Marx ve Bakunin Üzerine Notlar

Marx ve Bakunin Üzerine Notlar

Marx ile Proudhon ve Bakunin arasındaki en büyük farklardan birisi de, Proudhon ile özellikle Bakunin’in özgürlüğü her şeyin önüne koymaları, Marx’ın ise bu soruna çok önem vermemesi, sorunun çözümünü belirsiz bir geleceğe ertelemesidir. Bakunin özgürlüğü vazgeçilmez görür ve onu hemen, burada ve şimdi ister.

Marx, teorik olarak Bakunin’den daha gelişmiş ve entelektüeldi. Bunu Bakunin’in kendisi de teslim ediyordu. Bunun nedeni de Bakunin’in bir eylem adamı, ajitatör olması, işçileri örgütlemeye çalışması, barikatlara gitmesi, hapishanelerde hayatını tamamlamasıdır. 1848 Avrupa devrimlerinin barikatlarında, Dresden’de Lyon’da işçi isyanlarında o vardır. Bu nedenle yazdıklarının çoğu da yarım kalmıştır. Teorileri bu yüzden dağınık ve çelişkilidir. Buna rağmen çok isabetli ve günümüze kadar etkisi uzanan görüşleri vardır.  Ancak Marx çok daha düzenli bir hayat sürmüştür. Engels’in ekonomik yardımıyla Londra’da oturmuş, British Museum’un kütüphanesinde yapıtlarını tamamlamıştır. Paris Komünü’nden çağrı aldığında, “kendisinin masa başı adamı olduğu”* gerekçesiyle katılmayı reddetmiştir.

Bakunin’in çelişkileri vardı herkes gibi, hatta anti-semitist söylemleri de vardı. Ancak ona karşı da dönemin otoriter sosyalistleri bir kampanya düzenlemişler ve onun ‘Rus ajanı’ olduğunu da içeren başka çoğu asılsız çeşitli iddialar öne sürmüşler; ancak bu iddialarını kanıtlayamamışlardır. Daha sonra ise onu 1872 Lahey Kongresi’nde Enternasyonal’den tasfiye etmişlerdir. [I]

Ancak teorik olarak daha gelişmiş olsa da Marx, Bakunin’in gördüklerinin çoğunu görememiştir. Bakunin otoriter sosyalist anlayışın (Marksizmin) başarıya ulaşamayacağını öngörmüş ve özgürlük konusunu, devlet, iktidar konusunun önüne koymuş ve ona özel önem vermiştir. Marx ve Engels proletarya diktatörlüğünün sonucu olarak devletin kendi kendini sönümlendireceğini ve bunun bir süreç olduğunu söylerlerken evrimci bir bakış açısına sahiplerdi aynı zamanda. Bakunin ise devletin olduğu yerde, özgürlüğün olmayacağını ve hiçbir zaman da devletin kendi kendini sönümlemeyeceğini de ortaya koydu.

“Bakunin ise farklı bir görüşteydi. Polonya Devrimi’nin yıldönümü üzerine yaptığı bir konuşma dolayısıyla Fransa’dan  sınır dışı edildikten sonra o da Brüksel’e bu sıralarda geldi . 28 Aralık 1847’de bir Rus arkadaşına şunları yazdığını görürüz: ‘Marx hâlâ, üzerlerinde mantıklı kafa karışıklıkları yaratıp işçileri sömürerek, hep aynı sonuçsuz etkinliklerine devam ediyor. Bu alışıldık anlamsız kuramlaştırma ve hoş olmayan kendinden memnun olma hali.” [II]

Ayrıca Paris Komünü, Bakunin’i haklı çıkarmıştı. Çünkü Komün, her şeyden önce bir federalist yaklaşıma uyuyordu. birlikti. Hâlâ kendinde devlet kırıntıları taşıyordu ve Marx’ın otoriter sosyalizmine değil, Bakunin’in öngördüğü şekliyle bir federasyona daha yakındı. Ve devlet aygıtını birkaç günde ezip geçmişti. Bu Marx ve Engels açısından bir çelişkiydi. Marx, Paris Komünü’ne destek veriyordu, özellikle “Fransa’da İç Savaş” kitabında.

“Komünist Manifesto’daki düşünceler asalak devletin yok edilmesine yönelik şiddetli bir üslupla başlayan Fransa’da İç Savaş adlı çalışmada düzülen övgülerle bağdaşmıyordu… Hem Marx hem de Engels bu çelişkinin farkındaydı ve Komünist Manifesto’nun yeni baskısına yazdıkları önsözde düşüncelerini tekrar gözden geçirdiler. … eğer bir ayaklanma birkaç basit emirle devletin baskıcı mekanizmasını tamamen ortadan kaldırmayı başarabilmişse, bu Bakunin’in hiç ödün vermeden savunduğu yaklaşımının doğrulanması anlamına gelmez mi? “[III]

Murray Bookchin de, Paris Komünü’nün tam olarak devletin merkezileşmesine karşı bir isyan olduğunu söyleyerek,  konfederalizmin anti-otoriter kavramlarından oldukça etkilenmiş bir hareket olduğuna vurgu yapıyor, Marx’ın Komün’e yönelik liberterliğe yakın tanımlarına dikkat çekiyordu. Bookchin , Bakunin’in sanayi proletaryasını esas alan Marx’ın aksine, Rusya ve İtalya deneyimlerinden yola çıkarak küçük çaplı zanaatkarları, köylüleri ve lümpen proletaryayı kapitalizmi yıkacak hegemonik toplum katmanının unsurları olarak gördüǧünü belirtiyordu. **

Daha sonraları Lenin ise kendisine göre bir Marksizm anlayışı kurmuştur. Marx, iktidarın bizzat proletarya tarafından ele alınmasını ve onun tarafından yönetilmesini öngörüyordu. Ancak Lenin, aydınların öncülüğünde bir partinin “profesyonel devrimci” kadrolarıyla kitleleri ayaklandırarak iktidarın ele geçirilmesini savundu. Ve sonuçta iktidarı aldığında da işçilerin bulunduğu Sovyetleri (konseyleri) dağıtmaya ve ya da partiye bağlamaya başladı. Parti, işçilere “doğru yol”u gösterecekti. Bu nedenle aynı idealist yaklaşımı öneren Çernişevski’nin “Nasıl Yapmalı” adlı kitabı onun başucu kitaplarındandı. Bizzat Lenin, işçilerin yönetmek için yeteri kadar gelişmiş olmadığını söylüyordu. Bu Marksizme aykırı idi. Ama Lenin’deki birçok tez Marx ile çelişir. Lenin Marx’dan bazı alıntılar yapsa da onları farklı yorumlar ve daha çok Engels’e yönelir, tezlerini kanıtlamak için. Leninizm bence aslında Marksizm değildir, başka bir yol, başka bir şeydir. Leninizm’de proletarya iktidarda değildir, parti iktidardadır; bir parti diktatörlüğüdür. Söylemi işçi sınıfı olan, ama iktidarda parti seçkinlerinin olduğu bir jakoben anlayıştır bu. Ama bir proletarya diktatörlüğü olsa da, sonuç değişmeyecekti. Çünkü, devlet, otorite ve hiyerarşi olacak ve yine ayrıcalıklar olacaktı.

İşte Bakunin Lenin’i ve onun anlayışını ve sonuçlarını öngörmüştü. *** Rosa Luxemburg ise, parti diktatörlüğünü “gece bekçiliğine” benzetiyordu. Aslında ‘bekçilik’ terimini de daha önce Bakunin kullanmıştı, [IV] otoriter sosyalizmi eleştirirken.

Bakunin, Marx’ın kapitalizm konusundaki görüşlerini kabul ediyordu. Ancak devlet konusundaki otoriter sosyalizm anlayışını kabul etmiyor, özgürlükçü bir sosyalizm anlayışını savunuyordu. Bakunin, devletten kurtulma sürecini başa , Marx ise sona alıyordu.

Marksizm bütün her şeyi, tek bir nedene indirgeyerek ekonomik determinizmle açıklıyordu. Bakunin bunun yetersizliğini de tespit etmişti daha o zaman. [V] Bu Marksizmin temel  hatalarından birisiydi. Freud her şeyi cinselliğe indirgeyen bir yaklaşıma sahipti, Marx ise her şeyi ekonomik determinizme indirgemişti.

Şöyle der Bakunin: “Sonuç olarak devlet isteyenler, kitlelerin ekonomik kurtuluşunu, ayrıcalıklı bir partinin politik tekeline feda etmek zorundadırlar… Devrim adına devlet -geçici bir devlet olsa bile- kurmak isteyen herhangi biri gericiliği inşa etmek istiyordur, özgürlük yerine despotizm için çalışıyordur; eşitlik yerine ayrıcalık istiyordur.”[VI]

İşte daha o zaman yapılmış bu tespit, Leninizmin ve otoriter sosyalizmin nereye kadar gidebileceğini ortaya koymuştu. Bakunin, Marx gibi zeki bir insanın bu kadar basit bir olguyu nasıl olup da göremediğine hep şaşırmış ve bunu da dile getirmiştir zaman zaman.

Marx ile Proudhon ve Bakunin arasındaki en büyük farklardan birisi de, Proudhon ile özellikle Bakunin’in özgürlüğü her şeyin önüne koymaları, Marx’ın ise bu soruna çok önem vermemesi,  sorunun çözümünü belirsiz bir geleceğe ertelemesidir. Bakunin özgürlüğü vazgeçilmez görür ve onu hemen, burada ve şimdi ister.

O, fanatik bir özgürlük sevdalısı olduğunu söylerken, aynı zamanda da özgürlüğü insan zekasının ve mutluluğunun içinde filizlenebileceği biricik ortam olarak değerlendirir. [VII]  Anarşizmin farkı da budur. Çeşitli ülkelerde yaşanan reel sosyalizm deneyimleri, özgürlüğün en önemli sorun olduğunu tarihsel olarak ortaya koymuştur. Bu konuda da Bakunin haklı çıkmıştır.

“… samimi bir sosyalist için, Marx ile Bakunin arasında yaşanan tartışmaya yeni bir gözle bakmaktan ve aslında Bakunin’in tamamen haklı olduğunu düşünmekten daha rahatsız edici bir şey yoktur… yalnızca sosyalizmin, günün birinde hayata geçirilirse nasıl bir şeye benzeyeceği konusunda Bakunin’in yaptığı tahminlerden dolayı değil, ama daha önemlisi, bu tahminlerinin kaynağı olan  ve geride bıraktığımız yarım yüzyılda meydana gelen tarihsel olaylarla daha da doğrulanan düşüncesinin, neredeyse itiraz edilemeyecek derecede inandırıcı olmasından dolayı.”[VIII]

Bakunin’in etkisi esasen, Peter Kropotkin’in belirttiği gibi, “entelektüel bir otorite”den ziyade “ahlâki bir kişilik” idi.[IX]

Kuşkusuz Bakunin’in  Çar’a yazdığı mektuptaki “itirafları”, çelişkili fikirleri, pişmanlıkları  vardır. Birçok çelişik  düşünce ileriye sürmüş, zaman zaman kendi görüşlerine bile ters düşmüştür. Ancak onun yazıları, kitapları tamamlanmış olmasa da, görüşleriyle içinde yaşadığı çağı değil, yirminci yüzyılı da tahmin etmiş ve Marksizmin ve Leninizmin başarısızlığını öngörmüştür.

Bakunin, Marx’ın kapitalizm konusundaki görüşlerini kabul ediyordu. Ancak devlet konusundaki otoriter sosyalizm anlayışını kabul etmiyor, özgürlükçü bir sosyalizm anlayışını savunuyordu. Bakunin, devletten kurtulma sürecini en başa, Marx ise sona alıyordu.

Bu nedenle Bakunin’in görüşleri eskimemiş, ama değer kazanmıştır. Yalnızca onun düşüncelerini ayıklamak ve çelişkilerini de görmek kaydıyla. Bakunin hâlâ güncelliğini koruyor.

Erol Anar

20 Mart 2018

Dipnotlar

* Marx ve Engels Paris Komünü’ne ka­tılmadılar. Komüncülerin çağrıları üzerine, Marks; “bir masabaşı adamı olduğunu, savaş­tan ve kavgadan anlamadığını” açıkça belirt­ti. (Bkz. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 2 No: ll’de Şirin Tekeli’nin Yazısı.) http://www.anatolianrock.com

** Bu konuda bakınız: Murray Bookchin: Devrimci Halk Hareketleri Tarihi – Fransız_Devriminden İkinci Enternasyonale, Dipnot Yayınları, Birinci Baskı: 2012,  Ankara, s. 228, 231.

*** Marx, kendi sentezine göre, devrimi Avrupa’nın ileri sanayı toplumlarından bekliyordu. Devrim, Rusya’da olunca bu anlamda yanıldı. Oysa köylü toplumlarına özel bir önem veren Bakunin, Rus toplumunun devrimci niteliğinin olduğunu yazmıştı. Aslında Lenin’in köylülere yönelik düşünceleri ve politikaları nedeniyle Bakunin’in öğrencisi olduğunu öne sürenler de var. Ama bence bu gerçekçi bir iddia değildir. Çünkü son derece cılız bir sanayileşmeye sahip olan bir köylü toplumunda devrim olmuştu ve elindeki malzeme köylülerden oluşuyordu Lenin’in çoğunlukla. Bu nedenle onunkisi daha çok pragmatist ve taktik bir yaklaşımdı.

[I] Bu konuda detaylı bir okuma için bakınız: “The First Socialist Schism, Wolfgang Eckhardt, published in 2016 by PM Press, CA, USA.

[II] Franz Mehring: Karl Marx, s. 165.[III] Franz Mehring: Karl Marx, The Story of His Life, 1962, pp 462.

[IV] Bakınız, Dolgoff, s. 359, Bakunin şöyle der: “Bu liderler hükümetin tüm dizginlerini kendi güçlü ellerinde toplyacaklardır, zira cahil halkın güçlü bir bekçiye ihtiyacı vardır…”

[V] “Bay Marx’a bakacak olursak, tüm diǧer değerlendirmelerin dışlanmasını gerektiren ekonomik olguların kaçınılmaz oluşumunun, tarihteki tüm ahlâki ve entelektüel olayların biricik nedeni olduğundan fazlasıyla şüphe ediyorum.”  Sam Dolgoff: Bakunin, Kaos Yayınları, 1. Baskı: Kasım 1998, s. 332.

[VI] Sam Dolgoff: Bakunin, Kaos Yayınları, 1. Baskı: Kasım 1998, s. 212, 226.[VII] Age, s 277.

[VIII] Burton Hall, New Politics, Kis 1968, akt: Sam Dolgoff.

IX] Paul Avrich: Bakunin’in Mirası, 1970. http://www.geocities.ws

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!