“Bir şey Olmazsa, Bir şey Olmaz!”

“Bir şey Olmazsa, Bir şey Olmaz!”

Balık tuttuktan sonra hemen evlerden bir küçük tüp getirir, yağda balıkları kızartır, ekmek, domates, biber eşliğinde yerdik. Bazen de ırmak kenarında balıkları temizler ve ince çubuklara dizerek, yaktığımız ateşte kızartırdık. Çok lezzetli olurdu bu şekilde balıklar.

Teyzemin oğlu Sinan ve arkadaşımız Paşa, Cebeci’nin bahçesinin hemen önünde, Samsun – Ankara karayoluna bakan bir apartmanda otururlardı; komşu idiler.
Cebeci’nin bahçesinin hemen arka tarafından ise Tersakan ırmağı geçerdi. Burada bir balık ini vardı. Bazen bu inden büyük balıklar çıkarırlardı. Biz de bazen oraya gider balık tutmaya çalışırdık, ama hiç de kolay değildi bu.

Bir gün yine Sinan, ben ve Paşa orada bahçenin hemen yanında ırmak kenarındaydık.

-Emmi, gel bu inde balık tutmaya çalışalım bugün çuvalla.” dedi Sinan, Paşa’ya.

Paşa’ya bazen “Emmi” diye hitap ederdi, bazen ise “Adamım” derdi.

Paşa da onaylayınca, bunlar soyunup suya girdiler. Ben de ırmak kenarında bir sigara yakarak yukarıdan onları izlemeye başladım. İnce gözenekli, delikli soğan çuvalları kullanılırdı balık tutmak için bu yöntemle. İki kişi karşılıklı olarak çuvalı tutar ve ırmağın kenarına dibe kadar sürerdi. Daha sonra çekerken çuvalı kapatır ve suyun dışına çıkarırlardı. Böylece balık varsa çuvalın içinden dışarıya çıkamaz, çuvalın içinde kalırdı.

Ama Cebeci’nin oradaki in derindi. Bunlar ikisi de suya daldılar nefeslerini
tutarak ve suyun altında ine doğru çuval sürmeye başladılar. Bir kaç kez suya dalıp boş çıktıktan sonra, birden heyecanla sudan fırladılar. Çuvalı sımsıkı kapatmışlardı. Çuvalın içinde balık şak şak kuyruğunu vuruyor, debeleniyordu. Hemen kıyıya çıktılar heyecanla.

Çuvalı açarak büyük bir sazan balığını dikkatle sudan uzak bir yere bıraktılar. Balık zıplıyor, suya ulaşmaya çalışıyordu. Büyük bir balıktı bu. Sırta doğru yeşile çalan pulları ve bir gümüş gibi bembeyaz gövdesi güneşte parlıyordu zıpladıkça.

Hepimiz keyiflenmiştik.

“Bak adamım bak ne kadar büyük bu balık.” diyordu Sinan. Daha sonra başka balıklar yakalamak üzere yeniden hevesle girdiler suya. Ama bu kadar büyük bir balık daha çıkmadı o gün. Birkaç orta büyüklükte balık daha yakaladılar.

Sinan balıkları Paşa ile pay etmek istiyordu. Evin önüne gelmiştik.

Musa enişte de yoldan gelmiş, kamyonunu park etmişti o sırada. Birden balıkları gördü. Büyük balık dikkatini çekmişti:

“Bu balık büyükmüş nerede yakaladınız bunu?” diye sordu.

Paşa da ona hemen arkadaki inde yakaladıklarını anlattı.

Paşa balıkları pay etmek yerine Sinan’a verdi o gün:

“Adamım götür Musa enişte yesin, yoldan geldi. İki tek de atar balığın yanında. Biz her gün balık yiyoruz.” dedi.

Sinan da sevinerek balıkları eve götürdü o gün.

Yalnız aynı yerde daha sonra tanık olduğum bir balık avı daha vardı. O gün sanırım yalnızdım orada, ya da Sinan’ı bekliyordum. Orada sigara içerken, balık tutmaya çalışan sudaki bir adam dikkatimi çekti. Birkaç kişi de adamı izliyorlardı.
Adam hafif göbekli ve bıyıklı esmer birisiydi. 40 yaşlarında gösteriyordu. Adam derin nefes aldıktan sonra ine dalıyor ve bir süre suyun altında kalıyordu. Sonra yeniden suyun üzerine elleri boş çıkıyordu. Böyle birkaç dalış yaptıktan sonra birden kollarıyla çok büyük balığı gövdesinde tutarak yukarıya çıktı. Balık hemen hemen 70-80 cm’den vardı. O güne kadar gördüğüm Tersakan’dan çıkmış en büyük balıktı. Yine bir sazan balığı idi bu, büyük, geniş gövdeli bir sazan.

Herkes heyecanlanmıştı. Adam ise yerde çırpınan balığın önünde zafer kazanmışçasına bir sigara yakmış ve heyecanlı anlatıyordu.

“İnin dibine sıkıştırdım onu, ama dışarıya çıkarmak kolay olmadı. Kuyruğu ile sertçe vuruyordu vücuduma.”dedi.

O sırada bizim İsa’nın amcalarının babası Halit Efendi geldi. Aşağı Mahalle’de otururlardı onlar da. Böyle hitap ederlerdi ona. Sekiz köşeli kasketi başında ve beyaz pala bıyıkları hafif çıkmış yine beyaz sakalları ile ellerini çenesine koydu:

“Vay be! Helal olsun sana.” dedi. Balıkçı adamı tanıyordu.

“Sen bu balığı bana ver, misafirim var.” dedi sonra.

“Olmaz!”, dedi balığı tutan adam. “Eve götüreceğim.”

Ama Halit Efendi pes etmedi. Allem etti, kallem etti adamı sonunda razı etti balığı vermeye balığı.

“Peki al git senin olsun.” dedi sonunda adam.

Halit Efendi balığı tıpkı bir bebek taşıyormuş gibi iki koluyla sararak hemen Aşağı Mahalle’ye evine doğru aşağıya hızlı hızlı yürüdü. Çok heyecanlı ve
sevinçliydi.

***

“Balık otu” dediğimiz bir karışım hazırlardık bazen balık tutmak için. Bunun için suya girmek bile gerekmiyor, balıklar ayağınıza kadar geliyorlardı. Kasaptan bir dana ya da sığır ödü alır, bunu un ve çeşitli malzemelerle karıştırır; biraz katılaştığında küçük parçalar halinde yem gibi balık inlerine ve akıntılara atardık. Daha sonra biraz aşağıda kıyıda balıkları beklerdik. Balık otundan yiyen balıklar yarı canlı bir biçimde kıyıya vurur ve artık kaçamazlardı elinizden. Bunları elimizle toplardık. Balıklar ölmezlerdi, bir süre sonra eğer suyun içindeyseler zehrin etkisi geçer ve normal hallerine dönerlerdi.

Balık tuttuktan sonra hemen evlerden bir küçük tüp getirir, yağda balıkları kızartır ve ekmek, domates, biber eşliğinde yerdik. Bazen de ırmak kenarında balıkları temizler ve ince çubuklara dizerek, yaktığımız ateşte kızartırdık. Çok lezzetli olurdu bu şekilde balıklar.

Bazen Karşıyakalı bazı çocuklar küçük tüp getirir ve bunu bir iple bağlarlardı. Daha sonra gazı son şekilde açar ve tüpü balık inine indirirlerdi. Biz de izlerdik onları bazen. Hepimizin elinde bir sigara, gaz çıkartan açık bir tüpün yanında öyle izlerdik. Kimse de tüpün patlayabileceğini düşünmezdi. “Bize bir şey olmaz.” Havasındaydık  her zaman. Hatta Paşa ile sürekli şöyle derdik:

“Bir şey olmazsa, bir şey olmaz.”

Bir gün hatırlıyorum Karşıyaka köprüsünün hemen altına yakın bir yerde Belediye çalışma yapıyordu ve bu yüzden ırmağın yatağını geçici olarak değiştirmişlerdi.
Yüz metrelik bir uzunlukta ırmağın iki yakası da ana ırmaktan ayrılmış
durumdaydı. Bu yüzden balıklar oksijen almak için sık sık yüzeye çıkıyorlardı.
Onlarca kişi ise ırmağın içinde bu fırsattan istifade elleriyle ya da çuvalla
balık yakalıyordu. Ana baba günü idi köprünün altı. Biz ise köprünün üstünden izlemiştik o gün balık yakalayanları.

Derken giderek ırmağın suları azalmaya başladı ve bu ırmaktaki balıkları da olumsuz olarak etkiledi. Irmakta hâlâ balık vardı, ama azalıyordu her geçen gün sayıları ne yazık ki. Tersakan ırmağı duyduğuma göre ise son yıllarda daha da küçülmüş ve neredeyse bir dereye dönüşmüş.

 

Erol Anar

“Aşaǧı Mahalle” başlıklı henüz yayınlanmayan kitabımdan…

Copyright © 2019 erol anar. Bütün hakları saklıdır.

Not: Fotoğraf semboliktir.

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!