Akdeniz Anıları (28)

Akdeniz Anıları (28)

Akşam balkondaydım yine geceye yıldızlara bakıyordum. Ilık bir yaz akşamıydı, denizden bu yana bir yel esiyordu.

Lütfü’yü aradım.

“Ne yapıyorsun gözüm?” dedim.

‘İyi senden ne haber?” diye sordu.

“İyi,” dedim “bavulunu hazırla yavrum, iki güne geliyorum.”

“Ha ha ha!” güldü, “bavul hazır.” dedi.

Evinden bir süre ayrılmak ve bizde kalmak istediğini söylemişti daha önce.

“Moruk,” dedim “takma kafaya bir süre ayrı kalırsan eşinden, belki düzelir her şey.”

“Bakalım,”dedi “deneyeceğim.”

Sonra Demet’i aradım:

“Nasılsın?” diye sordum.

“Aramayacağını sanmıştım bugün. Çok iyi değilim bugün nedense,” dedi, “sen nasılsın?

“Aramaz olur muyum? Ben de iyiyim sa ğol. Balkondayım yalnız.”

“Evet o ünlü balkon!” dedi.

“Seviyorum böyle yalnız başıma geceye ve yıldızlara bakarak şarkı dinlemeyi, düşünmeyi.” Şehrin ışıkları yanıp sönerken, tatlı bir rüzgâr esiyor denizden bu tarafa doğru. Bazen geç kalmış kuşlar geçiyor çığlık çığlığa uzaklardan. Sesleri belli belirsiz duyuluyor.” dedim.

“Evet şiir gibi bir akşam galiba, ben de olsaydım keşke orada. Moralim biraz bozuk, neden bilmiyorum bugün öyle biraz üzgün hissediyorum kendimi.”

“Evet,” dedim “bazen olur öyle. Bak sana bir fıkra anlatayım dinle belki neşelenirsin.”

“Tamam anlat, dinliyorum.” dedi Demet.

“Ölüm mahkûmunun yanına bir rahip girmiş ve demiş ki, ‘Oğlum sana tanrının sözünü getirdim.’ Mahkûm, rahibe bakmış ve şöyle demiş: ‘Boşa nefes tüketiyorsun rahip. Ben onun yanına gidiyorum birazdan, bir mesajın varsa götüreyim.’

“Ha ha ha ha!”

Demet ile konuştuktan sonra bira içerek, müzik dinlemeye başladım. Livaneli dinliyordum: “Sevda Değil” şarkısını.

“Bir şafaktan bir şafağa
Bir akşamdan bir akşama
Merhaba demeden daha
Bu gitmeler gitmek değil

Eğil dalga bükül demir
Güzelliğin gerçek değil
Penceren kör kapın kitli
Bu bendeki seyir değil

Eğil salkım söğüt eğil
Bu benimki sevda değil
Eğil yağmur rüzgar eğil
Bu benimki sevda değil

***

Ertesi sabah yine erkenden Kaptan’ın yerine gittim. Bir saat kadar yazdıktan sonra Kaptan iki taze çay getirerek masama geldi.

“Sağ ol Kaptan, bugün son günüm burada. Yarın otelden ayrılıyorum, gece de Ankara’ya geri döneceğim.

“Evet ya, söylemiştin, alışmıştık sana.”

“Evet ben de öyle Kaptan. Arayacağım sohbetlerini. Ama telefon numaramı bırakayım sana, işte bu kağıtta yazılı. Bazen telefon ile görüşebiliriz en azından bir dost sesi bazen.”

Kaptan kâğıdı aldı ve başka bir kâğıt buldu geldi, o da telefon numarasını ve adresini yazarak bana verdi.

Daha sonra biraz sohbet ettik her zaman olduğu gibi hayat ve insanlar üzerine.

“Bugün biraz düşünce ve ifade özgürlüğünden söz etmek istiyorum Kaptan. Çünkü hayatım boyunca bunun için mücadele yürüttüm. Şöyle bir bakıyorum en özgürlükçü olduğunu söyleyen insanlara bile şöyle bir yaklaşımları var: ‘Düşünce özgürlüğünü savunuyorum, ama benim düşüncem tek ve tartışılmaz doğrudur.’ Dolayısıyla ‘benim gibi düşünmek zorundasın.’ diyor. Yani doğrunun kendi tekelinde ve tek olduğunu düşünüyor çoğu insan; bu nedenle onu diğerine yapabilirse zorla dayatmaya çalışıyor. Aynen devletler ve hükümetlerin yaptığı gibi, ona karşı çıkanlar da onları taklit ederek, gücü ellerine aldıklarında aynı dayatmayı uyguluyorlar.”

Kaptan çayından bir yudum aldı ve,

“Katılıyorum,” dedi, “bütün çatışmalar ve savaşlar buradan çıkıyor. Halbuki dayatma kendi doğrunu, neye inanırsan inan ama; o zaman insanlar barış içinde yaşayabilir.”

“Daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünyaya ulaşmak için, kendi ‘doğru’nu tek doğru olarak görmekten vazgeçeceksin. Başkasının senden farklı düşünme ve bunu ifade etme hakkı var. Eğer o yoksa o faşizmden başka bir şey değildir, etiketi ne olursa olsun. Eğer eleştirilemez, kutsallaştırdığın tek adamların, ideolojilerin, inançların vs… varsa sen özgürlükçü değilsin, sen kölecisin. Düşünce özgürlüğü , her şeyi ve herkesi özgürce eleştirebilme hakkıdır her şeyden önce. İnsanları senin düşüncelerini eleştirdiği için, ‘vatan haini’ ya da başka bir şey olarak görüp, ötekileştirmek köleci bir toplum istemekten başka bir şey değil. Tabii ki hakaret ve küfür etmeden, aşağılamadan, ötekileştirmeden, düşmanlaştırmadan eleştirebilmekten söz ediyorum. Düşüncelerini eleştiren insanlara hakaret, küfür ediyorsun, ötekileştiriyorsun, düşmanlaştırıyorsun onları. Siyasal iktidar da zaten bunu yapıyor. O zaman senin farkın ne ondan?İnsanların senin doğrularına kölece tapmasını istiyorsun, başka bir şey değil. Bunlara sorsan, düşünce özgürlüğüne inandıklarını söylecekler. Hayır senin ideolojin din olmuş, kutsal olmuş, eleştiriye açık değilsin ve onu yapabildiğin anda zorla dayatıyorsun.”

“Ben şuna inanıyorum, yeryüzünde insan sayısı kadar doğru var hep denilir ya.” dedi Kaptan ve devam etti: “Sen diyebilirsin ki, ‘ama doğru tektir.’ Sana göre böyle bu. Bak bilim bile her gün değişiyor, dün doğru dediğini bugün yanlışlıyor. Ayrıca doğru tek olsa bile, senin doğrunun ‘tek doğru’ olduğu ne malum?”

“Ne yazık ki kimsenin ondan kuşkusu yok Kaptan. Hem de hiç sorgulamadan din gibi inanıyorlar kendi doğrularına.”

Sürecek…

Erol Anar

Not: Fotoğraf semboliktir.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!