Bazen kendi hayatımıza müdahale etmekten aciz kalıyoruz, insanlar istedikleri gibi hayatımıza girip çıkıyorlar. Oysa hayatımıza girecek ve de çıkacak insanları kendimiz seçmeliyiz.
İlişkilerimizi yaşayan bir organizma gibi düşünmemiz gerekiyor. Bir çiçek kurumuşsa, bir insan ölmüşse, bir yaprak çürümüşse onları yeniden hayata döndürmek olanaksızdır. İlişkiler de böyledir. Bir ilişki bitmişse, onu yeniden canlandırmak istemi, boş bir çaba olmaktan öteye gitmeyecektir. Artık onu yeniden diriltmeye çalışmak, ilişkinin öznelerini yaralamaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Bazı insanlar, ikili ilişkilerinde karşıdaki insana karşı oldukça dikkatsiz ve nezaketsiz davranıyorlar. Daha sonra da ilişki bozuluyor ya da soğuyor. Bir süre sonra olumsuz davranışlarda bulunan kişi ilişkiyi sürdürmeye çalışıyor. Hem de bunu yaparken sanki hiçbir şey olmamış gibi, özeleştiri yapmadan davranıyor.
Oysa o, farkına henüz varmamıştır ya da varmak istememektedir: Ama çiçek solmuş, yaprak kurumuştur. Buna neden olan da kendi davranışlarıdır. Bazı şeyler için bazen geç olur, yapacak bir şey kalmaz. Bu da öyle durumlardan birisidir.
Bazen kendi hayatımıza müdahale etmekten aciz kalıyoruz, insanlar istedikleri gibi hayatımıza girip çıkıyorlar. Oysa hayatımıza girecek ve de çıkacak insanları kendimiz seçmeliyiz.
Bir arkadaşım şöyle demişti: “Benim hayatım gelgeç hanı değildir. İnsanlar öyle istedikleri zaman girip çıkmazlar hayatıma. Bu bu kadar kolay olmamalı.”
Bir de son zamanlarda dikkat ediyorum, insanlar birbirlerinin selamlarını bile görmezden geliyorlar. Ya da yolda, karşıdan tanıdık birisinin geldiğini fark ettiklerinde diğer kaldırıma geçmeyi tercih ediyorlar. Eğer buna vakit bulamazlarsa, sahte ve içi boş diyaloglardan birisi daha yapılıyor.
Birisiyle aramız bozulduğunda, hemen onun en yakın arkadaşı ile de aramız bozulmuş kabul ediyoruz. O bizim de arkadaşımız olsa dahi.
***
İkili ilişkilerde, bazen ilişkinin öznelerinden birisi, diğer kişiyi duvar olarak görür ve bütün ağırlığıyla ona yaslanır. Duvar işlevi gören kişi, belki bir süre ses çıkarmadan dostunun yükünü taşır.
İnsan neden kendi iç dünyasını başkalarıyla paylaşmak ister? Bence bu durumun insanın akıllı olup olmaması ile ilgili olmadığını düşünüyorum, insanlar paylaşmak istiyorlar, destek almak, farklı bir gözle içinde bulundukları konumun başkaları tarafından nasıl göründüğünü merak ediyorlar. Bazen hayatın bize yüklediği yük o kadar ağır oluyor ki, kendi başımıza taşıyamıyoruz. Bizi anlayabileceğini düşündüğümüz insanlarla paylaşmak istiyoruz.
Ancak bazı insanlar vardır, kapalıdır onların iç dünyaları. Kimseye açmazlar iç dünyalarının kapılarını, en yakınlarına bile. Bir bilmece gibi yaşarlar, yalnızca çevrelerindeki insanlar için değil, kendileri için de.
Kendi sorunlarını başkalarıyla paylaşan insanlar gerçekte ne ararlar? Bence çözüm aramak yerine, kendilerini önyargısız bir biçimde dinleyecek birilerini bulduklarını sanarak içlerini dökerler. Ayrıca bir çözüm aramazlar. Çözüm, zaten onları anlamaya çalışacak birisidir. Amaç kendilerinin dinlenmesidir, yoruma dahi gerek yoktur çoğu zaman.
İkili ilişkilerde, bazen ilişkinin öznelerinden birisi, diğer kişiyi duvar olarak görür ve bütün ağırlığıyla ona yaslanır. Duvar işlevi gören kişi, belki bir süre ses çıkarmadan dostunun yükünü taşır. Bazen insanlar dostlarına sırtlarını dayayarak, onlardan destek ve güç alırlar. Ancak bu durum süreklilik kazandığında diğer kişi yorulur, artık bu yükü daha fazla taşıyamaz ve kenara çekilir. Dostuna bir duvar gibi yaslanan kişi, ise boş bir çuval gibi yere yığılmıştır. Çünkü dostlarını duvar olarak görmüş ve kendisine yaslanacağı bir duvar örmemiştir. Sanmıştır ki dostu, sonsuza kadar onu taşımak zorundadır.
Ayrıca derler ki, “Bir kişiyi kırk yıl sırtında taşırsın, bir gün indirirsin senden kötüsü olmaz.” Yaptığımız destek, dayanışma ya da yardım bir süre bir misyona dönüşüyor ve karşı taraf sürekli bir beklenti içine giriyor.
Yaslanacağım duvarı kendim örmeliyim. Tuğlaları tek tek taşıyarak ve üst üste koyarak sağlam bir duvar yapmalıyım.
Herkesin duvarı kendisidir.
Erol Anar
Not: Yazarın “Sen” adlı kitabından alınmıştır.