Hayatın Bir Anlamı Var mıdır ya da Olmalı mıdır?

Hayatın Bir Anlamı Var mıdır ya da Olmalı mıdır?

Hayatın bir anlamı var mıdır? Ya da hayatın bir anlamı olmalı mıdır? Hayatımızın bir anlamı yoktur aslında. Çünkü bizler yıldız tozundan rastgele ve tesadüflerin sonucu oluşmuş  varlıklarız. Carl Sagan’ın dediği gibi “su, kalsiyum ve organik moleküllerin toplamıyım.”

Eğer dindar bir insan iseniz, bu soruya vereceğiniz yanıt da kolaydır. İnandığınız dinin ya da inancın gereklerini yerine getirmektir amacınız ya da en azından bu gereklerin yerine getirmeniz gerektiği düşüncesidir. Hayatın anlamı da budur sizin için, bu dünyadaki yaşamınızı, var olduğuna inandığınız  “öteki dünyadaki” yaşamınız için yaşamak. Ama din ve mistik inançlar dışında bir arayışınız varsa kendi hayatınızı anlamlandırmak için, o takdirde kendi yolunuzu da kendiniz çizmeniz gerekir. Yani hayatınızın anlamını da kendi kendinize oluşturmanız gereklidir.

“İnsan olmak demek, aşağılık duygularına sahip olmak demektir, insan doğa karşısında kendi güçsüzlüğünü anlar. Ölümü, varlığın kaçınılmaz bir sonucu olarak görür. Ama ruh sağlığına sahip insanda bu aşağılık duygusu yaratıcılığa, verime dönüşür, zorlukları yenmek, hayatla yerini bulmak için kullanılır. Ancak aşırı aşağılık duygularında (bu da yetişme sırasındaki başarısızlığın sonucudur) kişi aşırı duyarlılığa düşer, bencilce kendini düşünür, tüm belirtileriyle nevrozun temelini atar ve hayatı bir işkenceye dönüşür.” der Adler. [1]

Bu noktada ölüm aslında, kişinin varlığını da kanıtlayan bir argümandır. Ölecektir, çünkü yaşamaktadır ve vardır. Ölüm bu noktada bir kabulleniştir. Adler’in dediği gibi kaçınılmaz olandır. İşte böyle düşünen insan, yaşamaktan zevk alan, hayatta olduğu sürece bundan verim sağlayan, hayatını anlamlandırmak isteyen insandır.

Hayatın bir anlamı var mıdır? Ya da hayatın bir anlamı olmalı mıdır? Hayatımızın bir anlamı yoktur aslında. Çünkü bizler yıldız tozundan rastgele ve tesadüflerin sonucu oluşmuş  bir varlığız. Carl Sagan’ın dediği gibi “su, kalsiyum ve organik moleküllerin toplamıyım.”

İşte bu noktada eğer varlığımız bir tesadüf, rastlantılar üzerine kuruluysa, yine de hayatımızın bir anlamı olduğunu düşünebilir miyiz? Hayatımızın bir anlamı yoktur belki, ama olmalıdır diye düşünüyorum. Kendi bilincimizle kendimizi ve hayatımızı algılayabiliyorsak, bir taştan, bir nesneden farklı olduğumuzu düşünüyorsak, kendimize bir amaç, bir anlam arayışı, bir yol çizmeliyiz diye düşünüyorum. Yoksa hayatın ve yaşamanın ne güzelliği, ne de bir içeriği olacaktır. Sadece nefes alan bir nesneden ibaret olacağız.

Burada Descartes’ın “Düşünüyorum, Öyleyse Varım (Cogito Ergo Sum)” deyişine geliriz kaçınılmaz olarak. İnsan varlığının ve bilincinin özünü açıklayan bir sözdür bu.

“Bu da, somut olarak, “gökyüzünde ve yeryüzünde, varlık ve hiçliği kendinde içermeyen hiçbir şey yoktur” anlamına gelir.” [2] diyor Sartre.

Sartre’ın bu bakış açısından yola çıkarsak, o zaman ben hayatın içinde anlam ararken, ya da anlam yaratmaya, hayatımı anlamlandırmaya çalışırken, aynı zamanda da bir anlamsızlık oluşturuyorum demektir bu. Yani anlam bulduğumuz yer, an ve mekânda anlamsızlık da bir o kadar yer alacaktır. Yani anlam yaratma edimimiz, aynı zamanda anlamsızlık yaratmaya ya da keşfetmeye yol açacaktır kaçınılmaz olarak. Varlık ve hiçliği aynı anda, aynı zamanda ve aynı yerde içeriyorsam, anlam ve anlamsızlık da aynı yerde, aynı oranda ve aynı zamanda beraber olacaklardır. İşte bu diyalektik bir bakış açısıdır.

Çünkü anlamı tamamlayan anlamsızlıktır; hayatı tamamlayan ölüm, aydınlığı tamamlayan karanlık, varlığı tamamlayan ise hiçliktir.

***

Carl Sagan ise şöyle diyor:

«Biz hem gökyüzünün, hem yeryüzünün çocuklarıyız. Bu gezegen üzerindeki varlığımız süresince tehlikeli bir evrimsel yük sırtlamış bulunuyoruz. Bu yük torbasının içinde saldırıya ve töreye yatkınlık, liderlere baş eğme ve yabancılara düşmanca davranış gibi kalıtsal eğilimler yer alıyor. Fakat aynı zamanda başkalarına karşı şefkat, çocuklarımıza karşı sevgi, tarihten bir şeyler öğrenme ve giderek zekâ ve yeteneklerimize bir şeyler katma eğilimlerine de sahibiz; bunlar da hayatta kalmamıza ve refahımızı sürdürmeye yarayan etkenler… Yapımızdaki bu eğilimlerin hangileri üstün gelecek bilmiyoruz.”[3]

Sagan’ın söz ettiği yük torbasının içinde hayatın içinde olan her şey de var. Ama bu karışıklıkta istediğimiz şeye ulaşmakta zorluk çekebiliriz. Bir de bu torbada ne aradığınıza bağlı olarak, anlam arayışı da değişebilir.

Ben kişisel olarak hayat torbamda özgürlüğü arıyorum. Ancak özgürlüğün hayata bir anlam katabileceğine ve özgür olduğumda kendimi en geniş şekilnde gerçekleştirebileceğime inanıyorum. Hedefim yalnızca kendimin değil, toplumun ve tek tek bireylerin de özgür olmaları. Ve bu özgürlüğe tam bir eşitliğin de eşlik etmesi. İşte bu noktada ben kendimi daha özgür bir şekilde gerçekleştirebileceğimi düşünüyorum.

Çünkü Bakunin’in dediği gibi,”İnsan yalnızca eşitçe özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür…”

Öyleyse anlam arayışı hayatın bize verdiği bir şey değil, bizim kendi kendimize yarattığımız bir olgudur. Bu da hayatımızın içini doldurma çabasıdır. Yapabildiğimiz ölçüde.

***

Spinoza, “Politik Inceleme” adlı yapıtında şöyle der:

“Özgürlük gerçekte bir erdemdir, yani bir yetkinliktir. İnsanda güçsüzlükle ilgili olan şey özgürlükle ilgili olamaz. Bu durumda insan hiçbir biçimde özgür diye nitelendirilemez, çünkü o varolmayı bilememektedir ya da aklını kullanmayı bilememektedir, insan ancak varolma gücüne, insan doğasının yasalarına göre eylemde bulunma gücüne sahip olduğu ölçüde özgürdür.” [4]

Var olmayı bilmek, insanın aslında kendi özünden haberi olması demektir bence. Bu anlamda Spinoza’nın söz ettiği var olma gücü, özgürlüğe yol açar. Çünkü özgürlük, ona sahip olacak güce sahip olanın olacaktır. Özgürlük, üzerinde doğrudan ya da dolaylı hiçbir iktidarın bulunmadığı, doğa yasalarından başka seni sınırlayan hiçbir yasanın olmadığı, ve başkalarına zarar vermeyen her eylemi yapmakta özgür olduğun bir gerçekleşmedir. Ve denildiği gibi aynı zamanda istemediğini de yapmamaktır. Bu, bireyin kendisinin gerçekleşmesini tamamlayan bir süreçtir. Varlık, varlığının artık tam olarak bilincindedir ve ona egemendir, yani kendisine. Kendi üzerinde kendinden başka hiçbir iktidar yoktur.

***

“Öz, Varlığa kıyasla her ne kadar dolaylanmış görünse de, öz yine de asıl kökendir. Varlık kendi temeline döner; Varlık Özde kendi kendinin ötesine geçer…” [5]

Kendimi açığa çıkarabilmem ve özgürleşebilmem için, kendi özümü de tanımam gerekir. Kendimi tanımam içinse özgür olmam gerekir. Eğer dış koşulların kuşattığı duruma teslim olup, kendi bilincimde de özgür değilsem, o zaman kendi özümü tanımaya açılan kapılar da kapalı kalacaktır. Burada dış koşullar ne olursa olsun, bilincimde özgür olursam, kendi varlığımı ortaya koyar ve Sartre’ın dediği gibi “kendi kendimin ötesine” geçebilirim.

O zaman öze ulaşma çabası, insanın kendini tanıma çabasıdır.

Bu da özgürleşmenin bir koşuludur. Çünkü kendi özünü tanımayan ve bu yönde çaba göstermeyen insan, özgürleşemez.

O zaman kendi özünü tanıma çabası aynı zamanda aslında bence insanın kendi hayatına bir anlam katma çabasıdır.

Erol Anar

Santa Catarina

18-19 Nisan 2019


[1] Alfred Adler: Psikolojik Aktivite, epub, sayfa 46.

[2] Jean Paul Sartre: Varlık ve Hiçlik, İthaki Yayınları, 3. Baskı, İstanbul / Nisan 2010, İstanbul, epub, sayfa 58.

[3] Carl Sagan:Cozmos, Altın Kitaplar, 2016, İstanbul, epub, sayfa 4.

[4] Spinoza: Tractatus Politicus Politik Inceleme”, Dost Kitabevi Yayınları, Çev: Murat Ersen, Ankara, epub, sayfa 9.

[5] Jean Paul Sartre: Varlık ve Hiçlik , sayfa 56.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!