Hiç çelişkisi olmadan yaşamak, mümkün değildir hayatın içinde. Görmek istemesek de, hayat kafamızdan tutup bu çelişkilerimizi gözümüzün içine sokar zamanı geldiğinde, görmek zorunda kalırız onları.
Bazı insanlar vardır, konuşmadan duramazlar. Hiç yapamayacakları, gerçekleştiremeyecekleri şeylerden söz ederler. Aslında kendileri de bilirler bunun böyle olduğunu ama yine de laf olsun diye konuşurlar. Bunlar deyim yerindeyse boş konuşurlar. Kendilerini konuşmak zorundaymış gibi hissederler.
Latince “Vir sapit qui pauca loquitur (Gerçek bilge az konuşandır)” derler.
İşte bu nedenle Montesquieu “İnsan ne kadar az düşünürse, o kadar çok konuşur. “ diyor.
Az bilenin, her konuyu bildiği konusundaki cesareti çoktur.
Küçüklüğümden beri boş konuşmayı sevmedim hiç. Yapamayacağım şeyleri söylemekten de. Çünkü bu bana gereksiz enerji israfı gibi geliyor. Neden kendimi boş bir işe yorayım. Düşünürüm, okurum daha iyi. Ama insanların çoğu konuşmayı düşünmeye, okumaya yeğlerler. Çünkü düşünecek pek bir şey bulamazlar. Ama konuşacak saçmalıkları her zaman bulmakta ustadır onlar.
Sadi Şirazi şöyle diyor:
“İki şey aklın eksikliğini gösterir: Konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmak.”
İşte bu anlarımızı karıştırmaktır. Belki aklın eksikliğini göstermez, ama aklımızın karıştığını gösterir bu durum. Ve hayatımızda hepimizin böyle anları olmuştur. Geçmiş bir kötü anıyı hatırlarız bazen ve “Keşke orada şunu söyleseydim.” diye kendimize kızarız. Bunun eksikliğini duyarız. Bazen ise söylenmiş gereksiz laflarımız bizi rahatsız eder. “Keşke öyle söylemeseydim.” deriz. İşte bizim problemimiz budur: Anlarımızı karıştırmak, bazen gereksiz konuşmak, bazen ise konuşmamak.
***
“Büyük lokma yut, büyük laf söyleme!”
“Büyük lokma yut, büyük laf söyleme!” derler. Ama biz büyük büyük laflar söylemeyi çok severiz, özellikle de sosyal medyada önümüzde böyle bir fırsat varken. Eskiden lafımızı kimse dinlemezdi. Ama şimdi en azından sosyal medyada ne saçmalarsak saçmalayalım bizi dinleyen 300-500 kişi var sosyal medya sosyolojisine uygun olarak.
Medyada da böyledir bu. Örneğin hatırlarsınız belki Engin Ardıç isimli bir gazeteci, Barack Obama, başkanlığa adaylığını koyduğunda demişti ki, “Obama, ABD başkanlığına seçilsin, ben Taksim’de eşek gibi anırırım.” Obama seçildikten sonra ise hiç oralı olmadı ve sözünü yerine getirmedi. Neden böyle bir söz vermişti ki? İşte büyük büyük yerine getiremeyeceğimiz sözleri vermekten, esip gürlemekten sakınmayız çoğunlukla, en azından bazıları böyle yapar.
Yine başka bir spor yorumcusu medyada, Ahmet Çakar isimli yorumcu, “Fenerbahçe, Sevilla’yı yenerse ben bikini giyerim.” demişti. Tabii Fenerbahçe, Sevilla’yı yendiğinde bu sözünü o da tutmadı. O da yuttu sözünü.
Büyük laflar çıkıyor sürekli ağzımızdan, “Ben asla yapmam, ben asla olmam.” Ama hayat o büyük laflarımızı bize yediriyor. Eskiden, “Ufak at da civcivler de yeşin.” derlerdi, aynen öyle. İçinde yaşadığımız koşullar değiştiğinde, yapmam dediğimiz birçok şeyi yapabiliriz.
Asla yapmam dediğimiz şeyleri yaparken, bunun ne kadar doğal olduğunu da ister istemez içselleştiriyoruz. İşte hayattan öğrendiğim, en azından öğrenmeye çalıştığım en önemli derslerden birisi bu: Gereksiz yere , laf olsun diye konuşma ve büyük laflar etme. Laf edeceksen de bir yanılma payı bırak her zaman. Asla yapmam yerine, yapmak istemiyorum diyebiliriz örneğin. İkisi birbirinden çok farklıdır.
Hiç çelişkisi olmadan yaşamak, mümkün değildir hayatın içinde. Görmek istemesek de, hayat kafamızdan tutup bu çelişkilerimizi gözümüzün içine sokar zamanı geldiğinde, görmek zorunda kalırız onları.
İnsan kendini asla yapmam dediği şeyleri bir bir yaptığında tanımaya başlar. Asla, asla deme derler, öyle bitirelim.
Erol Anar