“Bugün,” dedim “La Fontaine masalı anlatmayacağım sana Kaptan. Geçen gün açgözlülük ve hırs üzerine konuşmuştuk ya, işte Tolstoy’un bu konuda yazdığı çok değerli bir öyküsü var, ondan söz edeceğim sana kısaca.”
“Hay hay dinliyorum,” dedi Kaptan, sonra zevkle bir sigara yaktı çayını yudumladı, ben de çayımdan bir yudum aldım ve anlatmaya başladım.
“Çok uzun bir öykü bu Kaptan, ama ben az ve öz anlatacağım. Tolstoy, ‘İnsan Ne ile Yaşar?’ adlı kitabında Pahom’un öyküsünü de anlatır uzun uzun. Pahom’un amacı toprak sahibi olmaktır. Toprak sahibi olduktan sonra, daha büyük topraklara sahip olma arzusu duyar. Hiç sönmez içinde bu tutku, aksine toprak sahibi oldukça daha büyük toprakları elde etmeyi arzular. Sahip oldukça, buna paralel olarak içindeki her şeye sahip olma hırsı da artar. İçindeki toprak sahibi olma hırsı dayanılmazdır onun… Rüyalarında bile uçsuz bucaksız toprakları görür.
Bir gün Başkırtların bölgesinde toprağın ucuz olduğunu duyar ve uzaklara, Başkırt topraklarına giderek toprak sahibi olmak için onlarla görüşür.
‘Tamam,” derler “bin ruble vereceksin, akşama kadar yürüyerek kendi toprağının sınırını çizeceksin. Tek kural güneş batmadan başladığın yere geri döneceksin. Ve bütün sınırını çizdiğin toprak senin olacak.’
Kaptan beni ilgiyle dinliyordu. Çaydan bir yudum aldım, sigaradan bir nefes çektim ve anlatıyı sürdürdüm.
“Bundan kolay ne var?’ diye düşünür Pahom. Ertesi gün uyanır erkenden ve bin rubleyi kalpağın içine koyarak sınır yürüyüşüne başlar. Gider gider, gözü bir türlü doymaz, ‘biraz daha toprak’ der. Ama bir bakar ki akşam olmak üzeredir. Hemen geri döner, koşar, kendini harap eder yetişeceğim diye. Ama tam başladığı yere az bir mesafe kalmışken, birdenbire yere yığılarak ölür.
Öykü şöyle sona erer Kaptan:
‘Pahom’un ağzından kan sızıyordu; son nefesini vermişti! Uşağı, küreği alarak Pahom’a uygun bir mezar kazıp gömdü. İki metrelik toprak doyurmuştu Pahom’un gözünü.”
İşte bütün bu iktidar, para, kariyer mücadelesinin sonu burada, iki metre toprakta bitiyor Kaptan. İnsan ancak o zaman doyuyor, toprağa ve her şeye. Daha fazla, daha fazlanın sonu iki metre topraktır. Ötesi yok.” dedim.
Kaptan anlattığım öyküden çok etkilenmişti: “Çok büyük bir yazar ama şu Tolstoy değil mi canım efendim? İnsanlara altına girecekleri iki metre toprak yetmiyor, fazlası için hayatlarını yoktan yere çöpe atıyorlar. Yaşamıyorlar onu gerçekte, hırslarına, tutkularına köle oluyorlar.” dedi.
“Evet,” dedim, “Tolstoy çok büyük gerçekten. O dönemki Rus yazarlarının çoğu bu kalitededir, Dostoyevski, Turgenyev, Gonçarov vs…“
“Geçen de konuşmuştuk ya, hırsın insanı götüreceği yer orası işte toprak. Hep oraya gideceksek, iki metrelik toprağa, neden bu hırs diye soruyor insan?” dedi Kaptan eliyle bıyıklarını çekiştirerek.
Şöyle dedim ona:
“Kaptan,” dedim “üç çeşit büyük hırs var, para, mal mülk hırsı birincisi. İkincisi kariyer, etiket sahibi olma hırsı. Üçüncüsü ise hırsların en büyüğü ve insanların en çok istediği güç olan iktidar hırsı. Diğer insanlar üzerinde iktidar kurma arzusu. İşte bu hırsların en birincisi. Bazı yazılarımda da vardır, ‘tarih iktidar savaşlarının tarihidir’ diye. Belki benden başka diyenler de olmuştur bunu, bilmiyorum.”
“Evet iktidar hırsı, mezara kadar devam ediyor.”
“Tabii ki devlet ve hükümet iktidarının, makro iktidarların yanı sıra birçok mikro iktidar biçimleri var Kaptan, Foucault’nun dediği gibi.”
Kaptan güldü:
“Ya kitap gibi konuşuyorsun Yazar. Evet her yerde iktidar var, şu hotelde, şu barda, iki kişinin olduğu her yerde hemen hemen.” dedi.
“Kusura bakma Kaptan gevezelik ediyorum, çok konuştum.” dedim.
“Yok tabii ki onu kastetmedim. Sen boş konuşmuyorsun, her lafının içi dolu senin. Hoşuma gidiyor seni dinlemek gerçekten,” dedi, gözlerime bakarak.
“Sağ ol Kaptan, ben de aynen senin sözlerine değer veriyorum, senin sözlerin de boş değil. Tecrüben yeter.” dedim ben de ve sonra ekledim:
“Türkü zamanı geldi galiba Kaptan.”
“Evet efendim. “dedi ve kalktı bağlamasını getirip oturdu. Ve çalıp söylemeye başladı:
“Çok güzel çalıp söyledin Kaptan, Ahmet Kaya söylerdi bunu galiba, ondan dinlemiştim. Hatta senin söyleşinin, bağlama çalışın da ona benziyor biraz bu parçada.
“Evet doğru, çok severim onu.” dedi Kaptan, gözleri nemlenmiş ve duygulanmıştı.
Sessiz kaldık bir süre. Denize ve ufka baktık. Biraz uzaklarda birer kara nokta olarak görünen martılar çığlık çığlığa uçuyorlardı.
Sürecek …
Erol Anar