Sanki insanlar özgür olunca, başlarında bir devlet sopası olmayınca, önüne gelen birbirini öldürecek sanılır. Oysa tam tersidir. Başkaları beni köleleştirmeyecek, ama ben de başkalarını köleleştirmeyeceğim. Tutkularım ise beni özgürlüğe götürecektir.
Birey şimdiye dek hiçbir sistemde -ne kapitalizmde, ne de reel sosyalizmde- sağlıklı bir şekilde ele alınmamıştır. Her iki sistemde de özgür birey yoktur. Birisinde birey robottur, çarkın bir dişlisi olarak; diğerinde ise hiç yoktur neredeyse, toplumun kurbanı ve yine çarkın bir dişlisidir. Çünkü bireyin ortaya çıkabilmesi ve kendisini yaşayabilmesi için özgürlük gerekir. Bu özgürlüğe kaçınılmaz olarak, gerçek bir eşitlik de eşlik etmelidir. İşte gerçek özgürlük ve eşitlik ortamında birey kendisini özgür olarak yaşayabilecek ve çarkın bir dişlisi olmaktan kurtulacaktır. Bireyin çarkın bir dişlisi olmaktan kurtulabilmesi, ancak kendini özgürce gerçekleştirebilecek olanaklara sahip olmasıyla gerçekleşecektir.
“Son
olarak da yaşam sevgisinin gelişebilmesinde önemli bir koşul özgürlük’tür. Ne
var ki kısıtlayıcı siyasal zincirlerden kurtulup ‘özgür olmak’ yeterli koşul
değildir. Yaşam sevgisinin gelişmesi için bir şey yapma özgürlüğü gereklidir:
Yaratma ve kurma özgürlüğü, şaşabilme ve göze alabilme özgürlüğü. Böyle bir
özgürlüğü tatmak için etkin ve sorumlu bir birey olmak gerekir; tutsak ya da
çarkın iyi yağlanmış bir dişlisi olan birey değil.” [1]
Fromm’un sözünü ettiği çarkın iyi yağlanmış bir dişlisi olan birey, kapitalizmin yarattığı birisidir. Bu birey özgür değildir, ama özgür olduğu yanılsamasını yaşar. Neden özgür değildir? Çünkü Kropotkin’in de dediği gibi, gerçek bir eşitliğin olmadığı yerde özgürlük olmaz. Tersine, özgürlüğün olmadığı yerde de eşitlik olmaz. Dolayısıyla kapitalizmin bireyi aslında bir birey değil, bir robottur programlanmış ve tepkisiz; sadece kendi güvenliğini, kendi yaşamını, kendi çıkarlarını düşünen, ve çarkın dişlisi olan bir kişidir o. Sistemin devamını sağlayandır o, ama birey değildir özü itibariyle.
Diğer yandan otoriter reel sosyalizmin yarattığı kişi ise ne birey, ne de toplumun bir parçasıdır. O toplum denizinin içinde eritilmiş, birey olarak özgün ruhu yok edilmiş, kendisinden sadece itaat etmesi etmesi istenen, yine çarkın bir dişlisidir o; iyi yağlanmış bir dişlidir. Ama asla bir birey değildir; özgür bir birey hiç değildir. Çünkü seçim hakkı yoktur, kendi seçme ve yapabilme, göze alabilme özgürlüğü yoktur.
Görüldüğü gibi ne kapitalist sistemde, ne de reel sosyalist sistemde gerçek anlamda özgür bir birey yoktur ve olmayacaktır da. Çünkü çarkın -iktidar ağ ve mekanizmalarının- bir dişlisi olan kişi, asla bir özgür birey olamaz. Zaten kimse de ondan özgür olmasını istemiyor, köle olmasını istiyorlar onun. İşte bu nedenle yeni bir sistem yaratmak gerekiyor; reel otoriter sosyalizmden ve kapitalizmden farklı. İşte bu bence toplumsal anarşizm olabilir, bu da özgürlükçü sosyalizme varır. Bireye gerçek değerini veren, onu bir birey olarak toplum denizinin içinde eritmeyen, bireyin toplumla ilişkisini sağlıklı kurabilen tek sistem budur. Çünkü bu sistemde bireyin ne yapacağını seçme hakkı vardır ve hiçbir biçimde birey üzerinde zor ve iktidar uygulanmaz. Bu özel mülkiyetin olmadığı, gerçek anlamda bir eşitlik ve özgürlüğü sunan tek sistemdir günümüzde.
Kropotkin, ” İnsanları kesinlikle özgür bırakın ; onları sakatlamayın -dinciler bunu yeterince yaptı. İnsanların tutkularından bile çekinmeyin : Tutkular , özgür bir toplumda hiçbir tehlike oluşturmaz. Yeter ki siz kendiniz özgürlüğünüzden vazgeçmeyin; yeter ki siz , başkalarının sizi köleleştirmesine izin vermeyin.” [2] diyor.
Sanki insanlar özgür olunca, başlarında bir devlet sopası olmayınca, önüne gelen birbirini öldürecek sanılır. Oysa tam tersidir. Başkaları beni köleleştirmeyecek, ama ben de başkalarını köleleştirmeyeceğim. Tutkularım ise beni özgürlüğe götürecektir.
Çünkü eğer birey kendi kişiliğini yaşayamıyor, kendi seçimlerini yapamıyorsa, o Fromm’un dediği gibi çarkın bir dişlisi olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Burada bireye tam özgürlüğünü vermek gerekiyor.
Birey tamamen kendi istediği şekilde -ama bir başkasını da olumsuz olarak etkilemeyecek bir biçimde-, kendi yaşamına özgür olarak karar verebilmelidir. Burada birey isterse toplumun içinde toplumun bir bütünüyle bir birey olarak ilişki kurabilir; isterse toplumun dışına çıkarak yalnız yaşamayı seçebilir. Bu bireyin en doğal hakkıdır.
“Sana itaatkâr olduğunu söylüyorlar. Ne hikmetse sana bireysel değil ulusal özgürlük vaat ediyorlar. Senin çıkarların değil, devletin çıkarları önde gelir diyorlar. Sen de buna alkış tutuyorsun. Onlara “yeni kurtarıcılar” diyorsun ve olanca sesinle bağırıyorsun; Yaşasın!”[3]
Özgür toplum bir ulus olmayacaktır, ulusal kimliğe dayalı bir toplum değildir; her renkten, her kültürden insanın eşit bir biçimde ortak olarak oluşturacağı ve bireyin üzerinde yükselen bir toplumdur bu. Ne ulusal, ne sınıfsal ne de dinsel, inançsal temellere dayalı bir toplum değildir özgür toplum. Herkesin istediği düşünceye özgürce inandığı ama bunu başka bir bireye dayatmadığı özgür düşüncenin egemen olduğu eşitlikçi bir toplumdur. Yani bireye artık ulusal, sınıfsal, dinsel… özgürlük vadedilmeyecek, onun bireysel özgürlüğü tanınacaktır.
Diğer yandan insan antropolojik olarak baktığımızda, sosyal bir varlıktır ve toplumla birlikte yaşamaktan hoşlanır. Çünkü toplum, ona birçok olanaklar da sunar. Dolayısıyla insanların çoğunluğu şimdiye kadar topluluk olarak yaşamıştır, bundan sonra da böyle yaşamayı tercih edenler bence çoğunlukta olacaktır. O yüzden toplum ve birey ilişkisini sağlıklı kurabilmek ve her bireyi eşsiz bir farklılık içerdiğinden onun tüm haklarını tanımak gerekir.
İşte bunu Max Stirner şöyle vurgular:
“Ben kendimi özel bir şey
saymıyorum, ama kendimi biricik sayıyorum.”[4]
Her birey biriciktir özgür toplumda, kimsenin yeri doldurulamaz, herkes kendi yerindedir, olmak istediği yerde.
Birey ancak o noktadan itibaren özgür bir birey olma yolunda ilerleyecektir. Özgür bir birey olabilmesi sonsuzluktur; bir sonsuz olasılıklar bütünüdür. Dolayısıyla bu sonsuza uzanan bir süreçtir ve hiçbir zaman da noktalanmayacaktır.
Burada denge şudur birey isteğini yapar, istemediğini yapmazken: Bir başkasını olumsuz olarak etkilemeyecek her tür eylemi yapma hakkına sahiptir. Toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi için zorlanamaz. Yerine getirmezse toplumsal sorumluluğunu, o zaman kendi sorumluğunu kendi taşımak zorundadır.
Özgür birey, özgür toplum asla bir ütopya değildir.
Buradaki ana düşüncem şudur: Özgür toplumda şimdiye dek olduğu gibi birey topluma değil, toplum bireye hizmet edecek, onun kendini geliştirmesinin olanaklarını sunacaktır. Birey özgür bir biçimde geliştikçe, toplum da giderek gelişecek ve özgürleşecektir.
Erol Anar
[1] Erich Fromm: Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Payel Yayınları, 5. Basım: Mayıs 1990, sayfa 51.
[2] Kropotkin: Anarşist Ahlâk, Kaos Yayınları: 35, 1. Baskı: Kasım 2013, İstanbul sayfa 59.
3 Wilhelm Reich: Dinle Küçük Adam, Payel Yayınları, İkinci Basım, sayfa 25.
[4] Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, 1. Basım: Eylül 2013, Istanbul, Kaos Yayınları, sayfa 174.
Bu anılan yaşam biçimi sosyalizm yaşanmadan ulaşılması olası değil sosyalizm bu yaşam a ulaşabilmenin ön evresidir okuludur özgür insan önce insanın kendini tanımasından haklarını bilmesinden ve o haklarını kullanmasını bilmesiyle başlar özgürleşir bu yaşam kalitesi marksist anlayışı yaşamda uygulanabilir kılınabilirse yaşamda karşılık bulacaktır, teoriye katılıyorum bir farkla anarşizm?