Yaklaşık otuz kırk kilometrelik bir yolculuktan sonra Maykop’a ulaştık. Kent merkezinde bir otelin önünde durduk. Taksici bizim on doları geri vermedi. Bu nedenle biraz tartıştık. Bu arada Paşa oradan geçen bazı Adiğe gençlerine, Adiğece durumu anlattı. Paşa, çocukken köyde bir süre kaldığından biraz Adiğece biliyordu. Bunun üzerine gençler adamla Rusça konuştular. Gençler sarhoştular ve adamı dövmek istiyorlardı. Baktık iş uzuyor,
“Bırakın adamı, gitsin.” dedik. Adam taksisine binerek hızla uzaklaştı.
Daha sonra otele yerleştik. Bir gece için yaklaşık kırk dolar ödemiştik. İki tür ücret vardı: Birincisi turistler için pahalı olan tarife, diğeri ise vatandaşlara uygulanan ucuz tarife. Biz turist statüsünde değerlendirilmiştik. Fakat otel odamız büyüktü, iki yatak ve bir oturma salonu vardı.
Sabah otelde güzel bir kahvaltıdan sonra Türkiyeli Çerkeslerin kaldığı oteli sorarak bulduk, oldukça yakında idi. Şansımız vardı, Samsun’dan tanıdığımız TEK’te çalışan Nihat abi o gün Türkiye’ye dönecekti. Odayı bize devretti. Artık iki kişi, iki yataklı odaya günlük sekiz dolar ödeyecektik.
Odaya yerleşmiştik ki, çocukluk arkadaşımız Şamil’in büyük kardeşi Doğan Huaj Acar ağabey geldi. Bize, “hoş geldiniz” dedi, elinde bir şişe Pepsi vardı, ikram etti. Kendisi birkaç aydır Adiğey’de kalıyordu. Bize orası ile ilgili bilgiler verdi ve anılarını anlattı. Özellikle şu cümleyi birkaç kez tekrarlamıştı:
“Dünyanın her yerinde iki kere iki dörttür, bu bölgede ise beş. Bunu hiç unutmayın.”
Gerçekten dediği gibiydi, orada kaldığımız günlerde bunu anlamıştık. Gerek Abhazya, gerekse Adiğey’de ve sanırım Rusya’da da mantık ters işliyordu.
Doğan ağabey, anlatıyordu:
“Ben burada em salaş yerlerde insan tanıdım. Buraların lümpen insanlarıyla bile sohbet ettim. Buranın mantığı hiçbir yerin mantığına benzemez.”
Kendisi o sıralarda Adiğey’de Çerkes bir iş adamına işleri konusunda yardımcı oluyordu.
Soçi’de ve Abhazya’da zaten bunu iyi öğrenmiştik. Daha sonra kent merkezinde Paşa ile dolaşmaya başladık. Beş dakika yürüdükten sonra, bir baktık karşıdan yakın akrabam Hatko Halil Ulutaşlı geliyor, bizi gördüğüne inanamadı:
“Hatkooo!” diye bağırdık.
“Ne yapıyorsunuz lan siz burada?”
“Biz aşağıdan, Abhazya’dan geliyoruz.”
Sarıldık, hasret giderdik.
Kendisi Hollanda’dan gelmişti. Yanında Meltem yengenin akrabası olan Ruslan vardı. Onlarla karşılaşmamız bizim için çok iyi olmuştu. Gezerken artık bizi de yanlarında götürüyorlardı.
Bir gün bir ormana gittik Maykop çevresinde. Ormanın oralarda bir de ırmak vardı. Hatko Halil abi baktı ırmağa,
“Hep kan akmış bu ırmak savaş sırasında, kıpkırmızı imiş.” dedi.
Daha sonra otelde, Havzalı akrabamız Chetao Levent ile de karşılaştık. O da Havzalı Çerkeslerdendi ve bu bölgeye ilk yerleşen insanlardan birisiydi. Bir gün bizi evine davet etti. Güzel bir evi vardı.
Sonraki günlerde Ruslan ve Halil ağabey ile gezmeye başladık. Ruslan, küçük arabasıyla bizi Maykop çevresinde gezdiriyordu. Kent çevresinde büyük parklar, ormanlar vardı.
Dikkatimi çeken bir şey de buradaki köpek türlerinin çeşitliliği oldu. Tür karışımlarından son derece garip köpekler üremişti. Dünyanın hiçcbir yerinde belki rastlayamayacağınız garip köpek cinsleri vardı, ya da bize öyle gelmişti.
Sovyet döneminden ve daha eskilerden kalma çok sayıda heykel ve sanat yapıtı vardı. Müzeleri de gezdik. Özellikle vitray sanatının birçok güzel örneği bulunuyordu.
O zamanlar, Parlamento’nun önünde çok büyük bir Lenin heykeli bulunuyordu. Hayatımızda ilk kez bir Lenin heykeli görüyorduk. Paşa ile kırmızı karanfiller satın aldık ve heykelin önüne bıraktık. Tam bu anda alkış sesleri duyduk. Oraya yakın banklarda oturan yaşlılar bizi alkışlıyorlardı. Genç iki kişinin heykele çiçek koyması, çok hoşlarına gitmişti. O zamanlar oradaki gerçekleri bilmiyorduk, tarihi Sovyet resmi tarihi açısından tek taraflı olarak biliyorduk yalnızca.
Daha sonra Samsun’dan tanıdığımız Aytek ile karşılaştık. Kendisi, Samsun Kafkas Kültür Derneği halk dansları ekibinin en gözde ve yetenekli elemanıydı. Ailesi ile Adiğey’e göçmüş, burada bir fakültede okuyordu. Bizden bir iki yaş küçüktü. Bu kez Aytek ile gezmeye başladık. Aytek çok güzel resim yapardı. Daha sonraları kendini bu konuda çok geliştirdi ve sergiler açtı. Hâlâ Maykop’ta ailesi ile birlikte yaşıyor Aytek, arada internet üzerinden sohbet ediyoruz.
Türkiyeli bir Çerkes’in dönerci dükkânı vardı. Bazen Aytek ile oraya gider döner yerdik. Burası Türkiye’den gelen Çerkeslerin de buluşma yerlerinden birisiydi.
Bir gün Aytek,
“Ağabey, burada Havzalı yaşlı bir Çerkes amca var. Eski tüfek komünistlerden. İsterseniz onu ziyaret edebiliriz. Ben sizi götürürüm. Ahmet amca.” dedi.
Bundan haberimiz yoktu. Kendisi ile tanışmak istedik. Ve ertesi gün Aytek telefon açarak yaşlı amcadan randevu aldı.
Birkaç gün sonra Aytek, Paşa ile beni Ahmet Tezcan’ın evine götürdü. Ahmet amca bizi kapıda karşılamış, eli ile sırtımızı sıvazlayarak sarılmıştı.
“Geçin şöyle oturun, hoş geldiniz, safalar getirdiniz.”
Ahmet amca yüzüne baktığınızda çok şeyler yaşamış olduğunu hissetiğiniz insanlardan birisiydi. Yüz çizgilerine yansımıştı hayatı.
Devam edecek…
Erol Anar