Ne Yukarıdayım, Ne Aşağıda; Olduğum Yerdeyim Sadece

Ne Yukarıdayım, Ne Aşağıda; Olduğum Yerdeyim Sadece

Hiç kimseyi büyütmeye, yukarıya koymaya değmez. Ben bunu öğrendim hayatım boyunca. Ayrıca şunu da: Birisi yukarıya koyarsa seni bundan kork, çünkü her an aşağıya, çukura da koyabilir. Onun için hiç kimsenin beni yukarıya koymasını istemem.

Uzaktan insanları bir şeye benzetiriz. Yaklaştıkça kafamızda o insanları benzettiğimiz şey de dağılır yavaş yavaş. Yaklaştıkça gerçeği görürüz, bir şeye benzettiğimiz kişinin o şeyle alakası yoktur gerçekte. Başka bir şeydir o. Tamamen bizim düşündüğümüzden başka bir şey. O zaman hayal kırıklığına uğrarız. Yukarıya koyduğumuz kişiyi, kızgınlıkla birden çukurdan aşağıya yuvarlarız.

Aslında bu bizim hatamızdır. Kimseye bir yükseklik vermememiz gerekir. Kimseyi kendimizden yukarıya koymamalıyız. Çünkü örneğin bir yazar, sanatçı, lider, politikacı da insandır. Sevdiğimiz yazarları, sanatçıları, liderleri yukarıya koyarız, sanki onlara kutsal bir seymiş gibi davranırız, ya da öyle düşünürüz. Oysa onların da zaafları, eksikleri, hataları vardır herkes gibi. Yani kimseye kutsallık bağışlamamalıyız bu anlamda.

La Fontaine bu konuda şu öyküyü anlatır, pek severim:

Deve, Deniz ve Mertekler

“Deveyi ilk gören insan / Bırakıp kaçmış korkudan. İkinci gören yaklaşmış yanına / Üçüncü görense sokulmuş / Dilini çıkarmış koca hayvana.

Alışkanlık böyledir / Her şeyin hakkından gelir. Nelerle yüz göz olmuşuzdur / göre göre; Ne develer, ne devlerle. Söz bundan açıldı madem / Bakın ne olmuş bir yerde:

Deniz kıyısına gözcüler koymuşlar / Gemi görünce haber versinler diye. / Uzakta bir karaltı görmüş adamlar: Hah, demişler; bir kadırga. / Kadırga çektirme olmuş az sonra / Çektirme, çatana olmuş, / Çatana mavuna, mavuna kayık / Sonunda ne kayık, ne mayık:  / Gele gele bir sürü mertek gelmiş sahile. / Dünyada neler gördüm, neler / Deveye, merteklere benzer / Uzaktan bir şey sanır insan / Oysa bir hiçtir yakından.” [1]

Bunun paradoksal başka bir yönü de kendimizi gözümüzde büyütmemizdir. Bu da bizim bir yanılsamamızdır. Kendimizi gözümüzde büyüttükçe, gerçek dünyadan da uzaklaşırız. Ama günümüzde bu da bir sorun değildir aslında çoğu insan için. Çünkü çoğu insan gerçek dünyadan çok, sanal dünyaya odaklanmış, sosyal medyada yaşamaktadır. Ama bu sürecin sonu da hayal kırıklığı olmaktan öteye geçemez.

“Bu dünyada hiçbir şey mükemmel değildir.” der Max Stirner.[2]

Ne kendimiz mükemmeliz, ne de başkaları. Gerçek anlamda ben olmadığımız için başkalarını yukarıya koyuyoruz. Hiç kimse kendimizden yukarıya konulmaya değmez, hiç kimse ve hiçbir şey.

“Ne Sen Benim için daha üstün bir özsün, ne de Ben Senin için.”[3]

Fontaine ise şu kısa öyküyü anlatır bize ders olsun diye:

Tilki ile Heykel

Büyüklerin çoğu, yakından görülünce, Birer kalıp, birer maskedir sadece. Kaba halk görünüşe aldanır. Neden dersen, onun istediği / Bir put bulup tapmaktır. Eşek gördüğüyle yetinir, / Tilkiyse koklar, yoklar neyi görse, / Bir o yana çevirir, bir bu yana, / Sonunda çakar, köpoğlu,  / Gördüğünün gösteriş olduğunu.

Tilkinin biri bir heykel kafası görmüş; / Kocaman bir kafa, / Ama bakmış içi boş:

— Aferin yapana, demiş tilki; Öyle güzel bir kafa yapmış ki! Kelle kulak yerinde, / Bir beyni eksik. Nice ağalar, beyler / Tıpatıp bu heykele benzer. [iv]

***

İçinde yetiştiğimiz sistem ve koşulların etkisiyle başkalarını ve bir şeyleri yüceltme eğilimi işine giriyoruz. İnsan kendi yarattığı dinleri, ideolojileri, kişileri yukarıya koymaya eğilimlidir. Çünkü yetiştiği çağdaş kölelik koşulları onu bunu yapmaya eğilimli kılar. Tapacak putlar ararız her yerde sürekli. Kimi zaman başkalarını yüceltir insan, birilerine karşı ise kendini yüceltir. Ya yüceltir ya da aşağılar ikili ilişkilerdeki kişileri. Ona bu öğretilmiştir sistem ve toplum tarafından.

Hiç kimseyi büyütmeye, yukarıya koymaya değmez. Ben bunu öğrendim hayatım boyunca. Ayrıca şunu da: Birisi yukarıya koyarsa seni bundan kork, çünkü her an aşağıya, çukura da koyabilir. Onun için hiç kimsenin beni yukarıya koymasını istemem. Ne yukarıya, ne aşağıya çukura; bulunduğum yere ait olmak isterim sadece. Hele ki bu coğrafyada bu böyledir ezelden.

Ne kendimize tapalım, ne de başkalarına.

Erol Anar


[1] La Fontaine: Masallar, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, sayfa 127. https://www.iskultur.com.tr/la-fontaine-masallari.aspx

[2] Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, Kaos Yayınları, sayfa 395.

[3] Stirner, age, sayfa 57.

[4] La Fontaine, age, sayfa 135.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!