Devlet Üzerine (5): Devletsiz ve Özgür Toplum

Devlet Üzerine (5): Devletsiz ve Özgür Toplum

O zaman şöyle diyebiliriz, devletin varlığı savaşı önlemez, aksine onu kışkırtır. Barış ancak devletin ortadan kalkması ile gelebilir. Asıl ütopya, devletli bir toplumda yaşayıp, ondan barış ve istikrar beklemektir.

“İlkel komünal toplum çağında, insanların, klanlar, kabileler, ataerkil ya da anaerkil aileler halinde yaşadıkları zamanlarda, baskıyı sistemli olarak uygulamak için özel bir aygıt, devlet adı verilen bir aygıt yoktur. Elbette ki, bazı adetler, şefin otoritesi, onun kişiliğine ve iktidarına duyulan saygı, kadınların otoritesine karşı saygı vardı, ama, özel olarak ve yalnızca öteki insanları yönetmekle meşgul olan ve bunun için de sürekli olarak silahlı bir kuvveti emri altında bulunduran insanlar yoktu. Acaba buradan, çalışmada, disiplin ve düzen olmadığı sonucunu mu çıkartmak gerekir? Asla, çünkü alışkanlıkların ve geleneklerin gücü, yaşlıların ya da kadınların otoritesi, doğal saygı, bu işe yetiyordu.” [1]

Bir insanı silah zoruyla çalışmaya zorlayabilirsiniz. Ama silahı kaldırdığınız an, o insan zorla çalışmak istemeyecektir. Oysa devletsiz bir ortamda diyelim ki komünal bir çiftlikte, eğer çalışanların hepsi kendi sorumluluklarını gönüllü olarak yerine getirirlerse, bunu istekle yapacaklardır. Şimdiye dek birçok komünal topluluk bunu uzun yıllar boyunca sürdürmeyi başarmıştır.

Çünkü üstlerinde onları bunu yapmaya zorlayan bir kurum, silahlı bir otorite yoktur. Bu özdisiplindir. Peki birisi çalışırken, bir diğeri çalışmaz ve yatarsa, asalak bir şekilde yaşamak isterse? O zaman topluluk, -yani bu örnekteki çiftlik emekçileri- bu kişiyi topluluktan çıkarma hakkına sahiptir. O zaman bu kişi eğer diğerleri isterse, toplululuğun kolektif emekle ortaya çıkardığı üründen yararlanamaz. Çünkü ona katkı sunmamıştır. Kimse de onu silahla, otoriteyle katkı sunmaya zorlamamıştır. Bu yolu kendi özgür olarak seçmiştir, o zaman kendi sorumluğunu almak zorundadır. Bu kuralı birçok yerli topluluğu uygulamıştır binlerce yıldır. Bir insan için onu silah zoruyla çalışmaya zorlamaktan, ya da bir hapishaneye koymaktan daha ağır bir ceza vardır ortak komünal olarak yaşayan topluluklarda ve yerli kabilelerde: Onu bir süreliğine toplumdan izole etmek, eğer düzelmiyorsa topluluk dışına sürmek. En büyük ceza budur. Ama onu otoriter bir şekilde, kendi istemediği şekilde çalışmaya zorlayamazsınız.

“İnsanlar sosyal varlıklardır. Toplayıcılık ve avcılık zamanlarımızdan beri evrimimiz boyunca, gittikçe daha büyük ve daha karmaşık hale gelen sosyal gruplarda yaşama ve çalışma eğilimi gösterdik. Bu gruplar basit aile birimlerinden, klanlar ve kabilelere, köyler ve kasabalara, kentler ve ulus devletlere uzanmıştır.” [2]

Tarihinin büyük kısmını devletsiz olarak yaşayan insanlık, avcı toplayıcı topluluklardan beri topluluğu çalışma için organize etmeyi başarmıştır. Öyle olmasaydı insan soyu çoktan tükenirdi.

Devletsiz bir toplum olabilir mi?

“Devletsiz bir toplum düşüncesi, kuşkusuz, özel sermayenin olmadığı bir ekonomik yapı kadar tepki çekecek bir düşüncedir. Bizler, insanların kendi aralarındaki ilişkilerinde Tanrı rolü oynayan devlete ilişkin bir yığın kör inançlar içinde yetiştik. Okullarımızda Roma tarihi olarak belletilen Roma söylencelerinden tutun da, Roma hukuku adıyla okutulan Justinyen’in Bizans yasalarına dek, -üniversitelerimizde okutulan ‘hukuk’ üzerine akla gelebilecek her türlü bilimi de bunlara katın bunların hepsi ve genel olarak tüm eğitim sistemimiz, bize her yerde hazır ve her şeye kadir bir devlet fikrini aşılamaya çalışırlar. Bu önyargıyı desteklemek üzere, okullarda ders konusu olarak okutulan koca koca felsefe sistemleri oluşturuldu. Aynı amaçla değişik hukuk kuramları yaratıldı. Siyaset denilen şey bütünüyle bu ilke üzerine bina edildi.” [3]

Devletsiz bir toplum denildiğinde bugün ortalama insanın aklına hemen herkesin birbirini öldürdüğü, gasp ettiği, kaotik bir toplum geliyor.  Acaba bu düşünce doğru mu? İnsanlık tarihi bunu yalanlıyor.

Kropotkin’in belirttiği gibi devlet düşüncesini aşabilmek zordur. Hele ki devletler, resmi ideolojiler tarafından manipüle edilmiş “sıradan” insanlar için ise çok daha zordur. Ama buna rağmen insanlık bir gün gelip devletsiz, özel mülkiyetsiz ve sömürüsüz bir toplumun ütopya değil, gerçek olduğunu algılayacaktır. İşte toplumsal anarşistlerin göstermeye çalıştığı da budur.

Diğer yandan ileri kapitalist ülkelerde bile devletin rolü giderek azalıyor. Devletin bürokratik yapısını küçülterek onu sadece toplumun belirli kesimlerine hizmet eden, bir yapıya büründürme yönünde gidiliyor. Gelecekte yapay zekânın da işin içine girmesiyle artık, bu tür bürokratik işler yapay zekâya devredilebilir. Yüz yıl içinde devlet kurumu tamamıyla ortadan kalkabilir. Sistem varlığını görünmez iktidarla ağ ve mekanizmalarla, yapay zekâ ile sürdürebilir. Hatta devletin güvenlik güçleri tamamen yapay zekâya sahip robotlar tarafından oluşabilir. Yani içinde bulunduğumuz çağ, Kropotkin’in yaşadığı çağdan biraz daha farklı. Ama yine de devletsiz toplum hâlâ geçerli bir teoridir. Yeniden ele almak ve çağımıza uyarlamak şartıyla.

Kropotkin, kuşkuların ortaya çıktığı noktalar şunlar olarak belirler ve sorar: “İnsanın tüm davranışları devlet kontrolüne tabi olmadığında böyle bir toplum var olabilir mi? Avrupa toplumlarının, bunca fedakârlık pahasına bu yüzyılda elde edebildikleri azıcık kişisel özgürlüğü de refaha erişmek için feda etmek gerekmeyecek mi? Bir kısım sosyalist, devletin sunağında özgürlüğü kurban etmeden böyle bir sonuca varmanın olanaksız olduğu kanısındadır. Bizim de dahil olduğumuz diğer bölümü ise, tersine, ancak ve ancak devletin ortadan kaldırılmasıyla, bireyin tüm özgürlüğünün elde edilmesiyle, özgür birleşmeyle, mutlak anlamda özgür ortaklık ve federasyonla komünizme toplumsal mirasımızın ortak mülkiyetine ve tüm zenginliklerin ortak üretimine varabileceğimiz kanısındadır.” [4]

İşte toplumsal anarşizm, bunu “devletin sunağında özgürlüğü kurban etmeden” yapmaya çalışır. Bu elbette kolay bir iş değildir, ama imkânsız da değildir. Çünkü eğer önce özgürlük kurban edilir, yok edilirse, varılacak yer tutsaklıktan başka bir yer olamaz. Bunu özgürlüğü kurban etmeden yapmanın tek yolu ise devleti tüm kurumlarıyla ortadan kaldırmaktan geçer, yoksa devleti ele geçirip yöneticileri değiştirmekten değil.

Hatta devlet ya da otoriter sosyalizm, kapitalist toplumda elde edilen azıcık bireysel özgürlükleri de ortadan kaldıracak, kapitalist toplumdan çok daha geri ve kapitalist devletten çok daha totaliter bir makine yaratacaktır. Reel sosyalizm bunu kanıtlar. Kropotkin, bunu daha 1920 yılında görmüştü.

Geldiğimiz aşamada bundan başka bir yol yoktur bence. Çünkü Einstein’ın dediği gibi, “Aynı şeyleri yapıp, farklı sonuç beklemek aptallıktır.”

Ortalama insan devletsiz bir yaşam olabileceğini düşünemez. O noktada bunun bir ütopya olduğu sonucuna varır. Bunun nedeni yüzlerce yıldır tek taraflı propaganda ile gerek devletlerin gerek ulusların gerekse filozofların -Aristo’dan Hegel’e devleti yüceltmeleri, Hobbes gibi düşünürlerin devletsiz bir yaşamın herkesin herkese savaşı olacağını öne sürmeleri gibi-  bu tip düşünceleriyle beynimiz iğdiş edilmiştir. Bu yüzden ortalama bir insan devlet düşüncesini aşıp devletsiz bir özgür toplum olabileceğini düşünemez, hayal bile edemez. Oysa devletin tarihi insanlığın uzun tarihinde çok fazla değildir; hele hele modern devlet 16. yüzyıldan bu yana vardır. Dolayısıyla insanlık devletsiz uzun bir süre yaşamıştır ve özgür yaşamış ve soyunu devam ettirmiştir.

Peki modern devlet aygıtı altında yaşayan insanlar sanki daha mı güvendeler, devlet suçu engelledi mi yoksa suçu ve cezayı çeşitlendirerek onu çoğalttı mı?

Asıl savaşlara neden olanlar insanlar mı, yoksa ulus-devletler mi? Son yüzyılda iki büyük dünya savaşı çıkarıp -bunun yanısıra birçok lokal savaşta- milyonlarca insanın ölümüne neden olan ulus devletler değil mi? Hiroşima ve Nagazaki’ye’ye gözünü kırpmadan atom bombası atanlar ulus devletin yöneticileri değil miydi?

Birinci Dünya Savaşı’nda aşağı yukarı 19 milyon, İkinci Dünya Savaşı’nda ise 65 milyon insan öldü. (Kaynak Vikipedi) İşte bu ulus devletin geldiği aşamadır. Devlet bir savaş aygıtıdır, işgal ve baskı üzerine kuruludur.

Peki insanlığı ve gezegeni yok edebilecek nükleer silahlarla donatanlar ve her an savaş çıkaracakmış gibi yaşayanlar devletler değil mi? Peki neresi güvenli böyle bir ortamda yaşamanın?

Modernleşen insan daha fazla savaş çıkarıp, daha fazla kan dökmüştür. Çünkü devlet aygıtı böyle işler. Ulus devlet kendi gücünü diğerlerine kabul ettirmek zorundadır, ya da biat eder. Bakunin’in dedigi gibi “devlet şiddettir.” [5]

“Çok iyi biliyorum ki bu dünyada istenenden çok fazla veterli maddi araç ve organize olmuş, rutinleşmiş devletçi güç vardır. Fakat bu güçle savaşmak, onu yok etmek gerekir; burada uzlaşmalar, anlaşmalar mümkün değil, çünkü o artık gerçek tavizler veremez ve ileriye doğru bir adım bile atamaz ve güç sayesinde ilişkiler geriye itilebilir.” [6]

Étienne de la Boétie, “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” adlı yapıtında, “boyunduruk altında doğan insanların, kulluk kölelik içinde büyütülüp eğitildiklerini, dolayısıyla bu insanların, siyasal iktidarı tehlikeye sokacak herhangi bir eyleme kalkışmayacaklarını” söyleyerek, “bunların böyle bir eylemin getirdiği özgür düşünceden, özgür iradeden de yoksun olduklarını, kurulu düzeni sevip benimsemekte ve sürdürdükleri yaşamın dışında başka yaşam biçimlerinin olduğunun ya da olabileceğinin farkında olmadıklarını” [7] söyler…”

İşte bir devletin hükümranlığı altında doğup büyüyen bir kişinin de, devletsiz yaşam olamayacağını düşünmesi doğaldır. Çünkü başka bir yaşam biçimini tanımamıştır. Ve böyle devletsiz bir yaşam biçimini hayal bile edemez, en fazla onun ütopik olduğunu söyleyip geçer. Özgür düşünce ve eylem de böylesi bir kişiye yabancı olacak, bunların farkına dahi varmadan çoğu zaman hayat serüveni son bulacaktır.

“Çünkü siyasi iktidarın özü hiçbir zaman değişmez; biçimi ne olursa olsun özü tiranlıktır hep.” der ayrıca aynı yapıtta Boétie.

Şöyle bir düşünelim örneğin siyasi iktidarın en önemli kurumu olan devletin kimin elinde olduğunun önemli olup olmadığına bakalım. Tarih göstermiştir ki, devlet ister otoriter sosyalist, isterse kapitalistlerin elinde olsun onun baskıcı özü hiçbir zaman değişmeyecektir. İşte Boétie’nin dediği tam da budur. Reel sosyalizm deneyimi bize bunu göstermiştir.

Proudhon ise devletin özünü kısaca son derece çarpıcı olarak ortaya koyar:

“Yönetilmek, ne bunu yapacak hakka, ne bilgeliğe, ne de erdeme sahip yaratıklar tarafından, gözaltında tutulmak, casus gibi izlenmek, idare edilmek, yasalara bağımlı kılınmak, sayılmak, kaydedilmek, fikir aşılanmak, vaaz verilmek, denetlenmek, hesaplanmak, değer biçilmek, sansür edilmek ve emredilmektir. Yönetilmek her türlü işlemle, her türlü hareketle not edilmek, kayda geçirilmek, sıraya alınmak, değeri belirlenmek, lisans verilmek, yetki verilmek, nasihat edilmek, yasak koyulmak, reformdan geçirilmek, düzeltilmek ve cezalandırılmaktır. Yönetilmek, kamu yararı gerekçesiyle ve genel çıkarlar adına ·yükümlülüğe bağlanmak, yetiştirilmek, soyulmak, sömürülmek, tekellere· bağımlı kalmak, zorbalığa maruz kalmak, köşeye sıkıştırılmak, gizemlerle büyülenmek ve yağmalanmaktır; en ufak bir direniş ya da yakınma sözcüğü karşısında baskıya uğramak, ceza görmek, aşağılanmak, taciz edilmek, takip edilmek, istismara uğramak, sopayla dövülmek, silahsız bırakılmak, hapse atılmak, yargılanmak, mahkûm edilmek, kurşuna dizilmek, sürgüne gönderilmek, feda edilmek, satılmak, ihanete uğramaktır; alay edilmek, gülünç düşürülmek, öfkelendirilmek, onursuz bırakılmaktır. Devlet budur, onun adaleti budur, onun ahlâkı budur.” [8]

Kropotkin’in dünya görüşünün merkezini “devletin özü ve tarihsel rolü” oluşturur; ve o devlet olgusunu kavramaya yönelik geleneksel anarşist yaklaşım yöntemlerinin pek çok bakımdan sürdürücüsü ve geliştiricisi olmuştur. Devleti, “mutlak kötülük”, kendini mükemmelleştirme yeteneğinden yoksun “zifiri karanlık” olarak görür Kropotkin. Olaya bu şekilde bakıldığında, erkin gücünü sınırlamaya, bölüştürmeye yönelik her türden yapı ve düzenekler, bütün o yürütmeler, yargılar,parlamentarizmler, özgür ekonomik faaliyetler vb., yalnızca devleti, dolayısıyla da baskıyı, zorbalığı güçlendirmeye yönelik oluşumlardır. Topluma mutlak bir şekilde karşı oluş, toplumla baskıcı ilişki, “neredeyse savaş” halinde oluş; toplumsal yaşamın tüm alanlarını kaplamış olan bürokratik aygıtı sürekli ve şaşmaz bir biçimde çetrefilleştirme; tüm yüce toplumsal değerleri çarpıtma devletin başlıca karakteristik özellikleridir. [9]

Devlet günümüzde giderek görünmez bir yapıya bürünecektir. Teknolojik gelişmeler de bu yönde ilerliyor. İnsanları görünmeden, denetleyecek, ya da onların kendi kendilerini denetleyecekleri -ağlar ve mekanizmalar üzerinden- bir sistem yerleşecek yavaş yavaş. Elitler ile sıradan insanlar arasındaki uçurum açılacak, sınıfsal faktör ortadan kalkarak türsel faktöre dönüşecektir. Sonuçta da devletin kendisi tamamen ortadan kalkacaktır. Bundan geniş olarak başka yazılarımda söz ettiğim için burada değinmiyorum.

“Daha yakın zamanlara dek devletin asli işleri olarak düşünülen kimi görevlerin bugün devletle ilgisi tartışılıyor: Devlet karışmadığı zaman insanlar işlerini çok daha kolay, elverişli bir şekilde hallediyorlar. Ve biz bu doğrultuda kazanılan başarılara baktığımızda kaçınılmaz olarak şu sonuca ulaşıyoruz: İnsanlık hükümetlerin etkinliklerini sıfır düzeyine düşürme ve haksızlığın, zorbalığın, zulmün ve tekellerin timsali olan devleti yok etme çabası içindedir.” [10]

***

Hoşuma giden bir La Fontaine masalı vardır.

“Bir gün Köpek, Kurda demiş ki, yeter artık açlık çektiğin gel benimle insanların arasında kral gibi yaşa. Yediğin önünde yemediğin ardında.”

Kurt, Köpeǧin boynunda bir iz görmüş çepeçevre. “Bu da nesi demiş?”

“Hiiiç”demiş Köpek. “Tasmanın yeri olacak.”

“Nee? bağlıyorlar mı?” demiş Kurt. “Öyleyse her istediğiniz yere gitmek yok.”

“Her zaman yok, ama ne çıkar bundan.”

“Ne mi çıkar bundan ne çıkarsa! Sizin olsun eti de, kemiği de… Dünyaları verseler yokum ben bu işte. Böyle demiş Kurt çelebi, der demez de çekip gitmiş. Gidiş o gidiş… ” [11]

Köpek, otoriteye, iktidara teslim olmuş onun karşılığında kemik kazanmış ve karnını doyurmayı garanti etmiştir. Köpeğin bu dönüşümü yüzyıllar, bin yıllar boyu gerçekleşmiştir. O artık vahşi doğasını ve doğadaki özgür yaşamı çoktan unutmuştur. Böyle bir yaşamdan haberi bile yoktur, çünkü özgürlüğün tadını bilmemektedir. Ama kurt, özgürlüğüne düşkündür, boyun eğmez, iktidar nedir bilmez.

Jose Saramago’nun “Körlük” başlıklı kitabında, bir körlük salgınının toplumu kör ettiğini ve bireylerin tek tek artık bir kaosa daldıklarının öyküsü anlatılır. Aslında şöyle bir düşünürsek, toplum gözleri görse de kördür. Çünkü körü körüne iktidara, otoriteye itaat eder. Bu binlerce yıldır böyle olmuştur. Yöneticiler de toplum kadar görme özürlüdürler. Ama onlar, ellerindeki iktidar kozu ile toplumu yönetmeye devam ederler.

Saramago bu yapıtının bir yerinde şöyle der:

“Korku, insanı kör eder.”[12]

İşte iktidar da insanı kör eder ve onu hegemonik bir biçimde desteklemeye, üretilmesine yardımcı olmaya devam eder.

“Bir araştırmada, maymunlar birlikte çalışacak şekilde eğitilmiş. Çift halinde gittiklerinde, patlamış mısır makinesinden mısır yiyebiliyorlarmış. Tek başına geldiklerinde hiç yiyecek alamıyorlarmış. Bunu hemen öğrenmişler. Bu eğitimden sonra, bu maymunların ne sürede uzlaşacaklarını görmek için kavgalar çıkarılmış. Birbirine ihtiyaç duyan maymun çiftlerinin uzlaşma oranı diğerlerine göre katbekat fazla çıkmış. Karşılıklı olarak birbirine ihtiyaç duyan maymunlar iyi geçinmenin faydalarını gayet iyi kavramışlar…” [13]

Bunu şöyle düşünelim, devletsiz bir ortamda insanlar polis ya da hapishane olmadan yaşıyorlar. Kropotkin’in de söz ettiği gibi belki başlarda sorunlar, tartışmalar, kavgalar olacaktır. Ama bir süre sonra insanlar birbirleriyle iyi geçinmenin ve birbirlerine saygı duymanın herkes açısından iyi olacağını keşfederek üzerinde bir baskı ya da devlet sopası olmaksızın yaşamayı öğreneceklerdir. Maymun bile iyi geçinmenin faydalarını hemen öğreniyorsa, insan da öğrenecektir.

Neolitik dönemden bu yana yani insanlar yerleşik yaşama geçtikten bu yana savaşlar, işgaller ve kanla kurulu bir tarihi yaşıyoruz. İnsanlar her dönemde kavga ve küçük savaşlar yapıyorlardı belki, ama toprağa yerleşim ve sonra şehir devletlerinden modern ulus devletlere kadar savaşın boyutları arttı. Deyim yerindeyse özel mülkiyet ve onu koruyan devlet ile birlikte insanlık sürekli bir savaş içerisinde yaşamaya başladı günümüze dek. Bu savaş, devletin ve özel mülkiyetin varlığından kaynaklıdır özünde. Hobbes’in düşündüğünün aksine devlet barış ve istikrarı getirmez, tam tersine onu bozar, çünkü varlığını devam ettirmek için savaşa, başvurmak durumundadır.

O zaman şöyle diyebiliriz, devletin varlığı savaşı önlemez, aksine onu kışkırtır. Barış ancak devletin ortadan kalkması ile gelebilir. Asıl ütopya devletli bir toplumda yaşayıp, ondan barış ve istikrar beklemektir.

İnsanlık bir gün sınıfsız, devletsiz, sömürüsüz her anlamda eşit bir özgür topluma ulaşacaktır. Buna inanıyorum.

Erol Anar

Yazının dördüncü bölümünü okumak için buraya tıklayınız.
Yazının üçüncü bölümünü okumak için buraya tıklayınız.
Yazının ikinci bölümünü okumak için buraya tıklayınız.
Yazının birinci bölümünü okumak için buraya tıklayınız.

Dipnotlar


[1] Felsefenin Temel İlkeleri, sayfa 448.

[2] ‘Sosyoloji Kitabı’, Kolektif, Alfa Yayınları, 2. Basım 2017, İstanbul, sayfa 12.

[3] Kropotkin: Ekmegin Fethi.

[4] Kropotkin: Anarşist Etik, sayfa 14, epub.

[5] Mihail Bakunin: Tanrı ve Devlet, sayfa 132.

[6] Bakunin: Tanrı ve Devlet, sayfa 37.

[7] Étienne de la Boétie: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev; İmge Yayınları, sayfa 91.

[8] Proudhon: Ondokuzuncu Yüzyılda Genel Devrim Fikri. Akt: Paul Avrich: Anarsist Portreler 2, sayfa 13.

[9] Kropotkin: Ekmeğin Fethi,

[10] Kropotkin: Ekmeğin Fethi,

[11] La Fontaine: Masallar.

[12] Jose Saramago: Körlük, Can Sanat Yayınları, Çevirmen: Aykut Erman, 31. Baskı, İstanbul, s. 149

[13] Frans de Waal: “Içimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz?”, Metis Bilim Yayinlari, Birinci Basim: Eylul 2008, Istanbul, s. 150, 151, 153, 154.

Bu Yazı Dizisinin Kaynakları:

Andrew Heywood: Siyaset, BB101 Yayınları,19. Baskı, Kasım 2018.

Andrew Heywood: Siyasetin Temel Kavramlari, Adres Yayınları, 1. Baskı: Kasım 2012, Istanbul.

Andrew Heywood: Siyasi Ideolojiler,

Aristoteles: Politika, Çeviren: Mete Tunçay, Birinci Basım – Nisan 1975.

Bozkurt Güvenç: İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1979.

Crispin Sartwell: Edepsizlik-Anarşi-Gerçeklik, Ayrıntı Yayınları, 2.Baskı – 2015,  İstanbul.

Devlet ve Anarşizm, Yeni Felsefe, http://www.yenifelsefe.com

Encyclopedia Britannica.

Erksin Güleç, Ferhat Kaya: “İnsan Nasıl İnsan Oldu”, Ankara Universitesi,

Étienne de la Boétie: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev; Imge Yayinlari, 3. Baskı: Kasım 20 1 1, Ankara.

Felsefenin Temel Ilkeleri,

Frans de Waal: “Içimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz?”, Metis Bilim Yayinlari, Birinci Basim: Eylul 2008, Istanbul.

Franz Mehring: Karl Marx, 1. Cilt, sayfa  25-26

George Crowder: Klasik Anarşizm, Öteki Yayınevi, 1999, Ankara.

Georges Politzer: Felsefenin Temel İlkeleri, Sol Yayınları, 14. Baskı: Ekim 2000,  Ankara.

Gordon Childe: Tarihte Neler Oldu?, 5. Baskı: Kırmızı Yayınları, 2009, İstanbul.

Hegel , Grundlinien der Fhilokophie -dek Rechts, hrsg . vo n Georg Lasson, 3. Auifl-, iLeipafcg 1930, § 272 Zus. Akt: Hegel’in Devlet Felsefesi, Macit Gokturk, dergipark.

Henry David Thoreau: Sivil İtaatsizlik, Kafekültür Yayıncılık, 2013, İstanbul.

Human Evolution, wikipedi

İlk Çağlardan Günümüze Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar, Tolga Uslubaş-Sezgin Dağ, Ekim 2007, İstanbul.

Jacob Bronowski: İnsanın Yükselişi,Türümüzün Biyolojik ve Kültürel Evrimine Renkli Bir Bakış, İkinci Baskı: Ankara 2009, Say Yayınları, sayfa 16.

Jared Diamond: İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği, Üçüncü Şempanze, Alfa Yayınları, 1. Basım: Mayıs 2013.

Jean Jacques Rousseau: İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, İdea Yayınları, pdf.

John Stuart Mill: Hürriyet Üstüne, Liberte Yayınevi, 4. Baskı, Çeviren: M. Osman Dostel.

Jose Saramago: Körlük, Can Sanat Yayınları, Çevirmen: Aykut Erman, 31. Baskı, İstanbul.

La Fontaine: Bütün Masallar, Çeviren Sabahattin Eyüboğlu, Baskı: Ayla Ofset 1984.

M. Ilin-E. Segal: İnsan Nasıl İnsan Oldu?, Say Yayınları, 2000.

Malatesta Hayatı ve Düşünceleri, Kaos Yayınları, 14 Felsefe – Teori – Tartışma Dizisi: 4,  1. Baskı: Mayıs 1999, İstanbul.

Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, Kaos Yayınları: 34, 1. Baskı: Eylül 2013, İstanbul.

Max Weber: Sosyoloji Yazıları, İletişim Yayınları, 8. baskı – Ekim 2006, İstanbul.

Metin Özbek: 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi,  Bilim ve Gelecek Yayınları,2010.

Michel Foucault: İktidarın Gözü, Seçme Yazılar 4, Ayrıntı Yayınları, Üçüncü basım 2012, İstanbul.

Mihail Bakunin: Tanrı ve Devlet, Öteki Yayınevi, 1998, Ankara.

Mikhail Bakunin, Marxism, Freedom and the State, çev. K. J. Kenafick (Londra: Freedom Press, 1 950), s. 49. [“Marksizm, Özgürlük ve Devlet”, Tanri ve Devlet içinde, çev. : Sinan Ergün, Öteki Yay., 1 999.) Akt: Saul Newman, Bakunin’den Lacan’a, sayfa 49.

Noam Chomsky: Anarşizm Üzerine, Agora Kitaplığı, Birinci Basım: Ocak 2013, İstanbul.

P. Kropotkin: Anarşist Etik, e-kitap arşivi.

P. Kropotkin: Bir İsyancının Sözleri, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım: Ocak 2018, İstanbul, sayfa 22

P. Kropotkin: Ekmeğin Fethi, Öteki Yayınevi, 1. Baskı, epub.

Paul Avrich: Anarşist Portreler 2, Turkçesi: Osman Akınbay, Sarmal Yayınevi, Birinci baskı : Mayıs 1992, İstanbul.

Platon: Devlet, Bordo Siyah Yayınları.

Proudhon: Ondokuzuncu Yüzyılda Genel Devrim Fikri. Akt: Paul Avrich: Anarsist Portreler 2..

Richard Leakey: İnsanın Kökeni, Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.

Saul Newman: Bakunin’den Lacan’a, Ayrıntı Yayınları,  Birinci basım 2006, Istanbul.

‘Sosyoloji Kitabı’, Kolektif, Alfa Yayınları, 2. Basım 2017, İstanbul

State, wikipedi.

Sumer Ancient Region,  Britannica, Written By: The Editors of Encyclopaedia Britannica, www.britannica.com

When our human ancestors first walked tall, Shireen Gonzaga, February 21, 2011, https://earthsky.org

Wolpoff 1980

One thought on “Devlet Üzerine (5): Devletsiz ve Özgür Toplum

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!