Toplum kokuşmuş, Sabahattin Ali’nin dediği gibi hayatımızı anlamsız hale sokmaktan başka bir şey yapmıyor.
“Eğer iyi bakılacak olursa, hayatımızın tümü bir masaldan, bilgimiz bir aptallıktan, emin olduğumuz şeyler hikâyelerden başka bir şey değillerdir; kısacası bu dünyanın tümü bir oyundan ve sürekli bir komediden başka bir şey değildir.” [1]
Hayatımıza gerçekten bir kez ciddi olarak bakmışlığımız var mıdır? Hayatımızın gerçekte ne olduğuna dair en küçük bir fikrimiz var mıdır? Bakmak bir yana, insanların çoğu kendi hayatlarından kaçarlar, korkarlar. Bunun için işte başkalarının hayatlarının seyircisidirler. Başkalarının hayatlarına bakarlar, çünkü kendi hayatlarına bakmak istemezler.
Foucault’nun yukarıdaki alıntıda söylediği gibi emin olduğumuz şeyler, aslında kafamızda yarattığımız hikâyelerden farklı değildir. Kendimizi kandırmak zorundayız, çünkü çıkarlarımızı başka türlü koruyamayız bu bakış açısına göre. Foucault komedi olarak nitelemiş ama aslında trajikomedyadır bu hayatın sonuna dek süren. Hem kendimizi hem de başkalarını bir hayat boyu kandırma başarısını göstermişizdir, az iş değildir bu. Aslında boşa harcanmış bir hayattan başka bir şey değildir. İşte bu nedenle Sokrates, “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez.” demiştir.
***
“Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir.” diyor Sabahattin Ali, “İçimizdeki Şeytan” adlı yapıtında.
İnsan toplumun içindeyse kirlenmeden kalamaz. Sistemin içindeyse yine kirlenecektir, bu kaçınılmazdır. Hiç kimse tertemiz değildir. Ama ne kadar az kirlenirse, o kadar iyidir. Bu anlamda bazen toplumdan kendini izole etmek, kendine çekilmek, tıpkı bir kaplumbağa gibi kabuğunun altına gizlenmek ihtiyacı duyuyor insan. En azından bir süreliğine de olsa. Yalnız kalma ihtiyacı hele de bir yazar için çok gerekli.
“Bu ana kadar herkesten ne gördüm ki… Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu ‘herkes’ dedikleri şey, beni üzmekten, hayatımı manasız bir hale sokmaktan başka ne yaptı?” [2]
Günümüzde ise bu biraz daha farklı. Toplumsal hayattan kendini izole etmek yetmiyor. Bir gerçekteki, bir de sanaldaki toplumsal yaşamımız var. Gerçek yaşamımızda kendimizi toplumdan izole etsek dahi, sanaldan da izole olmadıkça gerçek yalnızlığı yaşıyamıyoruz.
Toplum kokuşmuş, Sabahattin Ali’nin dediği gibi hayatımızı anlamsız hale sokmaktan başka bir şey yapmıyor.
Her tarafta vaaz veren solucanlar olduğundan söz eden Cioran ise, toplumu bir kurtarıcılar cehennemi olarak tarif eder. [3]
Aslında bu “kurtarıcılar” kendilerini bile kurtarmaktan acizdir. Hiçbir şey kurtarmadıkları halde sıradan insanın tanrısıdır onlar, sanırsınız ki dünyayı kurtarmışlardır. Sıradan insan ölür onlar için, canını düşünmeden verir. O ne zavallı bir toplumdur ki, kurtarıcılara ihtiyaç duyar… O ne zavallı ve aciz bir toplumdur ki, kendini yönetmekten aciz olduğu için yöneticilere ihtiyaç duyar…
***
“Aynı anda hem doğru hem saçma olmayan hiçbir görüş, sistem ve inanç yoktur. Bu durum, o görüşe katılmamıza ya da ondan kopmamıza bağlıdır… ” [4]
İşte toplumsal sistemde hangi dünya görüşünü, ya da ideolojiyi savunduğumuz tamamen bu duruma bağlıdır. İstediğimiz zaman dünya görüşümüzün saçmalıklarını rahatlıkla görebiliriz. İstediğimiz zaman ise görmezden gelir sorgulamayız. Çoğunlukla da görmezlikten geliriz. Çünkü ideolojimiz bizi artık tutsak etmiş ve sağlam zincirlerle bağlamıştır. Onun saçmalıklarını göremeyiz artık. Bunun için zincirleri koparmamız gerekir. Çoğu insan ise zincirleri kabullenmiştir, onlardan kurtulmaya bile çalışmaz.
“Bu noktada, ideoloji artık bir silah değil, amaçtır. Artık karşı çıkılmayan yalan çılgınlık haline gelir. Gerçeklik ve amaç totaliter ideolojinin ilanıyla yok olurlar…” [5] der Guy Debord, ünlü “Gösteri Toplumu” adlı yapıtında.
İdeoloji artık amaca dönüştüğünde, yalan olup olmamasının bir önemi de kalmaz. Artık kişi ideolojiye sahip değildir; ideoloji kişiye sahiptir, ona egemendir. Artık mantık, bilim ortadan kalmış ve kutsal bir inanca dönüşmüştür ideoloji. Gerçeklik ise duyulmak ve görülmek istenmeyen bir yitikliğe dönüşmüştür kişi için.
İşte bu nedenle yaşanmaya değmezdir çoğu insanın hayatı.
Erol
Anar
[1] Michel Foucault: “Deliliğin Tarihi”, İmge Yayınevi, Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, 4. Baskı: Ekim 2006, Ankara, sayfa 149.
[2] Sabahattin Ali: “İçimizdeki Şeytan”, Doğan Kitap, Birinci Basım: 2019, İstanbul, sayfa 118.
[3] E. M. Cioran: Çürümenin Kitabı, Metis Yayınları, Dördüncü Basım: Kasım 2013 sayfa 9.
[4] E. M. Cioran, age, sayfa 136.
[5] Guy Debord: “Gösteri Toplumu” Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Birinci Basım: Şubat 1996.
Her yazınız gibi bu da harika bir yazı.