Gerçeğe ve Hakikate Giden Yol Reddetme Kültürüyle Başlar

Gerçeğe ve Hakikate Giden Yol Reddetme Kültürüyle Başlar

Bana en küçük bir baskı yapabilecek, otoritesini dayatacak her şeyi ve herkesi reddetmek. Ben kendimi böyle mutlu, özgür ve daha kendim çok olarak hissediyorum.

Bu dünyada çocukluğumdan bu yana iki şey bana hitap etmedi: birincisi milliyetçilik, ikincisi ise din. Sırf tesadüfen bir yerde doğduğum için, oranın toprağını kutsamam, orada yaşayan insanlara diğerlerinden daha fazla değer vermem gerektiği düşüncesini hiç anlayamadım. Yine sırf tesadüfen bir yerde doğduğum için oradaki genel geçer inanç, din ve değerlere inanma düşüncesi de bana kabul edilemez geldi.

Çocukluğumdan bu yana bana dayatılan genel geçer düşünce ve davranış biçimlerini reddetme eğiliminde oldum hep. Kendimi hiçbir yere bağlı hissetmedim. Bu bana bir özgürlük duygusu verdi, ruhumu kafesinden çıkardı. Hep evrensel, uluslar üstü düşünmeye çalıştım, öyle de yaşamaya.

Diğer yandan bütün kültürlerin üzerlerinde bir baskı olmadan özgürce yaşanması gerektiğini düşünüyorum. İsteyen istediği kültürü özgürce yaşamalı ya da yaşamak istemezse de ona baskı yapılmamalı. Ben bütün kültürlere ait olarak görüyorum kendimi; nereden geldiğimi, ne olduğumu bilmeme karşın.

Eşim bir Katolik. Çok sık olmasa da, ara sıra kiliseye gidip dua eder. Beni hiç rahatsız etmiyor bu durum. Bir insan inancını, düşüncelerini kendi dünyasında yaşıyorsa kimseye dayatmadan, zarar vermeden, bu beni neden rahatsız etsin? Bana dayatmadığı sürece, kendi dünyasında istediğine inanabilir.

***

Bir şeyleri reddetme eğilimi çocukluğumdan bu yana bir özelliğim oldu. Bana dayatılan herhangi bir şeyi mahalle, devlet, ya da başka güçlerin baskısıyla kabul etmem mümkün değil. Ben kendim özgürce seçmeliyim kendi düşüncelerimi. İnsanı başkalarından farklı kılan kendi öz kimliğine yaklaştıran düşünce ve eylem, önce her şeyi ve herkesi reddetme kültürü ile başlıyor.

Michel Foucault’nun şu sözünü önemsiyorum: “Günümüzün sorunu artık ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir.”

Önce bana dayatılan her şeyi reddetmeliyim ki, kendim olma yolunda bir şansım olsun. Kendime bir yabancı iken, kendime yabancılaştırılmışken nasıl kendim olabilirim? İşte bu yabancılaşmayı kırabilmenin ilk şartı, reddetme kültüründen geçer.

Tekrar tekrar yazıyorum Max Stirner’in bazı sözlerini, şunun gibi:

“Kimse bir kişi olarak bir diğerinin efendisi değildir.”

İşte benim insana, kendime, özgür topluma bakışımı bu söz özetler.

Eğer bir gerçek ve hakikat varsa, ona giden yol reddetmekten geçiyor.

İsteyen istediğine özgürce inansın, hep yazdığım gibi ama bana dayatmasın. Başkasına da. Hep bunu söylüyorum.

Hiçbir yere, hiçbir kurum, ideoloji, inanç, devlet, topluluk, cemaat, ülke, bölge, lider ve kişiye bağlı değilim; kendimden başka.

Stirner’in sözü her zaman yolumu aydınlatır: “Hiçbir şey benim üstümde değildir.”

Reddetme ile başladı serüvenim, reddetme ile de sona erecek. Bana en küçük bir baskı yapabilecek, otoritesini dayatacak her şeyi ve herkesi reddetmek. Ben kendimi böyle mutlu, özgür ve daha çok kendim olarak hissediyorum.

Hem her yere aitim, hem de her yerde yabancıyım aynı zamanda.

Erol Anar

25 Kasım 2020, Paraná, 09:14.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!