Bireysel psikolojinin kurucusu Alfred Adler, “İnsanı Tanıma Sanatı” başlıklı kitabında, “İnsanoğlunun başkalarının boyunduruğu altına girmek konusunda öylesine büyük bir eğilimi içinde barındırdığını ki, bu nedenle hipnozitör rolüyle ortaya çıkan bir kişinin kurbanı olduğunun altını çizer. Ayrıca bunun tek nedeninin de insanların çoğunun körü körüne itaat etme, otorite karşısında boyun eğme, blöflere kapılma, istenen yöne çekilip götürülme, eleştirisiz teslimiyet gösterme gibi ruh durumlarında şimdiye kadar sık sık yaşamış olduğunu tespit eder.
Düşünebilen bir canlı olan insanın, böylesine kolay bir şekilde otoriteye itaat etmesi şaşırtıcıdır aslında. Bu, yalnızca bireysel çıkarlarını koruma güdüsüyle açıklanamaz. Elbette insan bunu da hesap eder, ancak otoriteye itaat yalnızca çok daha geniş kapsamlıdır. Bence bir diğer faktör ise, insanın inanmadığı bir şeye inanıyor gibi görünürken, giderek o şeyin “doğru” olduğuna kendisini de inandırmasıdır. Bu aynı zamanda, içinde bulunduğu durumun felsefesini yapmaktır.
Kurumlar da başta devlet olmak üzere, insanın içinde bulunduğu bu durumdan yararlanırlar kuşkusuz. İnsanları birbirine benzetmek, onları makineden çıkmış gibi bir kalıba sokmak daha kolay yönetmeyi de beraberinde getirir. Çünkü birbirine benzemeyen insan özgün insandır ve farklı düşünür diğerinden. Bu farkını da özgürce ortaya koymak ister. Bu noktada ister devlet, isterse muhalif kurumlar olsun, bunu bir sorun olarak görürler. Farklı düşünceler resmi ideolojinin de sorgulanmasına neden olabilirler çünkü. Farklı düşünce dile getireni ne devlet sever, ne de devlete muhalif kurumlar. Sisteme ister muhalif olsun ister olmasın dinci, otoriter sosyalist, ulusalcı, burjuva kurumları, partileri insanları birbirine benzetmeye ve böylelikle itaat ettirmeye çalışırlar. Özgün kişilikleri yok eder ve tornadan çıkmış kartondan tıpatıp birbirine benzeyen kişilikler üretirler.
***
Erich Fromm, “İtaatsizlik Üzerine Denemeler” adlı kitabında şöyle der:
“İnsanoğlunun tarihi itaatsizlikle başladı ve ne yazık ki itaatle sona erecektir.”[1]
Gerçekten de insan giderek mekanikleşmekte, robotlaşmakta ve itaat eden, düşünmeyen bir makineye dönüşmektedir. Yakın gelecekte fiziken de bir yarı makineye dönüşecektir. İtaat insanlığı öldürmektedir.
Siyasal iktidarlar, dinler, sistemler insana itaati önerirler. Çünkü itaat olmadan bunlar da var olamazlar. Oysa tarihe bakarsak insanı geliştiren itaatsizliği olmuştur. Filozofların, bilim insanlarının, halkların itaatsizliği devrimlere ve ilerlemeye neden olmuştur. Birçok insan bunun bedelini ödese de.
“Niçin insan itaat etmeye bu denli eğilimli ve itaatsiz olmak niçin kendisi için bu denli güç? Devletin, kilisenin ve kamuoyunun gücüne itaat ettiği sürece kişi kendini korunaklı ve güvenli hisseder. Gerçekte, itaat ettiği gücün niteliği pek fark yaratmaz. Her şeyi bildiklerini, her şeye güçlerinin yettiğini sahtekârlıkla iddia edip güçlerini şu ya da bu biçimde kullananlar, her zaman bir kurum ya da insanlardır. İtaatkârlığı, kişiyi taptığı gücün bir parçası haline getirir ve kendini güçlü hissetmesine neden olur. Onun adına karar verdiği sürece kişi hata yapamaz.”[2] diyor Fromm.
Kişi bu noktada güçlü gördüğü bir kurum ya da yapıyla bütünleşirken, aynı zamanda bu kurum ve lider olarak gördüğü kişilere kutsallık yükler. Yarı tanrısaldır bu kurum ve kişiler; güçlüdürler. Kişi ve toplum denildiği gibi güce tapar. En risksiz ve kolay olanı ise sırtını siyasal iktidara dayamaktır.
Aslında gücün kim olduğu önemli de değildir, yeter ki bir güce dayansın, sırtını o noktaya dayayarak dünyaya meydan okur. Örneğin şu gazetelerin internet sayfalarında yapılan yorumlara şöyle bir göz atınız. Siyasal iktidara yaslanarak kendini güçlü gören kişiler, ya da troller bütün dünyaya meydan okurlar her an. Dünya lideri diyerek liderlerini kutsar ve ona olduğundan çok daha fazla güç yüklerler. Aslında böylece kendilerini değerli ve güçlü hissederler. Bu derin bir aşağılık kompleksinin sonucudur. 200 yıla uzanır bu kompleks Avrupa ve onun değerlerine karşı. Ve sonuçta sanal ortamda bile, yalandan bile olsa dünyaya meydan okurken, bunun olanaksızlığını hiç düşünmez.
Birey aslında güçlüye itaat ettiğinin farkında bile değildir. O resmi ideolojinin yarattığı “dış düşman, kökü dışarıda güçler” manipülasyonun etkisi altındadır. O itaat ettiğini değil, tüm dünyaya meydan okuduğunu düşünmektedir. Aslında yaptığı güçlüye, otoritere sığınmaktan ibarettir. Kendini birey olarak güçlü görmediğinden, aşağılık kompleksinin etkisiyle de böyle ayakta durduğunu düşünmektedir.
“İtaat ettiğinin ayırdına bile varamadıktan sonra kim itaatsizlik edebilir ki? [3]
Birbirine benzettiğiniz her insan, kaybettiğiniz özgün bir kişilik, kazandığınız bir makinedir.
Erol Anar
[1] Erich Fromm: İtaatsizlik Üzerine Denemeler, Yaprak Yayınları, 1987, İstanbul, sayfa 7.
[2] Age, sayfa 12.
[3] Age, sayfa 44.