz kesin. İşin garip tarafı bu hiçbirimize tuhaf gelmiyor. Başkalarının bunu yaptığını görürken şaşırmamamız, kendimizin de böyle davrandığını bildiğimizden olsa gerek.

Şu resimdekine benziyor durumumuz: Kedi aslan yelesi takmış, burnu havada mağrur aslan havalarında. Ama o bir kedi. Kendisini aslan görse bile, bu onun bir kedi olduğu sonucunu değiştirmiyor.  Aynaya da bakmayınca ve çevresindekiler de ona sanki aslanmış gibi davranınca, kedinin kendisi bile aslan olduğuna inanıyor. İşte durumumuz bundan ibaret sevgilim.

Kendini aslan sanan bir kedi, kendini kedi olarak kabul edip ona göre davranan bir kediden daha güçsüzdür. Aslında bu teoriyi günlük yaşamımızdan güncel politikaya kadar uyarlayabiliriz. Çünkü aynı şey politikacılar için de geçerli. Onların çoğu da kendini aslan sanan kedi dünyada.

***

“Her iki sevgili, eş de yirmi yaşında olunca sorun yok; her şey tozpembe ve mükemmel görünüyor. Ama yıllar geçtikçe bu mükemmelik düşüncesi kirletiyor bir yerlerde.” demiştin.

Evet ne yazık ki öyle sevgilim. Bu şuna benziyor: Yeni boyanmış, bir duvar mükemmel  görünür. Ama zaman geçtikçe boya çatlar, sızıntı yapar bir yerlerden. Artık duvar giderek pürüzlü ve kirli görünmektedir. İşte bizim ikili ilişkilerdeki durumumuz da bundan ibaret sevgilim; derin bir yabancılaşmanın tutsaklarıyız biz. Sonra birbirlerini denetleyen ve onların özgürlüğünü kısıtlayan iki gardiyana dönüşüyor eşler, sevgililer. Bu mahkûmiyet ise, bir ömür boyu sürüyor.

Mükemmellik kirletir mi? Evet kirletiyor. Çünkü mükemmelik değil, ama mükemmelliğe yakın bir durum bu. Örneğin her şeyin yolunda gidiyor gibi göründüğü, ekonomik sorunun olmadığı, sevdiğin kişiyle birlikte olduğun, yediğinin önünde yemediğinin arkanda olduğu bir durumdan söz ediyorum sevgilim.

Ama bir yerde okuduğum bir söz bu durumu açıklıyor bence: “Sıkıntı yoksa, sıkıntı var demektir.”

Eğer her şey yerli yerindeyse ve birey bu cendereden çıkacak gücü kendinde bulamıyorsa, sonu hiç de iyi değildir bu hikâyenin. Sıkıcı bir cennet, yalnızca zaman geçirilen ve ölüme kadar rutin olarak aynı şeylerin tekrar edildiği bir sanal cennet düşüncesi belki. Cennetten daha sıkıcı hiçbir yer yoktur gerçekte inan bana sevgilim.

Bu insan tipi artık her şeyden sıkılmış, paradan, paranın getirdiği iktidardan, ikili ilişkilerinden, yolculuklarından, güzel yemeklerden… Bunları çoğunluğun yapamıyor olması bile onu mutlu etmiyor. Hiçbir şey artık onun tatmin olmasını ve kendisini mutlu hissetmesini sağlamıyor ne yazık ki. Yapabilme, iktidar sahibi olma gücü aynı zamanda bireyi iktidarsızlaştırmış. Artık onun kadar çabuk sıkılan, tatminsiz birisi yoktur. Yaptıklarından zerre kadar zevk almadan, bir robot gibi onları tekrarlar günlük yaşamında. Hayatı bir tatminsizlikler ve dış dünyaya karşı ise mutluluk rolü yapmaktan ibarettir.

Mutluyuz, mutlusunuz, mutlular… İşte sosyal medyanın özeti bu sevgilim.

“Gösteri üç gün boyunca bir şeyden bahsetmediği zaman o şey hiç var olmamış gibidir. Çünkü artık gösteri başka bir şeyden bahsediyordur ve kısaca bundan böyle varolan o başka şeydir.” [1]

Sosyal medya çağında ise bu üç gün değil, bir saat bile sürmüyor artık. Hız o kadar büyük kü, insanlar bir akıntıya kapılmış gibi kendilerini bu dev dalgaya bırakmışlar.

Aslında gösterme tutkusu o kadar fazla ki, içinde bulunduğu anı bile yaşamayı bırakıp, bu anı başkalarına gösterme ve kendisinin ne kadar şanslı olduğunu ortaya koyma zorunluluğu hissediyor birey.

Kendi filmindeki rolünden artık sıkılan birey, bu filmi sanki çok iyi bir şeymiş gibi diğerlerine izlettirmek ve böylece kendisinin onlardan daha şanslı olduğunu kanıtlamak istiyor gibidir.

Bu monotonluk ve sıkıcılık hayatı da anlamsızlaştırıyor. Yolculuk yapmak bile sıkıcı bir rutine dönüşebiliyor. Çünkü artık çaba yok erişilmesi gereken şeye. Her şey zaten elinin altında. Derin bir tatminsizlik, giderek de derinleşiyor. Mutluluk rolü yapmaktan, gerçek küçük mutlulukları elimizden kaçırıyoruz sürekli. Mutlu insan rolü yapmaktan sosyal medyada ve gerçek hayatımızda mutluluğun ne olduğunu unuttuk neredeyse sevgilim.

Yani Kafka’nın dediği gibi sevgilim: “Kendi içimizde zaman zaman boğuluyoruz.”[2]

Sosyal medya çağının “postmodern” bireyi sıkışmış ve kuşatılmıştır. Ve bu durumunun farkında bile değildir. Özgürlüğü satın almaya ve yolculuk yapabilmeye indirgenmiştir. Anlam ve renkler yoktur artık yaşamında. Xanax ve Prozac tutkunudur o. Antidepresif ve kaygı-endişe giderici ilaçlarla hayata dayanmaktadır aslında. Sosyal medyada yayınladığı fotoğraflarında dudaklarındaki sahte gülümseme ölümcül ve acı doludur.

Guy Debord, “çağımız için kutsal olan tek şeyin yanılsama, kutsal olmayan tek şeyin ise hakikat olduğunu” söyler. [3]

Bu bağlamda, bu sanal ortamdaki birey yanılsama ile hakikati artık birbirine karıştırmaktadır. Neyin gerçeklik, neyin hakikat, neyin doğru olduğunu artık bilememekte ve tamamen bir yanılsama dünyasında yaşamaktadır.

Sevgiyle kal…

 

Erol Anar

10 Ocak 2019

Santa Catarina

 

[1] Guy Debord: Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, sayfa 177.

[2] Franz Kafka: Dönüşüm, Can Yayınları, İstanbul.

[3] Debord, age, sayfa 33.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!