Dört bir yandan kuşatılmışız. Eğer ıssız bir adada tek başımıza yaşamıyorsak, sistemin içindeyiz demektir, dünyanın neresinde olursak olalım. Eğer çalışıyorsak, vergi ödüyorsak, kredi kartımız varsa, askere gidiyorsak, oy kullanıyorsak, televizyon, futbol maçı izliyorsak biz de dibine kadar sistemin içindeyiz. Her ne kadar ona karşı olduğumuzu iddia etsek bile, bu durum sistemin içinde kirlendiğimiz gerçeğini ortadan kaldırmaz. Daha önce bir kez yazmıştım, içinde olduğumuz ırmak, toplum, sistem kirli. Eğer bütün bunlar kirliyse, o ırmağın içinde olan biz nasıl temiz kalabiliriz? Biz de diğer insanlar kadar kirliyiz. Bu kirimizi görerek, arınmak için çaba göstermek gerekir. Bu da her ne kadar kirli bir ırmağın içinde olsak da, en azından bazı değerlerimizi korumaya çalışmakla, sistemin bir vidası olmayı reddetmekle gerçekleşir.
Sistem öyle bir şey ki, bir virüs gibi bir yerden sızdığında, insanın en uç hücrelerine kadar ulaşıyor ve onu istediği şekle dönüştürebiliyor. Matrix filminde, insan biçimindeki makineler, nasıl gerçek bir insana dokunduğunda onu kendi askerine, bir makineye dönüştürebiliyorsa, sistem de toplum içinde yaşayan insana aynı şeyi yapar. “Sen kendini kurtar!” mesajını verir sürekli olarak bireye açık ya da kapalı olarak.
Sistem o derece derinlerdedir ki, ona karşı olan imgeyi bile kendi çıkarları açısından kullanmaya çalışır. Örneğin Che Guevara imgesini alır, onu kapitalist bir metaya dönüştürmeye çalışır. Che Guevara basılı tişörtlerden, anahtarlıklara, posterlere ve her şeye kadar onun imgesini ticari bir meta olarak kullanmaya kalkışır. Bu imgeyi kıramasa bile, sistem imgeden yararlanmaya çalışır.
Teknolojik distopyaları konu alan bir filmde, bir tv şarkı ve performans yarışmasına katılmak için, belirli bir puan lazımdır. Bir ortamda bulunan insanlar her gün kondisyon bisikleti sürerek sisteme enerji üretirler ve böylece de karınlarını doyururlar. Oradaki bir kızdan hoşlanan genç yeterli puanının olduğunu, kızın sesinin de güzel olduğunu düşündüğü için ona yardım teklif eder, tüm puanını ona vererek yarışmaya katılmasını sağlar. Kız, sahnede şarkısını söyler. Jüri beğenir kızın sesini ama, çok olağanüstü bir ses olmadığını söylerler jüri üyeleri. Ve kızdan üstündekileri, hatta külotunu çıkararak çırılçıplak kalmasını eğer böyle yaparsa, hayatı boyunca bisiklet sürmeyeceğini, rahat edeceğini söylerler. Kıza puanlarını vererek yarışmaya katılmasını sağlayan erkek arkadaşı, ona seslenir: “Hayır, sakın yapma böyle bir şey!.” Onu güvenlik görevlileri zorla dışarıya atarlar. Ve kız orada soyunur, daha sonra da porno yıldızı olur sanal ortamda. Yani sistem, onun bedenini ve ruhunu satın almıştır.
Daha sonra uzun süre tekrar kondisyon bisikleti yaparak puan biriktiren bu erkek, aynı tv şarkı ve performans yarışmasına katılır. Amacı intikam almaktır. Boynuna bir cam parçası dayar ve kendini öldürmekle tehdit eder yanına yaklaşanları. Bir süre sonra sahnede jüri ve seyircilerin önünde birden öfkesini kusmaya başlar: Jüriye, seyircilere, sisteme, her şeye ve herkese en ağır küfürleri etmeye başlar. Dakikalarca küfreder: “Sizin ben hepinizin o kendini beğenmiş yüzlerinizi s.kiyim.” der. Sonra birden durur, bir alkış kopar. Jüri de çok beğenmiştir bu durumu. Hatta öfkesini kusan kişi bir tv programında her hafta bir kez bu küfür performansını tekrarlaması için cazip bir teklif alır ve kabul eder. Boynuna dayadığı cam parçası artık bir iş aletine dönüşmüştür. O cam parçasını bir keman gibi, güzel bir kutuda özenle saklar. Ruhu satılmıştır, ruhu kalmamıştır daha doğrusu.
Kuşatmayı kırmak için, önce kuşatıldığımızı bilmemiz gerekiyor. Arınmak, temizlenmek için de önce kendi kirimizi görmemiz gerekir.
Demek istediğim şu: Sistem sizi her yandan satın almaya, evcilleştirmeye çalışır. Öfkenizi, küfrünüzü ve donunuzu bile satın almaya çalışır. Bu insani tepkilerinizin tümünü sisteme hizmet için kullandırmaya çalışır. Siz ise havası alınmış bir balon gibi sönüp gider, buruşur ve bir makineye dönüşürsünüz. “Sus” deyince susan, “konuş” deyince konuşan bir robot olursunuz. Bu nedenle en iyisi gelen teklifleri elinizin tersiyle itip, hiç düşünmeksizin “Hayır!” demektir. İşte insani olan, robotlaşmayan, bu insanı tepkinin satılamaz olmasının gerekliliğidir aslında.
Ne mutlu küfrünü satmayanlara!
Erol Anar
7 Ocak 2018
Santa Catarina