Boynumdaki Görünmez Kravat

Boynumdaki Görünmez Kravat

Zaten kravat takmayı sevmezdim. Ama o kravatı görünmez bir biçimde hâla boynumda taşıyorum: İnsanların ne kadar küçük şeylere tenezzül edebilecekleri dersiyle birlikte. Ve hayatım boyunca böyle küçük şeylere tenezzül etmemiş olmanın kıvancıyla.

1996 yılıydı. Hollanda’dan, “İnsan hakları ve sanat, kültür alanındaki baskılar” başlıklı çeşitli panellerde konuşmak üzere davet edilmiştik. Üç toplantı yapılacaktı: Bunlardan birisi Amsterdam’da diğerleri ise Tilburg ve Rotterdam’da olacaktı. Ben toplantılara İnsan Hakları Derneği adına katılacaktım, onlar ise benim de üyesi olduğum Edebiyatçılar Derneği adına. Bizi davet eden Hollandalı ve Türkiyelilerin kurduğu bir vakfın yöneticisi Neşe hanım idi.

Panellerde dört konuşmacı vardı: Bir avukat, yine zamanın Edebiyatçılar Derneği’nden iki şair ve ben.

Şairler imzalamak için yanlarında kendi kitaplarını da getirmişler. Kitaplar havaalanında kaybolunca canları sıkılmıştı. Sonradan öğrendiğime göre Neşe hanım bu kitapların ederini toplu olarak onlara ödemiş. Benim o sırada henüz yayınlanmış  bir kitabım yoktu. Sadece elimde üzerinde çalıştığım bir kitap taslağı vardı.

Havaalanında Neşe hanım bizi karşıladı. Beni almaya da Halil Hatko ağabey ve Meltem yenge gelmişti Orada bulunduğumuz süre içerisinde, onlar, Neşe hanımın evinde kalacaklardı, ben de Amsterdam’da Halil ve Vural ağabeylerin evlerinde kalacaktım.

Amsterdam Üniversitesi’ndeki toplantıda daha çok Hollandalı izleyici vardı. Konuşmalarımız simültane çeviri ile Hollandalılara aktarılıyordu. Toplantı bitiminde kısa bir müzik konseri de vardı. Bu küçük konser, yıllardır Avrupa’da sürgünde yaşayan ünlü protest müzik sanatçısı Ali Asker tarafından gerçekleştirilecekti. Toplantıdan önce kendisiyle tanıştık. O da bizi dinleyecekti.

Toplantı bir buçuk-iki saate yakın sürdü. Ben daha çok tarihsel olarak Türk devlet yapılanmalarındaki militarizm ve insan hakları ihlalleri üzerinde durmuş, bu çerçevede Selçuklu ve Osmanlı devletleri üzerine de konuşmuştum. Ama zaten bugünkü sorunların temelinde bu militarist yapılanmanın olduğunu belirtmiştim.

Toplantıdan sonra bir süre ara verildi, daha sonra müzik konseri gerçekleşecekti. Ali Asker, yanıma geldi:

“Erol, neden 12 Eylül’den bahsetmedin?” dedi.

“Ali ağabey, amacım oraya gelmekti, ama süre yetmedi. Ama bugünkü darbelerin ve insan hakları ihlallerinin tarihsel nedenlerden kaynaklandığını belirttim.”dedim.

Kendisi 12 Eylül kurbanlarından olduğu için haklı olarak daha çok o dönem üzerinde konuşulmasını istiyordu.

Böyle bir süre sohbet ettik.

“Erol, şiir gönderin bana, bestelerim.” dedi.

Ama ben şiirden çok düz yazı alanında kendimi ifade ediyordum.

O geceden sonra Amsterdam dışında iki toplantı daha yaptık. Dönüş günü gelip çatmıştı. Havaalanına ben yine Meltem yenge ve Halil ağabeyler ile geldim. Onları da  Neşe hanım getirmişti. Neşe hanım, bana bir hediye aldığını ve Şairlerden birisine verdiğini, onun da bavuluna koyduğunu söyledi. Türkiye’ye ulaşıp bavulunu alınca, küçük paketi bana ileteceğini söylemiş. Teşekkür ettim.

Ankara’ya ulaştıktan sonra havaalanında otobüse bindik ve şehir merkezine gittik. Benim hediyeden hiç haber yoktu, adamın unuttuğunu düşünerek ben de istemedim.

Aradan birkaç ay geçtikten sonra Genel Sekreter ile Kızılay meydanında karşılaştık. Beni görmemiş gibi geçti gitti yanımdan, ben de seslenmedim. Bir küçük hediyeye tenezzül edip üzerine yatan bir insanla selamlaşsam ne olur diye düşündüm. O an vermeyi unutmuş olsa bile, üzerinde adım yazılı olan paketi sonradan bana iletebilirdi. Eğer Neşe hanım o hediyeyi ona değil de diğer şaire verseydi, o böyle yapmaz kesinlikle bana iletirdi diye düşündüm. Neşe hanım, “Bir de rakıları var, her gün içeçecekler ille de.” demişti. Bunlar içmeden gün geçirmezlerdi, ille de rakı içerlerdi her gün.

Aradan bir yıl kadar zaman geçti. Yine bir toplantı için Hollanda’ya gitmiştim. Orada bir dernekte Neşe hanımla karşılaştım.

“Erol bey, o gün o yaşlı Şair, sizin hediyenizi iletti mi size?” dedi.

“Hayır vermedi. Daha sonradan da bana bir şey iletmedi.”

“Küçük bir hediye almıştım o günün anısına: Bir kravat idi.”

“Beni düşünüp hediye almış olmanız yeter, teşekkürler, benim için önemli olan budur.”

“Unutmasına imkan yok. Çünkü hediye paketinin içine size hitaben bir not yazmıştım.” dedi.

Zaten kravat takmayı sevmezdim. Ama o kravatı görünmez bir biçimde hâla boynumda taşıyorum: İnsanların ne kadar küçük şeylere tenezzül edebilecekleri dersiyle birlikte. Ve hayatım boyunca böyle küçük şeylere tenezzül etmemiş olmanın kıvancıyla.

 

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!