Felsefe ve İnsan Hakları İlişkisi

Felsefe ve İnsan Hakları İlişkisi

İnsan haklarının bir sınırı var mıdır? İnsan haklarının bir sınırı olduğunu söyleyemeyiz bence. Çünkü insan ve onun düşünsel gelişimi sınırsızdır. Eğer bu böyleyse insan hakları kavramı da sınırsız olmalı ve devamlı değişim ve gelişime açıktır. Bu, insanlığın gelişimiyle paraleldir aynı zamanda.

Felsefe ile insan hakları kavramı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Felsefede binlerce yıldır, insanın ve onun değerleri arasındaki ilişki ile onun bir canlı olarak neyi tanımladığı, hangi boşluğu doldurduğu, bir insan olarak ne ya da kim olduğu sorularına yanıt aranmıştır. Birçok filozof, insan ve onun değerlerini araştırmış ve kendi anlayışına göre sistematize etmiştir. İnsan hakları kavramının tanımlanması sürecinde de felsefeye ihtiyaç vardır. Çünkü insan hakları kavramının gelişimi, aynı zamanda insanın düşünsel evriminde ve gelişiminde katedilen bir yoldur. İnsan hakları, bugünün dünyasında olmazsa olmazsa bir bütünü oluşturmaktadır. İnsan hakları kavramının hukuksal, toplumsal, siyasal, felsefi ve tarihsel boyutları vardır.

Her şeyden önce felsefe özgür düşünme özgürlüğüdür. Ve özgür düşünceye ihtiyaç duyar. Filozofların çoğu bu nedenle çağlarına aykırı düşünceler dile getirmiş ve bazıları bunu canlarıyla ödemişlerdir: Başta Sokrates, Giardino Bruno, Hallac-ı Mansur…

“İnsan hakları var mıdır? İnsan hakları dediğimizde neden ve nelerden bahsediyoruz? İnsan haklarının felsefî temeli var mıdır? İnsan hakları fikri, felsefî olarak nerede ve nasıl temellenir? İnsan haklarının bir gerçekliği var mıdır, yoksa bizler olmasını istediğimiz bir ideale gerçeklik mi atfediyoruz? İnsan hakları ontolojik bir gerçeklikle temellenen ilkeler midir, yoksa insanlığının konsensüs veya gelenek yoluyla icat ettiği ve ürettiği normlar mıdır? İnsan hakları sırf kendileri uğruna uyulması gereken de ontolojik normlar mıdır, yoksa bireylerin ve onların toplamını oluşturan toplumların lehine ve faydasına ürettiği sonuçlar bazında değerlendirilmesi ve dikkate alınması gereken “araçlar” mıdır? Bütün bu sorulara verilen veya verilmeye çalışılan cevaplar farklı farklıdır. İnsan hakları ve insan haklarının temellendirilmesi konusundaki bu farklılık ve çeşitliği belli başlı felsefî yaklaşımlar içinde toplayarak sınıflandırmak mümkündür. Bunlar; i) doğal hukuk ve doğal haklar ii) Kant’ın ödev etiği iii) sonuçsalcılık veya faydacılık ve iv) sözleşme etiği olmak üzere dört ana felsefî yaklaşımdan oluşmaktadır.” [i]

Yukarıdaki sorular ve başka sorulara verilecek yanıtlar, günümüzde farklılıklar içermektedir. İnsan hakları kavramının temellendirilmesi ve bu kavramın değerlerinin toplumsal yaşama yansıması, doğrudan içinde bulunulan sistemin ve onun uygulayıcısı devletin yapısı ile de bağlantılıdır felsefi açıdan bence. İnsan hakları kavramı derken, yalnızca kâğıt üzerindeki yasalar ve normlardan söz etmiyoruz. Bunların yasal olarak tanımlanmış olması elbette önemli olmakla birlikte asıl olarak belirleyici olan uygulama ve realitedir. Felsefe ve insan hakları ilişkisi işte insan hakları kazanımlarının boyutlarının genişletilmesinde işlev gören elementlerden birisidir. Hukuk, nasıl insan haklarının sınırlarını tanımlıyorsa, felsefe de bu sınırların nasıl genişletebileceğinin olanaklarını araştırır. Felsefe, hukuk gibi kesin ve tanımlayıcı olmamakla birlikte, sınırsız yollar ve düşünceler açısından son derece zenginlik içerir ve bu insanlığın gelişiminde çok önemlidir.

İnsan haklarının bir sınırı var mıdır? İnsan haklarının bir sınırı olduğunu söyleyemeyiz bence. Çünkü insan ve onun düşünsel gelişimi sınırsızdır. Eğer bu böyleyse insan hakları kavramı da sınırsız olmalı ve devamlı değişim ve gelişime açıktır. Bu, insanlığın gelişimiyle paraleldir aynı zamanda.

Hakların kazanımı geri dönülmez bir süreçtir. Bu geri dönülmez süreç, insan hakları kavramıyla bakışta ve uluslararası ölçektedir. Yoksa bir hükümet uygulamalarıyla insan haklarının kazanılmış haklarını çiğnerse, bu, insan haklarının kazanılmış boyutlarının geri dönülebilir olduğunu göstermez. Tam tersine, hak bir kez insan hakları kavramıyla elde edildikten sonra, bu geri dönülmezdir ve o hakkın, bir hak olarak tekrar tartışılmazlığını ifade eder.  

“Toplum, aklın kamusal kullanımı, başka bir deyişle aklın bilgiye dayalı, özgürce kullanımı yoluyla dönüşürse bu dönüşümün sağlıklı olduğundan söz edilebilir. Öyleyse ortak payda ne? Bireysel haklar bir bütün olarak tanınmalı-korunmalı-geliştirilmeli. Bu incelikleri konuya yalnızca hukuk bilgisiyle bakarak göremeyiz; genel olarak felsefe bilgisiyle, özel olarak da insan felsefesiyle, benim birkaç yıldan beri, hem bakış açısını hem de belli bir felsefe disiplinini göstermek üzere kullandığım ‘antropontoloji’yle (insan-varlık bilgisiyle) baktığımızda bu incelikleri görebiliriz.” [ii]

Bireysel haklar bir bütün olarak korunmalı ve güvence altına alınmalıdır, aynı zamanda sosyal haklar da bireysel haklar gibi aynı önemde değerlendirilmelidir. Yoksa haklar bütünü, bir kanadı eksik bir kelebek olur ve bu durumda uçamaz.

İnsan hakları felsefesi, insan hakları kavramının altında yatan temeli incelemek için çalışır ve eleştirel içeriği ve gerekçesine bakar. Çeşitli kuramsal yaklaşımlar nasıl ve niçin insan hakları kavramı geliştirilmiştir açıklamak için ileri edilmiştir.

‘‘Böylece insan haklarını korumanın ilk koşulu, insan haklarının ve tek tek hakların ne olduğunu açıkça-gerektirdiklerini görebilecek kadar açıkça- kavramak gibi görünüyor. Bu da bizden çok iş ve işbirliği bekliyor. Bir ikinci önkoşul, kendimizi kendimize-herbirimiz kendisini kendisine-insan olarak ilân edecek kadar yürekli olmaktır; bu da kendimizi böyle ilan etmenin, kişi ve insanlık olarak bizim için birlikte getirdiği sorumluluğu taşımak ve gereklerini yerine getirmek demektir. İşte böyle ortaya konduğunda insan haklarını koruma sorunu, felsefi, etik ve siyasal bir sorun olarak görünüyor. Felsefi bir sorundur, çünkü insan hakları kavramının açıklığa kavuşturulmasına-bu hakların gerektirdikleri konusunda daha sağlam sonuçlar çıkarmamızı sağlayabilecek bir açıklığa kavuşturulmasına- şiddetle ihtiyaç vardır. Etik bir sorundur, çünkü günlük yaşamda bu haklara saygı gösteren ya da onları çiğneyen, kişilerdir; kişilerdir oylarıyla ya da kamu görevlisi olarak verdikleri kararlarla korumalarına katkıda bulunan. Ayrıca siyasal bir sorundur; çünkü bütün yurttaşların insan olarak olanaklarını geliştirmeleri, ‘‘korku ve yoksunluktan uzak’’ yaşayabilmeleri için gerekli koşulları doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sağlamak, her devletin görevidir.” [iii]

Kuçuradi’nin de belirttiği gibi, insan haklarını koruma sorunu felsefi, etik ve siyasal bir sorundur. Bunu da yapacak olan, uluslararası devletlerarası mekanizmalar ya da yasalar değil, bizzat insanın kendisidir. Çünkü devletler, yapıları gereği insan haklarını çiğnerler (devletten devlete bu konuda hakların çiğnenme dozu konusunda farklar olsa da) bu yüzden insan haklarını savunacak ve onu geliştirecek olan devletlerden bağımsız (sözde değil, gerçek anlamda) kişi, grup ve kuruluşlardır. Ayrıca günümüzde neoliberal politikaları izleyen devletler, insan haklarını yalnızca sözde savunmaktadır. Yoksulluk her geçen gün artmakta, zengin ve yoksul arasındaki uçurum derinleşmektedir.

 “Sosyal adaletsizliği kaldırma çabasında, aynı zamanda eğitici olan filozofların yapabileceği bir şey de, araştırmalara dayanan insan hakları eğitimini, başlamış olduğu yerde yaygınlaştırmak, olmadığı yerlerde de, programlı bir şekilde başlatma yollarını araştırıp bulmaktır: çeşitli düzeylerdeki felsefe eğitiminin çerçevesi içinde, insan hakları konusuna, önemine uygun yeri vermekle ve bu eğitimin- insan haklarının felsefi eğitiminin- insana ilişkin çeşitli bilgi ve meslek dallarının programlarında yer alması gerekliliğini göstermekle. İşte bunlar, sosyal adaletsizliğin ulusal düzeyde kalkması için, filozofların-bir kısmı da felsefecilerin-yapabilecekleri katkılardan bazılarıdır.’’[iv]

İnsan hakları felsefesi, insan hakları kavramıyla günümüzde, devletleri, devlet dışı organizasyonları, yapıları, yasaları, eylemleri değerlendirmede baskın bir çerçeveye dönüştü. Ve bu felsefe, ayrıca bireyler ve toplumlar açısından ise, politik, ekonomik ve sosyal gerekliliklerin nasıl karşılanabileceği ve daha iyi bir hayata nasıl ulaşılabileceğinin yollarını aydınlatıyor.

Erol Anar


[i] Uslu, Cennet: “Doğal Haklar ve Doğal Hukuk İnsan Haklarının Felsefî Temelleri”, Liberte Yayınları, İkinci Basım, Temmuz 2011,  s. 20-21.

[ii] Çotuksöken, Betül: “İnsan Hakları Eğitiminde Dönüşümü Siyasetçiler Sağlayacak”, söyleşi, http://www.muratkaymak.com/

[iii] Kuçuradi, İoanna: ‘‘Felsefe ve İnsan Hakları’’, İnsan Hakları Kavramları ve Sorunları, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara, 2007, s. 8.

[iv] Kuçuradi, İoanna, ‘‘Felsefe ve Sosyal Adaletsizlik’’, İnsan Hakları Kavramları ve Sorunları, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara, 2007, s. 21-26.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!