O kadar derindir ki, boğulmamak için çaba sarf etmek gerekir. Kitaplarını ikişer üçer kez okumama karşın, her seferinde tekrar tekrar karıştırdığımda yeni şeyler keşfederim. Dinci ve milliyetçi yanını eleştirmekle birlikte, bir romancı olarak onun eşsizliğine, psikolojik derinliğine saygı duyarım. Ona benzeyen hiçbir romancı yaşamamıştır şimdiye dek…
Bir yazarın kendi romanlarında, kendi kahramanlarına söylettiği sözler ona mal edilebilir mi? Elbette bu soruya hayır yanıtını veririz. Bu, edebiyat tarihinde kabul edilen genel bir düşüncedir. Çünkü bir yazar romanında farklı düşüncelere yer verebilir.
Ama konu Dostoyevski olunca iş değişir. Dostoyevski’nin birçok romanındaki düşünceler, tartışmalar bizzat yazarın kendi düşünceleridir. Hatta o derece ki birçok kahramanı bile ondan izler taşır: Hastalıklarını, yaşadığı kenti, yıllarını geçirdiği Sibirya’yı, kumar alışkanlığını, Avrupa macerasını, otoriter babasının bilinç altındaki yansımasını, din konusundaki düalizmini, Slavcı düşüncelerini vs… bunların hepsini romanlarında bulabiliriz. Tabi ki romanlarındaki tüm kahramanların düşünceleri, Dostoyevski’nin düşünceleri değildir. Ama bunu uzun uzun farklı fikirleri tartıştırarak yapar, bir yere varma amacında da değildir. Çünkü gerçek hayatta düşünsel anlamda kendinden emin olarak bir yere varabilmiş değildir. İçindeki entelektüel, onun milliyetçi ve dinci yanına hep karşı çıkar. Bunu da romanlarındaki yansımasıyla görebiliriz.
Dostoyevski daima bir düalizm (din-dinsizlik, Slavcılık-Avrupa değerleri vs…) içinde olduğundan kahramanlarına yaptırdığı tartışmalar da çoğunlukla kendi düşüncelerini daha çok öne çıkarmak ya da kanıtlamaya çalışmak amacıyladır. ‘Suç ve Ceza’, ‘Budala’ ile ‘Karamazov Kardeşler’deki bitip tükenmek bilmez tartışmaların kaynağı budur.
Din, tanrı ve İsa konusundaki düşüncelerini olduğu gibi ‘Karamazov Kardeşler’e yansıtmıştır. ‘Karamazov Kardeşler’de kahramanına söylettiği “Tanrı olmasa her şey mübahtır.” sözü bizzat yazarın kendi düşüncesidir. ‘Ölüler Evinden Anılar’daki kahraman bizzat Dostoyevski’nin kendisidir. Raskolnikov da öyle. Onu Sibirya’ya gönderir kendisi gibi.
“Daha yüce şeyler düşünme ve arama’ olanağı Dostoyevski’nin karakterlerinin hepsinde tanınmıştır; hepsinin de ‘çözüme kavuşturamadığı yüce bir düşünce’si vardır; hepsi de her şeyden önce ‘bir düşünceyi düzgün bir biçimde ortaya koymak ister” der Bahtin. [1]
Kahramanları daha yüce şeyler arama peşindedir, çünkü bizzat Dostoyevski’nin kendisi hayatında “daha yüce şeylere arama” kaygısı güder, bir çeşit peygamber olmak istiyordu o; yazarlık ona yetmiyordu.
Freud makalesinde, onun ‘Karamazov Kardeşler’ adlı eserini, dünyadaki en büyük günah olan baba katilliği üzerine kurgulamasını, çocukluğundaki baba baskısına dayandırmaktadır.
Yine epilepsi hastalığını roman kahramanlarına vermiştir. Kendisi epilepsi hastası olduğu için, bu onun romanlarına da yansımıştır bazı kahramanları aracılığıyla.
“Romanda Dostoyevski’nin yaşamı ile yapılabilecek birçok benzetme vardır. Üç yaşında ölen oğlunun Alyoşa olmasıdır. Dimitri Dostoyevski’nin sürgünde sona eren romantik devridir. Ivan, üniversite yıllarında ilgi duyduğu sosyalist yönünü, bu uğurda Tanrı inancını kaybetmek üzere olduğu yılları yansıtır. Alyoşa ise, onun olgunluk halinin, ulusuna ve dinine dönüşüdür. Smerdyakov’un Dostoyevski gibi epilepsi nöbetleri geçirmesi de göndermelerden biri .” [2]
Yani Dostoyevski romanlarında kendi gerçek kişiliği, özellikleri ve düşünceleriyle birden fazla karaktere sızmıştır.
‘Dostoyevski elli dokuz yaşındayken şunları yazıyordu: ‘Çoğu zaman, kelimenin gerçek anlamıyla acıyla farkına varıyorum ki, anlatmak istediğimin yirmide birini bile anlatamadım ve hatta hiçbir şey anlatamadım. Beni rahatlatan şey, Tanrı’nın bir gün bana o gücü ve ilhamı göndereceğine, benim de kendimi eksiksizce anlatabileceğime, kısacası yüreğimdeki ve hayal dünyamdaki her şeyi ortaya koyacağıma dair olan umudumdur.” [3]
İşte ‘Karamazov Kardeşler’ adlı başyapıtında kendisinin de dediği gibi, kendisini de ortaya koymaya çalışmıştır. Bu kitapta hem bir yazar olarak kendi düşüncelerini, düalizmini kahramanları aracılığıyla ortaya koyarken, yine de eksik kaldığının bilincindedir. Yani bu romanda kahramanı aracılığıyla, “Tanrı olmasa her şey mübah olurdu.” diyen bizzat Dostoyevski’nin kendisidir. Çünkü onun hayatının özellikle Sibirya’dan sonraki bölümünde taşıdığı düşünce budur. Tanrı’ya, dine dönüş, İsa imgesine hayranlık ve bunu bir milliyetçilikle, ahlâkçılıkla yoğurmak.
“lsa, Dostoyevski için her zaman, ahlâki ülkünün en yüce kişileşmesi olarak kalmıştır.” [4]
Hatta o derece ileri gider ki bu konuda, “İsa ve gerçek arasında bir tarafı seçmesi gerekse, İsa’yı seçeceğini” söyler. İsa’ya, Sibirya’da okuduğu İncil nedeniyle hayran olmuştur. Dönüp dönüp İncil okumuştur oradayken, çünkü genellikle okumasına izin verilen tek kitap budur. İşte bu İsa imgesi sonraki dönemlerinde yazdığı romanlara hep sızmıştır.
“Ecinniler’de Shatov’a söylettiği şu önemli sözlerce izlenmektedir: “Rusya’ya inanıyorum, Ortodoksluğa inanıyorum … İsa’nın bedenine inanıyorum … İsa’nın Rusya’da yeniden ortaya çıkacağına inanıyorum.” “Ya Tanrı’ya? Tanrı’ya?” “Ben … Ben Tanrı’ya da inanacağım.” [5]
Sanki Shatov değil, Dostoyevski konuşuyor. Konuşan Dostoyevski’dir Shatov aracılığıyla, bunlar bizzat onun hayatının son döneminde vardığı düşüncelerdir, tam olarak emin olmasa da. Dostoyevski’nin düşünsel hayatı bir cümlede bu kadar iyi açıklanabilirdi. Üstelik bu cümleyi yazan da, yani kendi hayatını romanındaki bir cümlede özetleyen yazarın kendisidir. Birçok örnekler verilebilir bu konuda, ama gerekli değildir bence. Uzatmaya gerek yok bu konuyu. Benim açımdan yeterlidir. Dostoyevski kendi düşüncelerini kahramanları aracılığıyla birçok romanında dile getirir.
Yani Karamazov Kardeşler’in her yerinde Dostoyevski’nin kendisi vardır. İç tartışmalarını, sessiz, fısıltı halindeki kendi iç dünyasındaki konuşmaları bu romana taşımıştır. Kitaptaki tartışmalar, tam da Dostoyevski’nin ruh halini ve ömür boyu yaşadığı düalizmini anlatır. O eksiktir, hiçbir zaman tam olamamıştır. Ne tam bir sosyalist, ne tam bir Hristiyan, ne tam bir entelektüeldir. Gençlik yıllarındaki sosyalist dönemindeki düşüncelerini düalist yanının bir yansıması olarak hep içinde taşımıştır. Sonradan bu dönemine eleştirel bakacaktır ‘Ecinniler’ adlı yapıtında.
Tam bir Hristiyan da değildir o, bir yanıyla inanır, diğer yanıyla reddeder. Kilise’ye ve dinin kurallarına çok inanmaz, boşverir. Onun inandığı İsa imgesidir. Bunu da günahlardan arınma anlamında düşünür. Bütün kitaplarına sinmiştir bu düşünce. İsa imgesi temizdir ve günahlardan arınmak ona sığınmakla olasıdır ona göre. Ama diğer yandan bir yanıyla ateisttir. Bundan vazgeçemez. İşte özellikle ‘Karamazov Kardeşler’deki tanrı ve din tartışması bunun içindir. Bunu tartışan kahramanları aracılığıyla bizzat Dostoyevski’nin kendisi, onun bitmek tükenmek bilmeyen düalizmidir.
Yani hem İvan, hem de Alyoşa’dır aynı zamanda.
‘Kumarbaz’ adlı yapıtındaki kahraman, bizzat Dostoyevski’dir. Avrupa’daki kumar (rulet) maceralarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır bu roman. Ve orada romanda rulet oynayan kişi bizzat onun düşüncelerini ve oyun tekniklerini dile getirir. Yine “Ölüler Evinden Anılar” da Sibirya’daki kendi yaşamını ve anılarını, düşüncelerini anlatır. Yine ünlü “Suç ve Ceza” adlı romanına mekân olarak kendi yaşadığı kent olan Petersburg’u seçer. Romanın başkahramanı Raskolnikov da tıpkı Dostoyevski gibi hastadır, nöbetler geçirir. Hatta romanın sonunda kahramanını, kendi gittiği yer olan Sibirya’ya gönderir. Yine “Ezilenler”deki yazar karakteri İvan Petroviç de Dostoyevski’nin kendisidir. Yoksulluk teması kendi hayatında yoksulluktan çektiği açılardan dolayı sızar kitaplarına. Hatta dönemin eleştirmenlerini bile (Örneğin Belinski) kahramanları aracılığıyla eleştirir. Ama bunlar kendi özyaşamsal izleri ve düşünceleridir gerçekte.
“Dostoyevski’nin izleyen yapıtlarında karakterler, gıyabi, nihaileştirici insan tanımlarıyla edebi bir polemiğe girmezler artık (ama bazen bizatihi yazar çok incelikli bir ironik-parodik biçimde bunu onlar adına yapar), ama hepsi de diğer insanların ağzındaki, bu tür kendi kişiliklerine ilişkin tanımlarla hararetli tartışmalara girerler.” [6]
O metafizik ile materyalizm arasında gidip gelmiş ve metafizikte karar kılmıştır. Ama yine de tam emin değildir. Hiçbir şeyden emin değildir. Bu mektuplarında ve yazılarında da görülebilir. Bir yanıyla Avrupa’ya hayrandır, bir yanıyla ondan nefret eder. Bir yanı çağdaş Avrupalıdır, diğer yani milliyetçi bir Rus. Düalizmlerin adamıdır o.
“Dostoyevski sosyalizmden yana ya da sosyalizme karşı olmak için acele etmez. Çünkü her ne kadar Hoffman: Kelimenin en insani anlamında sosyalist olan Dostoyevski, hayatının sonuna kadar bundan vazgeçmedi’ şeklinde bir cümle yazma hakkına sahipse de, Dostoyevski’nin kendi yazışmalarında şunlari okuyoruz: “Sosyalizm daha şimdiden Avrupa’yı kemirdi, eğer çok geç kalınırsa, her şeyi yıkacak.” [7]
Andre Gide ise onun portresini kısaca şöyle tanımlar:
“Muhafazakâr ama gelenekçi değil, Çar’cı ama demokrat değil, Hıristiyan ama Roma Katoliği değil, liberal ama ilerici değil, Dostoyevski kendisinden nasıl yararlanılacağı bilinmeyen bir kişi olarak kalmaktadır.” [8]
Aslında Dostoyevski’nin
kendisi bile ne olduğunu, ne düşündüğünü tam olarak bilmemekte, ya da
düşüncelerinden emin olamamaktadır. İşte bu yüzden kitaplarında bitmek bilmeyen
tartışmalar vardır. ‘Budala’, ‘Karamazov Kardeşler’, ‘Suç ve Ceza’ adlı
başyapıtlarındaki uzun uzun tartışmalar onun bir yazar olarak gerçek hayatta
yaşadığı düalizminin sonucudur.
Yıllardır yaza yaza bitiremediğim bir konu vardır: Fyodor Dostoyevski… Hakkında onlarca, sayfalarca yazı yazmama karşın, hâlâ eksik hissederim kendimi bu konuda. Üzerine yazılmış belli başlı biyografileri okumama rağmen, her seferinde yine de onun hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum gibi gelir. O kadar derindir ki, boğulmamak için çaba sarf etmek gerekir. Kitaplarını ikişer üçer kez okumama karşın, her seferinde tekrar tekrar karıştırdığımda yeni şeyler keşfederim. Dinci ve milliyetçi yanını eleştirmekle birlikte, bir romancı olarak onun eşsizliğine, psikolojik derinliğine saygı duyarım. Ona benzeyen hiçbir romancı yaşamamıştır şimdiye dek, insan ruhunun bu kadar derinine inen bir yazar yoktur.
Özellikle hayatının Sibirya’dan sonraki bölümünde en fazla değer verilen yapıtlarını yaratmış ve insan ruhunun karanlık yanlarını aydınlatmış, ölümsüz bir yazardır o.
Erol Anar
Dipnotlar:
[1] Mihail M. Bahtin: “Dostoyevski Poetikasının Sorunları”, Metis Yayınları, İlk Basım: Eylül 2004, İstanbul, sayfa 142.
[2] Dostoyevski Karamazov Kardeşler Analiz, Yevgeni Zamyatin, https://arsivedebiyat.wordpress.com/ )
[3] Andre Gide, age, sayfa 52.
[4] Edward Hallett Carr: “Dostoyevski”, İletişim Yayınları, 8. Baskı 2014, İstanbul, sayfa 269.
[5] Edward Hallett Carr, age, sayfa 271.
[6] Bahtin, age, sayfa 111.
[7] Andre Gide, “Dostoyevski”, L&M Yayınları, 1. Baskı: Nisan 2005, İstanbul, sayfa 42-43.
[8] Andre Gide, age, sayfa 43.