Prozac Toplumu (2): İdeoloji, Teknoloji ve Yabancılaşma

Prozac Toplumu (2): İdeoloji, Teknoloji ve Yabancılaşma

19. yüzyılda oluşturulmuş düşüncelerin çoğu geçerliğini yitirmiştir.

En ağır yabancılaşma, kişinin farkında bile olmadığı yabancılaşmadır. İnsan artık gezegenler ve yıldızlar kadar kendisine uzaktır. En kalın perdeleri çekmiş, en yüksek duvarları örmüştür kendi iç dünyasının üzerine. O artık yabncılaşmanın ta kendisidir.

İdeolojinin yol açtığı yabancılaşma

“İnsanlık olarak gelinen aşamada, yalnızlığımızı birbirimizle giderme ihtiyacımız, aramızda bağ oluşturmak ve o bağa bir şeyler katmak yerine, birbirimize her zamankinden daha çok benmerkezci beklentiler   yüklemeye başladığımızdan bu yana kendimizi, birbirimize daha da yabancılaşmamıza neden olan girdapların içinde savrulur halde bulmaya başladık.” [1]

Özellikle de sosyal medya çağında insanın kendisine yüklediği benmerkezci özellikler, değerler artış gösterdi. Kişi neredeyse her dakika kendisinin değerini, ne kadar önemli biri olduğunu diğerlerine göstermeye, her dakika kendisini kanıtlamaya çalışıyor. Bu da onu hem kendisine, hem de çevresindeki insanlara yabancılaştırıyor. Birey çevresinde insanlar olsa da yalnızdır artık. Sosyal medyada binlerce arkadaşı olsa da o yalnızlığı ve yabancılaşmayı hisseder, yalnız olduğunun farkındadır. Gerçek hayatta da böyledir bu. Yabancılaşma artmıştır insanlar arasında. O toplumsal bir problemdir artık.

Yazının birinci bölümü için buraya tıklayınız.

“Zohar’a göre, ‘Geride bıraktığımız yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Batı kültürü ve onun etkisindeki toplumların üzerine yapışıp kalan yabancılaşma, giderek, günümüz insanının temel sorunu haline gelmekte. Bu yabancılaşmanın nedenini oluşturan yanılgılarımız ise yakın zamanlara kadar hiç sorgulanmamış, hatta ‘tek ve mutlak gerçek’ olarak kabul edilmişti.”[2]

Kapitalizmin ileri biçimlerinin yaşandığı başta ABD ve Avrupa toplumlarında bu yabancılaşma derinden hissedilmektedir. Ancak sadece kapitalist toplumlarda değil, reel sosyalist toplumlarda da birey ve toplum yabancılaştırılmıştır. Yani yabancılaşma sadece kapitalizme özgü değil, tüm ideolojilerin, dinlerin doğasında vardır. Kapitalist toplumda belki biraz daha ileri boyuttadır.

“Zohar’ın sözleriyle, “Dünya görüşü, görünürde apayrı parçaları bir araya getirip, onları tutarlı bir biçimde birleştirmemizi tanımlar. Kendimize ve dünyamıza ilişkin belirli bir modeli izlemekte olduğumuzu hissetmek, bize kararlarımızın ve eylemlerimizin bir anlamı olduğu duygusunu verir.” Dünya görüşü tutarsızlaştığında, insanın kendisini ve başkalarını anlayışı parçalanır ve kendisini yalnız, dışarıda bırakılmış biri olarak yaşamaya başlar.”[3]

19. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasında iki yüzyıl fark görünmesine karşın, insanlığın bilimin gelişimini ele alırsak iki bin yıl fark vardır aslında bu iki yüzyıl arasında. Dolayısıyla 19. Yüzyılda oluşturulmuş düşüncelerin çoğu geçerliğini yitirmiştir. Bu anlamda ya da yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü hem toplumsal yapılar, hem ideolojiler, hem de bilimsel gelişmeler öngörülenin ötesinde hızla değişmektedir. İdeolojiler belki tükenmemiştir, ama çözülmüştür onlar  bir anlamda günümüzde.

Bu çözülme karşısında bir dünya görüşünde kendisini ifade eden ve etmekte olan, yıllar boyunca bu doğrultuda mücadele etmiş, çevre oluşturmuş insan bunu bir anda onaylayamaz. Ve bu çözülmeyi reddetmeye yönelir, görmezlikten gelir, öyle bir şey yokmuş gibi davranır. Böyle yaparak aslında gerçek bir sorgulamadan da kaçmış olur. Böylelikle sanki bir şey olmamış gibi aynen devam eder yoluna. Ama aslında gittiği bir yol yoktur bundan böyle. Hatta bir takım suçlamalar yaparak, esas konudan uzaklaşır bilinçli olarak. Ama şu bir gerçektir, artık dünya görüşü tutarsızlaşmıştır. Birey bu gerçeğin farkında değilmiş gibi düşünse de. İşte burada derin bir yabancılaşmanın tutsağı olur birey. Sanki iki yüzyıl geçmemiş ve birçok gelişme olmamış gibi zamanın dışında yaşamaya başlar. Gerçeğin çok uzağında ve yabancılaşmanın tam ortasındadır o.

Teknolojik gelişmelerin yabancılaşmaya etkisi

Teknolojinin yabancılaşmaya yol açtığı yolundaki tezler son yıllarda daha da arttı. Daha fazla teknoloji, daha fazla yabancılaşma deniiliyor bu çerçevede. Kişi kendisini örneğin sosyal medyada teknolojik aygıtlar aracılığıyla ve de uygulamalar ile olduğundan çok farklı göstermektedir. Hem fiziksel olarak, hem de karakter ve davranış biçimi ya da düşünce olarak. Örneğin Facebook’da kişiyi olduğundan daha güzel gösteren uygulamalar (Application) vardır ve photoshop’ta bu konuda birey fotoğraflarıyla oynar, onları kusursuz, ideal bir hale getirdikten sonra yayınlar. Böylece gerçekte olduğu kişiden çok farklı bir görüntüyü sanki kendisiymiş gibi sunar. Ama kişi kendisi değildir, bunu bilir, çevresindekiler de bilirler. Ve böylece birey kendisine yabancılaşamaya başlar.

Teknolojik gelişmeler yabancılaşmanın biçim ve dozunu arttırmaktadır.

Ayrıca yine sosyal medyada bu kez psikolojik anlamda kendisini kusursuz bir ahlâk abidesi olarak sunar birey. Yine içsel ve düşünsel olarak olmadığı bir kişiyi sunduğu için kendisiyle ve çevresiyle yaşadığı yabancılaşma artar. Ayrıca sosyal yaşamını sanki imrenilecek bir yaşam olarak sunar. Tatilde en güzel yerlere giden kişidir o, fotoğraflarını paylaşır, en güzel restoranlarda yemek yerken fotoğraflarını paylaşır. Sanki sevgilisiyle çok mutluymuş gibi gülümseyen sevgi dolu aile  anılarını paylaşır. Bir sevgi abidesidir, kendisine hayrandır. Olduğundan çok daha zengin gösterir kendisini sosyal medyada. Ve bu da yabancılaşmayı daha keskin hale getirir birey açısından. Dürüst, ahlâklı, hiçbir şeye tenezzül etmeyen, merhametli, hayvansever vs… en güzel özellikleri bünyesinde toplamış birisiymiş gibi sunar kendisini.

“İnsanlar, dostları, eşleri, sevgilileri, akrabaları olduğu için yalnız olmadıklarına inanıyorlar,ama yine de kendileriyle baş başa kaldıkları anlarda çok daha derinlerde yaşanan soyutlanmışlıklarıyla zaman zaman yüzleşmek durumundalar. Ancak çoğumuz, bu katlanılması zor duyguyu yaşamamak için alışagelinmiş ilişki ayinlerine kendimizi tekrar bırakıveriyoruz ya da cep telefonlarına sarılıyoruz.”[4]

Bu da insanın yabancılaşmasına yol açan durumlardan birisidir. Eskiden gerçek dünyadaki faktörler, durumlar vs… yabancılaşmaya yol açardı. Şimdi ise bunlarla birlikte sanal dünya da yabancılaşmaya yol açan etkenlerin başlıcalarından birisine dönüşmüş durumda. Burada en önemli meta da akıllı telefonlar oluyor.

Teknolojik gelişmeler yabancılaşmanın biçim ve dozunu arttırmaktadır. Örneğin yakın zamanda insan klonlanmasına izin verilirse, bu insan toplumu içinde yaşayan bireyin kendine yabancılaşmasının artışını sağlayacak mıdır? Organ ihtiyacı ya da başka bir ihtiyaçla kendisinin klonlanmasına izin veren kişi, klonunun yanında kendisini nasıl hissedecektir. Yabancılaşması artacak mıdır kendi öz bedenine? Yabancılaşmayı tetikleyen ve onu çok daha fazla artıracak teknolojik gelişmeler hızla yaşanmaktadır.

Marx insan emeğinin yabancılaşmasını da dile getirmişti. İnsan emeği idi söz konusu olan. Fakat otomasyon alanındaki jet hızındaki gelişmeler gelecekte insan emeğine ihtiyaç kalmayacağını bize söylüyor. İnsan emeği ortadan kalkacak, artık kapitalistler insan emeği yerine yapay zekâya sahip robotların üretimini yeğliyorlar. Ayrıca üretimin biçimi de giderek değişecek. Peki bu durumda insanın yabancılaşması nasıl ve ne kadar olabilir? Herhangi bir artı değer üretmeyen insanın yabancılaşması ne durumdadır? İnsanın yabancılaşmasına yol açan etkenler çoğalmıştır bugün. Örneğin sanal dünya bunlardan birisidir. Teknolojik gelişmeler de yabancılaşmayı körüklemektedir. Dolayısıyla insan kendi emeği ile bağı koptuğunda da yabancılaşmaya devam edecektir, hatta belki de daha hızlı ve derin bir şekilde.

İktidar onun dışında değil, içindedir artık.

Yuval Harari, yakında insanın hack edilebileceğinden söz ediyor.[5] Ve dijital diktatörlüklere dikkat çekiyor. İnsan vücudunun ya da beyninin hacklenmesi, insanın yabancılaşmasını hatta kendine tamamen aykırı düşüncelere sahip bir yapıya dönüştürülebilmesi tehlikesini de beraberinde getiriyor. Bu da yabancılaşmayı en üst düzeye çıkarabilecek bir durum.

“Bilgisayarların ‘hacklendiği’ bir çağda yaşadığımızı duymuşsunuzdur ama bu gerçeğin olsa olsa küçük bir kısmı. Aslında insanların ‘hacklendiği’ bir çağda yaşıyoruz.” [6]

Peki yapay zekâ insanların düşüncelerini okumaya başladığında ki, -bazı üniversitelerde yapılan deneylerde bu konuda başarı gösterildi- ne olacak? Bu durum insanın kendi kendisine yabancılaşmasını arttırmayacak mı? Kişi kendi olmaktan kaçınırken, bir de kendi düşüncelerini gizleme, kendi gibi düşünmeme zorunda kalacak belki de. Zaten kişi çoğunlukla gerçek benliği, gerçek kendisi olmadığı için bir değişiklik olmayabileceği düşünülebilir ilk etapta. Ama ben bu durumun zaten kendisine yabancı olan bireyin, yabancılaşmasını çok daha fazla arttıracağını düşünüyorum.

“Kendilerine amaç edinmiş oldukları «refah toplumu» düzeyine eriştiklerinde bireyler, sahip oldukları maddi bolluğa karşılık, boşluk, anlamsızlık ve yabancılaşma gibi daha önce hiç tanımamış olduktan duygulari yaşamaya başlamışlardır.”[7]

Bu sorun özellikle ileri kapitalist ülkelerde yıllardır yaşanan sorunların başında gelmektedir.

“İnsan başkalarını cezalandırabildiği, aşağılayabildiği, hatta yok edebildiği sürece kendi kendisiyle yüzleşmek zorunda kalmaz. Zaten yüzleştiği an kendi kurban durumunda oluşuyla göz göze gelecektir.”[8]

İnsan yabancılaşmaktan kaçınmak  ve kendisiyle yüzleşmek zorunda kalmamak için iktidarı bir araç olarak kullanır. İktidar onun dışında değil, içindedir artık. Ama iktidar onu diğer her şeyden daha fazla kendisine, topluma ve her şeye yabancılaştıracaktır. En totaliter olan, kendi insanına toplumuna en çok yabancılaşmış olandır.

Ama şu açıdan da bakarsak, yabancılaşmış bir topluma yabancılaşmak olumsuz bir şey midir? Bugün yabancılaşma kaçınılmazdır, her toplumda. Çünkü küreselleşme bu hızı arttırmıştır. İnsanlar, toplumlar ve onların alışkanlıkları birbirne benzerken, diğer yandan hızla kendilerine yabancılaşmaktadırlar.

“Yabancılaşma, insanın üzerine çöken en ağır duygu olmalı, yaşattığı dünyasızlığıyla. Panik atağın ölüm agonisini andıran çaresizliğinden ya da depresyonun iflah olmayacağına inanılan karamsarlığından da ağır… Yabancılaşma ağır bir duygu, çünkü dünyasından kopma süreci bir kez üzerine çökmeye başladığında, insanın dünyasıyla yeniden buluşması mümkün olmayabilir… İnsan ancak dünyasıyla birlikte varolabildiğinden, böyle bir durum, doğal olarak, insanın kendi benliğinden de kopmasıyla sonlanabilir.” [9]

Çoğu insan kendi dünyasından kopmuştur, ancak bunun farkında bile değildir. En ağır yabancılaşma, kişinin farkında bile olmadığı yabancılaşmadır. İnsan artık gezegenler ve yıldızlar kadar kendisine uzaktır. İçinde bir dünya bile olduğunun farkında değildir, bunu unutmuştur. En kalın perdeleri çekmiş, en yüksek duvarları örmüştür kendi iç dünyasının üzerine. O artık yabancılaşmanın ta kendisidir.

Erol Anar


[1] Engin Geçtan: Hayat, sayfa 161.

[2] Geçtan, age, sayfa 8.

[3] Geçtan age, sayfa 8.

[4] Engin Geçtan, Hayat, Metis Yayınları, sayfa 27-28. https://www.metiskitap.com/catalog/book/4516

[5] “Em breve, poderemos hackear seres humanos” Por Filipe Oliveira,, 24/01/2018.

[6] Yuval Harari: 21. Yüzyıl İçin 21 Ders, Kolektif Kitap, sayfa 246. https://www.amazon.com.br/21-Y%C3%BCzy%C4%B1l-%C4%B0%C3%A7in-Ders-Yuval-Harari/dp/6052205083

[7] Engin Geçtan: Insan Olmak, sayfa 19. https://www.idefix.com/Kitap/Insan-Olmak/Egitim-Basvuru/Psikoloji-Bilimi/urunno=0000000129350

[8] Arno Gruen: Empatinin Yitimi,  Çitlembik Yayınları, sayfa 42. https://www.idefix.com/Kitap/Empatinin-Yitimi/Egitim-Basvuru/Psikoloji-Bilimi/urunno=0000000226694

[9] Engin Geçtan: Hayat, Metis Yayınları, sayfa 9.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!