İnsanlara anlam yüklememiz biraz da onlarda küçük bir farklılık, bir nüans arama istemimizden kaynaklanıyor belki. Ama onlarda bir nüans bulamadığımızda hayal kırıklığına uğruyoruz.
Bir okurum hayatların, insanların birbirine benzediğinden hatta neredeyse aynı olduklarından söz etmişti. Bu bana bazı düşünceler getirdi.
Evet hayatlarımız birbirine benziyor, insanlar da, hatta onların söyledikleri yazdıkları da benziyor. Bu belki kaçınılmaz. Ama ben burada en azından küçük nüans farklılıklarına dikkat ediyorum. Önemli olan bu.
Örneğin herhangi bir konuda yapılmış ne kadar çok film var. Ama birbirlerine çok benzemelerine, hatta neredeyse aynı olmalarına karşın izliyoruz onları. Küçük bir farklılık, bir nüans arıyoruz. İşte hayat belki bu: Küçük bir nüans aramak. Başkalarına benzemediğimizi kanıtlayan küçük bir nüans belki.
Aslında benzerlikten öte tornadan çıkmış gibi aynılaştık. Özellikle sosyal medyada kendimizi başkalarına benzettik, ya da başkalarını kendimize. Aramızda en küçük bir fark kalmadı neredeyse. Sistem ve siyasal ya da mikro iktidarlar da bizleri birbirimize benzettiler. Ya da benzetmeye çalışıyor, buna devam ediyorlar.
İşte bu yüzden bir nüans bulduğumuzda seviniyoruz: Bir filmde, bir insanda kendine özgü bir nüans. Bu bizi mutlu kılıyor, bunu keşfedebilmek; çünkü bu çağda nüans yakalamak zorlaşıyor giderek.
***
“Her bireyin sıkıntısında, kendine özgü bir nüans olur.” [1] diyor Haruki Marukami.
Evet aslında her bireyin mutluluğunda ve başka duygularında da kendine özgü nüanslar olurdu. Olurdu diyorum, çünkü bu nüanslar sosyal medya çağında giderek kayboluyor diye düşünüyorum. Hayatı anlamlı kılan bu nüanslar giderek birbirimize benzememiz sonucu kayboluyorlar ne yazık ki. Hayat ve insanlarda bir nüans aramak ve çoğunlukla da bulamamak, hayal kırıklığına uğramak. İşte bununla yaşamayı öğreniyoruz.
İnsanlara anlam yüklememiz biraz da onlarda küçük bir farklılık, bir nüans arama istemimizden kaynaklanıyor belki. Ama onlarda bir nüans bulamadığımızda hayal kırıklığına uğruyoruz. Ve onlara harcadığımız zaman ve emeğe yanıyoruz. İnsanların çok azı onlara yüklenilen anlamı taşıyabiliyorlar. En iyisi galiba kimseye anlam yüklemeden ilişkilerimizi yaşamak. Böylece yaşadığımız hayal kırıklıkları da azalacaktır.
Soren Kierkegaard, şöyle diyor:
“Çünkü hiçbir insanın bedeni mükemmel olmadığı gibi, hiçbir ben de mükemmel değildir.” [2]
Ama bizim yanılsamamız kendi benliğimizin mükemmel olduğu yönündedir. Bazen karşımızdaki insana mükemmellik yüklüyoruz, bu da yanlış sonuç veriyor…
Aslında bir benliğimizin olup olmadığından bile emin değilizdir gerçekte şöyle bir sorgulasak. Hep benliğimizin üstünü örtmeye ve onu gizlemeye, topluma, çevreye, iktidara böylelikle uyum sağlamaya, boyun eğmeye çalışırız. Ben’imizin mükemmel olmadığını anlayabilsek, aslında ilişkide bulunduğumuz insanlara daha farklı bir gözle bakacağız. Belki empati yaparak ve tıpkı kendi ben’imizin mükemmel olmadığı gibi, karşımızdaki insanların ben’lerinin mükemmel olamayacağını kabul etmek… İşte bu bizi çok rahatlatacaktı yapabilseydik. Yine de yapmaya zamanımız var.
Karşımızdaki kişinin küçük nüanslarını, farklılıklarını görebilsek ve bunları kabul etsek, ona kendi düşünce ve davranışlarımızı, komplekslerimizi dayatmasak belki de daha mutlu olacağız.
“Gerçek detaylarda gizlidir.” derler. Ben de düşünüyorum ki, hayat da belki nüanslarda gizli. Ne kadar nüansı keşfedersek hayatın içinde o kadar çok mutlu olabiliriz belki.
Belki de mutluluktan öte yaşamaktan zevk de alabiliriz. Kim bilir… Önce kendi ben’imizin nüanslarını keşfetmekten başlayalım…
Erol Anar
[1] Haruki Murakami, 1Q84 – 3. Kitap, sayfa 1174.
[2] Soren Kierkegaard: Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, Ayrıntı Yayınları.