Hotel müdürünün ayağıma kadar gelerek, hotel ile ilgili yazıdan vazgeçmemi rica etmesine şaşırmamıştım. Yazmanın, kalemin gücünü iyi biliyordum. Çünkü iktidar, para ve güç sahibi insanların en büyük korkusu imajlarına yönelik eleştirilerdi. Bu yüzden hayatım boyu belediye başkanlarıyla, devletle, iktidar sahibi güçlerle kalemimle, yazarak mücadele etmiştim kendi çapımda. Özellikle gazete yazıları yazıyordum, çünkü en korktukları şey de bunlardı. Tam altı kez yargılanmıştım, kitaplarım ve insan hakları aktivitelerim nedeniyle ama bu hayatta kimseye baş eğmemiştim: ne devlete, ne de iktidar sahibi kişilere. Benim de sahip olduğum en büyük güç kalemimdi.
***
Yine ada barda idim o gün akşama doğru, birden telefon çaldı. Baktım arkadaşım Lütfi arıyor:
“Eee yapıyorsun, nasıl gidiyor?” diye sordu.
“İyi moruk, fena değil.” dedim ve o gün olanlardan söz ettim.
Hale’yi anlattım ona, kadın Almanya’dan tatile gelmiş annesi ve kızıyla küçük kızıyla.
“İşte beni izliyormuş kadın iki gündür burada yazarken, ada barda otururken. ‘Ben işte edebiyatı çok seviyorum, sizinle konuşmak isterim bu konularda falan.” dedi
“Ee konuş işte, uyar moruk ya.” dedi Lütfü.
“Ya iki-üç gün sonra ben Alanya’ya gideceğim. Kısa süreli bir ilişki yaşamak istemiyorum. Romana yoğunlaşmam gerek, bunun için buradayım ben. Hem Demet ile yeniden konuşmaya başladık, bana bugün mesaj yolladı, akşam arayacağım onu.”
“Ya moruk olsun, Demet Ankara’da,” dedi Lütfü, “sen fırsatı değerlendir.”
“Ya,” dedim “ne fırsatı boşver!”
“Bak gözüm, hazır kızın da var 7-8 yaşında ne istiyorsun. Çocuk sahibi olmana da gerek kalmadı. Uğraşmana gerek yok.”
“Ha ha ha ha! Doğru.”
“Moruk üstelik Almanya’ya gider koç gibi yaşarsın orada.”
“Öyle deme, Almanya acı vatan.” dedim.
“Ha ha ha ha! Uyar moruk. Düşünsene sen tahta bavulla havaalanına iniyorsun Berlin’de diyelim, bir kutu lokum götürmüşsün. Kadın ve kızın seni karşılıyorlar havalanında.” dedi.
“Aynen Türk filmi gibi. Ama hayat zaten bir Türk filmi gibi gözüm.” dedim.
Puşt hemen üretirdi fantezileri yoktan yere. Fındık kabuğundan bile çeşitli fanteziler üretir, akşama kadar konuşabilirdik onunla, böyle muhabbetlerimiz vardı.
“Bir kilo da Çorum leblebisi götürüyorum moruk, taze üstelik.” dedim.
“Ha ha ha ha! Uyar moruk.” dedi Lütfü.
“Almanya gemileri bir ileri bir geri.” dedi tekrar.
“Kör olsun Alamanya, Ağlatır gelinleri…” diye sürdürdüm ben de. “Şaka bir yana, bu saatten sonra Almanya bize uymaz moruk. Avrupa’da yaşama düşüncem eskidendi, şimdi öyle bir düşüncem yok.” dedim.
“Moruk,” dedi Lütfü, “Almanya’ya git orada rahatça yaşarsın, kadın sana bakar.” dedi.
“Ne Almanyası moruk, kadınla aramızda bir şey yok zaten,” dedim, “sadece o edebiyata ilgi duyuyorum diyerek sohbet etmek istedi benimle.”
“Moruk bazı kadınlar yazarları sever, bilirsin sen bunu.”
“Uyar, yakışır.” dedim.
“Ha ha ha ha!”
Böylece kahkahalarla güle güle kapattık telefonu.
***
Akşam, Demet’i aradım.
“Merhaba,”
“Merhaba, ya kusura bakma o gün öyle kapattım telefonu.”
“Önemli değil, anlıyorum, haklıydın.” dedim.
“Gerçekten inanmıştım senin postacı olduğuna, rolünü o kadar iyi oynadın ki…”
“Evet,” dedim “gırgır yaptık biraz, kusura bakma.”
“Peki postacı değilsen, nesin sen?”
“Merak etme öcü değilim.” dedim.
“Ha ha ha ha!” gülüyordu.
“Yazarım,” dedim, “ayrıca güzel sanatlarla da uğraşıyorum, resim ve karikatür.”
“Yani hem sanatçı, hem yazar öyle mi? Bu da yalan olmaz umarım.
“İşte öyle bir şey,” dedim, “yok bu yalan değil.”
“Kitapların var mı peki yayınlanmış?”
“Var, on kitabım yayınlandı şimdiye dek. Bazıları deneme türünde, diğerleri araştırma-inceleme. Şimdi de bir roman yazıyorum, Antalya’ya bunun için geldim iki haftalığına.” dedim
“Müthiş,” dedi “peki bir yerde çalışıyor musun?” Etkilenmişti.
“Ben Çankaya Belediyesi Eğitim Kültür Sanat biriminde çalışıyorum.” dedim.
“Çok güzel!” dedi, bayılmıştı.
Erol Anar