Aynı Anda Hem İzleyici, Hem de Oyuncuyuz

Aynı Anda Hem İzleyici, Hem de Oyuncuyuz

İnsanları düşüncelerinden ibaret olarak değerlendirmek bir yanılgıdır ve biz bu yanılgıya sıklıkla düşeriz. Hatta hayatımızın yönünü de bu çerçevede belirleriz.

İnsan düşüncelerinden, dünya görüşünden ya da ideolojisinden mi ibarettir? Şöyle bir topluma bakarsak, çoğunluğun zorunluluk dışında hep kendi düşünceleriyle benzer kişi ve kurumlarla ilişki kurduğunu görebiliriz. Yani düşünceler toplumun çoğunluğu için ikili ilişkilerde belirleyici. Zorunlu olan iş, akraba ilişkileri belki bunun dışında. Düşüncelerimizin aynı ya da benzer olduğu, hatta davranışlarımızın ve tepkilerimizin bile benzer olduğu insanlarla ikili ilişki kurmayı, ortak sosyal etkinlik yapmayı tercih ederiz. Bu ilk anda doğal olarak görülse de, aslında insanları düşüncelerinden ötürü değerlendirmek anlamına gelen dar bir bakış açısına götürür.

Sosyal medyada insanların farklı düşünce ve dünya görüşlerinden insanlar vardır belki. Ama gerçek hayatta bu daha azdır. Yani oturup kahve içtiği, sohbet ettiği insanları seçer insan.

Bir düşüncemize takılırız, biz düşünceyi değil, o düşüncemiz bizi yönlendirir ve yaşam biçimizi belirler. Düşüncelerimizin peşinden gideriz, onlar bizim peşimizden gelmez.

Psikolog Kabat-Zinn “kişinin düşüncelerinin kendisi olmadığı”nı ileri sürer.

“Kabat-Zinn’in yaklaşımının merkezinde farkındalık vardır. Bu meditasyon biçiminde amaç, düşünceleri ve zihinsel süreçleri (bedensel veya fiziksel süreçler gibi) bağlantısız, merkezden uzak ve yargılamayan bir yöntemle gözlemlemek; … Farkındalık meditasyonunda düşünce süreçlerini, onlarla özdeşleşmeden ve zihinlerimizin kendilerine özgü bir hayat olduğunun farkına vararak, soğukkanlılıkla gözlemlemeyi öğreniriz…. Kabat-Zinn her birimizin bir bedenden ve zihinlerimizden geçen düşüncelerden fazlası olduğumuzu söyler.”[1]

İnsanları düşüncelerinden ibaret olarak değerlendirmek bir yanılgıdır ve biz bu yanılgıya sıklıkla düşeriz. Hatta hayatımızın yönünü de bu çerçevede belirleriz. İnsan insandır, bir kişiliği, karakteri ve insan olmasından kaynaklı davranış biçimleri vardır. Düşünceleri olduğu gibi. Düşüncelerinden fazlasıdır o.

***

“Sosyal etkileşim bir tiyatro oyununa benzetilebilir. İnsanlar, aktörler gibi, senaryoları sahneleri kostümleri ve dekorları aracılığıyla olumlu bir izlenim yaratmaya çalışırlar. Kamusal karakterimiz için “sahne onu” alanlarımız ve özel yaşamlarımız için  “sahne arkası ”  alanlarımız vardır. Gösteri için izleyiciler de mevcuttur. “[2]

Kamusal izlenim vermek şimdi iki anlamda kullanılıyor. Birincisi gerçek hayatta bir kamusal izlenimimiz var, bir de sosyal medyada. Daha çok imajımızı oluşturmaya çalıştığımız alan sosyal medya gerçek dünyadan çok. Sanal dünyaya yoğunlaşmış durumdayız ve gerçek hayattaki aktivite ve eylemlerimizi, davranışlarımızı da buna uygun olarak sosyal medyada kullanıyoruz.

“Erving Goffman tarafından geliştirilen izlenim idaresi kuramı sosyal kimliklerimizi nasıl yarattığımız, sürdürdüğümüz ve genişlettiğimizle ilgilidir. Goffman sosyal etkileşimin temel özelliğinin, başkalarının bizi algılama biçimlerini -bilinçli ya da bilinçsiz olarak- yönlendirmeye çalışmamız olduğunu söyler. Başka insanlarla ne zaman etkileşime girsek, kendimizin bir kamusal görüntüsünü sunarız.”[3]

Sosyal etkileşimin sanal boyutu da vardır şimdi. Kişi sanal dünyadaki sosyal etkileşiminde, gerçek dünyadakinden daha farklı olabilmektedir. Gerçek dünyada olmadığı gibi görünebilmesinin sınırları vardır. Onu görenler, yakınında olanlar o insanın gerçekliğini iyi kötü bilirler. Ancak sanalda kişi sosyal etkileşiminde tamamen olmadığı kişiyi oynayabilir. Mutlu olmadığı halde mutlu, zengin olmadığı halde zengin, hoşgörülü olmadığı halde hoşgörülü ya da başka bir şekilde görünebilir.

Sanal ortam sosyal etkileşim için, gerçek dünyadan çok daha teatraldir bu anlamda. Burada Goffman’ın ayrım yaptığı kişinin kamusal görünümü için  “sahne önü” ve özel yaşamı için “sahne arkası” alanları da birbirine karışmaktadır. Kişi hiç tanımadığı insanlara özel yaşamından herkese açık olarak rahatlıkla söz edebilmektedir. Sahne arkası ve sahne onu birbirine karışmıştır. Sadece sahne önünde olmak istemektedir kişi sanal dünyada. Gösteri dünyasında yani. Her gün yeni şeyler söyleme, şaşırtma, yeni fotoğraflar, yemekler ekleme derdindedir kendi sosyal medya alanına. Beğenilme dürtüsü çok yüksek düzeydedir insanlarda. Sosyal medyada birer izleyiciyiz, aynı zamanda göstericiyiz de. Aynı iki şeyi yapmamıza olanak veriyor sosyal medya. Ama bu teatral oyunu oynar ve izlerken, aynı zamanda kendi gerçek hayatımızdan da uzaklaşıyoruz.

Guy Debord, ünlü “Gösteri Toplumu” adlı kitabında şöyle diyor:

 “İzleyici ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar; kendisini egemen ihtiyaç imajlarında bulmayı ne kadar kabul ederse kendi varoluşunu ve kendi arzularını o kadar az anlar.”[4]

Burada izleyici ve gösterici aynıdır, sosyal medyada. İkisi de biziz, gösteriye ve izlemeye ne kadar dalarsak, gerçek dünyadan da o kadar uzaklaşmış oluruz.

Erol Anar


[1] Psikoloji Kitabı, Kolektif, 1. Basım: 2012, İstanbul, sayfa 210.

[2] Psikoloji Kitabı, sayfa 228.

[3] Age, sayfa 228.

[4] Guy Debord: Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, 5. Basım, İstanbul, sayfa 22.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!