En Tehlikelisi Toplumsal Tiranlıktır

En Tehlikelisi Toplumsal Tiranlıktır

İşte bu noktada her zaman etkili olan iki kavram vardır: Din ve milliyetçilik.

Toplumsal tiranlığın önemli bir özelliği de, düşüncesini zorbalıkla dayattığı gibi, kendi düşünce ve inancının dışında hiçbir düşünce ve inanca yaşam hakkı tanımamasıdır.

“Bizim toplumsal hoşgörüsüzlüğümüz kimseyi öldürmez, hiçbir düşünceyi kökünden sökmez. Olsa olsa insanları düşüncelerini gizlemeye veya onları yayma konusunda etkin bir çaba içinde olma konusunda temkinli olmaya yöneltir.” [1]

Faydacılık mantığına sahip bir liberal olan John Stuart Mill’e göre toplumun temel taşlarından birisi konuşma özgürlüğüdür. Oysa günümüzde konuşma özgürlüğü var mıdır? Örneğin sosyal medyada gazetelerin internet sitelerinde herhangi bir yorum yapıp özellikle bir politikacıyı, lideri eleştirirseniz hemen en aşağılık bir biçimde psikolojik baskı görüyorsunuz genelde. Toplumun bir kesimi, hatta büyük kesimi eleştiriye karşı hoşgörüsüz ve bunu zorbalıkla bastırmaya çalışıyor.

Silahla video çekip toplumun kendisi gibi düşünmeyen kesimlerini tehdit edenlerden tutun da, “gazeteci” olduğunu söyleyip gözleri dönmüş bir biçimde “en az 50 kişiyi öldürmeye hazır olduğu”nu söyleyenler de var. Ama hoşgörüsüzlük toplumun tüm kesimlerine ait. Her kesimde fanatikler var.  Ama özellikle hükümet yanlısı kesimler gücü arkasına alarak bunu yapıyor. Hükümet ya da resmi görevlilerden önce toplumun bir kesimince tarafından susturuluyor, saldırıya uğruyorsunuz. Hemen paylaşımınızı hükümete ihbar eden tutun da, profesyonel trollere kadar kuşatılmış insanlar. Ama diğer kesimler de çok farklı değil. Daha kötüsü hangi kesimi eleştirirseniz eleştirin, o kesimin psikolojik saldırısına uğruyorsunuz. Kendi düşüncesi eleştirilince çoğu kesim bunu zorbalıkla, psikolojik baskı ile bastırmaya çalışıyor.

Bu coğrafyada hiç kimse düşünce ve ifade özgürlüğünü kendi gibi düşünmeyenlere tanımaya hazır değil ne yazık ki. “En özgürlükçü” olduğunu söyleyenler de dahil olmak üzere. Özellikle de Orta Doğu toplumlarında bu davranış biçimi, şiddet yerleşmiş durumda. Ama dünyanın diğer yerlerinde de dereceleri farklı olmak üzere toplumsal tiranlıklar var. Hem toplumsal tiranlık, hem de aynı zamanda çoğunluğun tiranlığı. Nice soykırımlar çoğunluğun azınlık üzerindeki tiranlığından doğmuştur.

Mill, “çoğunluğun tiranlığı”ndan söz eder. Ama aynı zamanda toplumsal zorbalığa da vurgu yapar:

“Bu bakımdan devlet yöneticilerinin zorbalığına karşı korunma yeterli değil; aynı zamanda toplumda baskın olan duygu ve düşüncenin diktasına karşı da korunma gereklidir.”[2]

Toplumsal tiranlık, bazen hükümet ya da siyasal iktidarın tiranlığından çok daha acımasızdır.

Bu toplumsal tiranlığın siyasal ve mikro iktidarlarla bağını görüyorum elbette. Özellikle siyasal iktidarlar da toplumsal tiranlığının oluşumuna yardımcı olurken, bunu aynı zamanda kendi siyasal iktidarlarının devamı için kullanmaya çalışırlar. Ama tek boyutu bu değildir. Toplumsal tiranlık daha geniş, kökleri tarihe uzanan bir kavramdır. Ama sadece bu toplumsal tiranlığı açıklamıyor. Çünkü onun dinle, tabularla ve geleneklerle ilişkili yanları da var. Yani kendine özgü yanları da olan karmaşık bir bağ. Bu toplumsal zorbalık, aynı zamanda bir toplumsal tiranlıktır ve bence en tehlikelisi budur.

Günümüzde sadece Orta Doğu ya da  Türkiye’de değil, aslında dünyanın birçok yerinde fanatizm gelişiyor.  Örneğin Brezilya’da da bu tip toplumsal tiranlığı kurmaya çalışan profesyonel ve gönüllü troller var. Fanatizm,totaliter hükümetler ve sistem eliyle de yaygınlaştırılıyor. Fanatizm yaygınlaştıkça toplumsal tiranlığın boyutları da giderek artıyor. Örneğin Bolsonaro hükümetini eleştirin aynı şekilde Brezilya medyasında, yine akın akın profesyonel ve gönüllü troller size saldıracak, küfür edeceklerdir.  Yani toplumsal tiranlık birçok ülkede, totaliter hükümetlerce harekete geçiriliyor. Rusya, Türkiye, Brezilya ve Çin gibi birçok ülkede bu toplumsal tiranlığın izlerini görüyoruz.

Daha önce yazdığım gibi insanları zorbalıkla susturmaya çalışan, onlara zorla kendini dayatan her düşünce ve inanç yanlıştır. Küfür ve hakaret yoluyla, insanlara zorbalık yaparak onları susturmaya çalışan her şey ve herkes haksızdır. Çünkü haklı olduğunu düşünse insanlara seçme hakkı tanır, kendini dayatmaz, zorbalık yapmaz.

En tehlikelisi toplumsal tiranlıktır.

Toplumsal tiranlık, bazen hükümet ya da siyasal iktidarın tiranlığından çok daha acımasızdır. Hem gerçek hayatta hem de sosyal medyadaki linçlere bakarsak bunu görürüz. Elbette bunu yönlendirenler arasında siyasal iktidarlar da vardır. Ama diğer yandan kitleler buna zaten hazırdır ve kolaylıkla kana susamış bir canavara dönüşebilir toplumlar. Tarihte bunu çok gördük.

Hükümetler bu toplumsal tiranlığı, profesyonel trolleri aracılığıyla yönlendirmeye çalışırken, aynı zamanda bireyleri de gönülllu troller haline getirmeye, dönüştürmeye çalışıyor. Ama toplumsal tiranlık çok daha geniştir, bu sadece bir parçasını oluşturuyor.

En tehlikelisi toplumsal tiranlıktır. Neden? Çünkü siyasal hükümetler, iktidarlar, liderler değişebilir, ancak bir toplumun değişmesi için yüzlerce, hatta belki daha fazla zamana ihtiyaç vardır. O en yıkıcıdır; kendi evrim çizgisi içerinde değişime ve dönüşüme uğrayabilir ancak.

“Bir insana inanç aşılamak, onun gücünü on katına çıkarmak demektir. Tarihin büyük olayları çoğu defa inançlardan başka dayanağı olmayan inananlar tarafından aksiyon sahasına çıkarılmıştır.”[3]

İşte bu noktada her zaman etkili olan iki kavram vardır: Din ve milliyetçilik. Siyasal iktidarlar da bu kavramları iyi kullanır ve toplumsal tiranlığın oluşumuna katkıda bulunurlar. Ama toplum ezelden beri bu iki kavramla beslenir. Yüzyıllardır bu böyledir. İnsanı dininin en doğru, milliyetinin en güçlü olduğuna inandırırsanız o da böylelikle gönüllü olarak liderleri ya da siyasal hükümetleri izleyecek, hatta onlar için ölümü bile göze alacaktır yeri geldiğinde. Bazen öyle anlar gelir ki, siyasal iktidarlar bile kendi kitlelerine söz geçiremez ve kontrol altına alamazlar.

***

“Köklü bir düşünceye sahip olan bir kimse, düşüncesinin yanlış olabilmesi olasılığını ne kadar istemeyerek kabul eder olsa da şu düşünceyle hareket etmelidir: Kendi düşüncesi ne kadar doğru olursa olsun, eğer o düşünce tamamen, ısrarla ve korkusuzca tartışılmazsa ona canlı bir hakikat diye değil, ölü bir dogma olarak inanılır.” [4]

Fakat toplumsal tiranlık için, bunun bir önemi yoktur. Tiranlaşan topluluk ya da toplum -toplumun belirli bir kesimi- için önemli olan kendi “doğrusunu” zorbalıkla dayatmaktır. Bunun için işte tiranlıktır zaten bu. Karşıdakini dinlemeye, anlamaya değil; zorbalık ve şiddetle susturmaya, hatta elinden gelirse yok etmeye şartlanmıştır o.

İşte bu yüzden Mill’in dediği gibi,

“Tarih, zulümlerle susmak zorunda bırakılmış doğrularla doludur.”[v]

Ama sonuçta baskı alınmış doğrular, hakikatler daha sonra ortaya çıkarlar. Hiçbir güç onları sonsuza kadar susturamaz, gizleyemez ve yok edemez.

Toplumsal tiranlığın önemli bir özelliği de, düşüncesini zorbalıkla dayattığı gibi, kendi düşünce ve inancının dışında hiçbir düşünce ve inanca yaşam hakkı tanımamasıdır. Bu da toplumun tektipleşmesine, onun üzerinde dogmatik, inanç, tabu, gelenek ve düşüncelerin egemen olmasına neden olur. Ve hoşgörüsüzlük toplumun tüm kesimlerine yayılır.

Toplumsal tiranlık, güçlünün tiranlığıdır. Aynı zamanda çoğunluğun tiranlığı da olabilir.

Erol Anar

12 Haziran 2020

Paraná


[1] John Stuart Mill: Hürriyet Üstüne, Liberte Yayınları,  age, sayfa 90.

[2] Mill, age, sayfa 48-49.

[3] Gustave Le Bon: Kitleler Psikolojisi, Koridor Yayınları, sayfa 107.

[4] Mill, age, sayfa 93-94.

[5] Mill, age, sayfa 44.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!