Kırık kollular coğrafyasında yaşıyoruz. “Kol kırılır, yen içinde kalır” deniliyor. Kollarımız daha küçük bir çocukken ailede kırılıyor. Ve öğreniyoruz ki, hiçbir olayı dışarı taşımamamız ve kimseyle paylaşmamamız gerekiyor. Diyelim ki babamız annemizi dövüyor ve biz susuyoruz. Yakın çevremizdeki insanlara, hatta yakın akrabalarımıza bile bir şey söylemiyoruz. Belki söylesek, onlarla paylaşsak, duruma müdahale edecekler; annemiz de babamızın dayağından kurtulacak. Ama biz dilimizi yutuyoruz. Kırık kolumuzu yenimizin altında saklamaya çalışıyoruz.
Demokrasi açıklık rejimidir diyoruz, ama kendimize gelince bunu uygulamıyoruz. Demokrasiyi nedense hep başkalarının uygulaması gereken bir kavram olarak görüyoruz. Bizim onu uygulamamıza gerek yok bu düşünce biçimine göre. Güçsüz ve mağdur olduğumuzda demokrasiyi talep ediyor, bir şekilde iktidarı ya da gücü ele geçirdiğimizde demokrasinin d’sini uygulama düşüncesi aklımızdan dahi geçmiyor. Bu evimizde, işyerimizde, derneklerde, sendikalarda, partilerde her yerde böyle gerçekleşiyor.
Kendi haksızlıklarımızın, hatalarımızın, yanlışlarımızın, ihlallerimizin üzerini örtüyor, hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz. “Biz” olarak nitelediğimiz şeyin, bütün hatalarını, zaaflarını, hatta acımasızlıklarını görmezden geliyoruz. “Onlar” olarak adlandırdıklarımızın en küçük hatalarında ise cellat gibi davranıyoruz.
“Ben buna karşıyım ama yazamam, konuşamam. Karşı taraf pusuda bunu kullanır.” diyoruz.
Oysa dostum, yenin içindeki kırık bir kol hem hiçbir işe yaramaz, hem de sana hayatın boyunca acıdan başka bir şey veremez. Hem kolun kırık kalır sonsuza dek, hem de iflah olmaz bir biçimde yaralanmış vicdanın.
Şimdi kırık kolları açığa çıkararak tedavi etme zamanıdır.
Erol Anar