Bir ölüm ezgisi yükseltiyorum ve uçurumdan yükselen kaosu ve çağların derinliğinden gelen kadim korkuyu selamlıyorum!
Zamanın sonundayız ve bu nedenle her şey çözülüyor, geleceğimiz kargaşayı çoğaltarak başlıyor; Tarih’ten aldığımız ders, değişimin bir bedeli olduğudur, olabiİecek en yüksek bedel ise başkalaşımın bedelidir; oysa, başkalaşım geçiriyoruz, hem de kendimize rağmen, ne olacağımızı da bilmiyoruz, bizi tanımlamaya yarayan sözcükler yarı yolda bırakıyor.
Biçimler açılıyor ve içerikler kaçıyor, ağırlıklara ve ölçülere hile karıştı, en bilgili insanların bile yargısına güven olmuyor artık ve niteliksizlik zafer kazanıyor, hem de ona değer veren dalaverecilerle birlikte, hiç cezalandırılmadan. Dillerimiz yozlaşıyor, en güzel diller çirkinleşiyor, en iyi işitilenleri anlaşılmaz oluyor, şiir öldü, düzyazı kaos ile yavanlık arasında seçim yapma durumunda. Sanatlar yok olalı kaç kuşak geçti, en ünlü sanatçılarımız gelecekte küçümsenecek hokkabazlara benziyorlar. Ne bir şey inşa etmeyi biliyoruz ne heykel yapmayı ne de resmi; müziğimiz bir iğrençlik, bu nedenle eski anıtları yıkmak yerine restore ediyoruz ve bu nedenle bütün üslupların koruyucusu kesiliyoruz -güçsüzlüğümüzün iki kez itirafı.
Üslupların eşzamanlılığı biçimlerin karışıklığına eklendiğinden, çağımız her şeyi seçmek istedi, bu nedenle biz hiçbir şey bulamadık, tıpkı can çekişenlere benziyoruz, tüm Tarih bize açılıyor, bizim güçsüzlüğümüzü bize tükettiriyor. Aslında, tam da kendi gücümüze çok güvenirken can çekişir bulduk kendimizi, çünkü kendinin farkına varamayan bir gücün sonu kaostur. Gelecek çiledir bizim için, ve bizi harekete geçiren öfkeye rağmen, tutarlılık yokluğu herhangi bir şeye varmamızı engelleyecektir, nihayetinde biz bu çemberin içinde dönüp duruyoruz, bizden daha özgür zihinsel içeriklere av oluyoruz. Biz zaten kaybettik, sentez fikrinden vazgeçerek sonunda düzenle tutarsızlığın uyumunu varsayar hale geldik, bozguna uğradıktan sonra rahat rahat hayatta kalabileceğimizi hayal ediyoruz, paramparçayız ve ilk sınavda bunu öğreneceğiz, bir daha kendimize gelemeyeceğiz, dehşet kapıda, dile getirilebilir bir dehşet değil bu; geride, kavrayamayacağımız zamandışı öğe kalacak bir tek ayakta. Çünkü biz eserlerimizle birlikte ve eserlerimiz aracılığıyla öleceğiz.
Evrene dair bir ölüm şarkısı yükseliyor dudaklarımdan, içinde yaşadığımız dünyanın bizden önce gelen ve bizimkiyle birlikte yok olsunlar diye bulup ortaya çıkardığımız bu dünyaların bir uçtan ötekine yok olacağını öngörüyorum. Evrenin bir ucundan öteki ucuna dirilttiğimiz yüz küsur ölü şehir bir kez daha ölecektir, hem de dirilme olasılığı olmadan, hatıraları bile yok olacaktır, esin perilerimiz de, içlerinde barındırdıkları servetlerle birlikte yok olacaktır.
Bütün milletler geçmişlerini kaybedecektir; önce şu koşul yerine gelmezse -herkes kendi bolluğunu, efsane ve umutlarını kurban etmeli- insan soyu hayatta kalamaz. Kıyamet gününün anlamı budur; ya hiçliğe ya da yeni bir yaşama girmek için çırılçıplak ortaya çıkacağız ve gelenekleri tarafından bunca yüzyıldır sınava hazırlanan vahyedilmiş dinlerin müminlerinin, mallarından mülklerinden iyi niyetle feragat etmek ve yükümlülüklerini karşılamak isteyip istemeyeceklerini görecek ve onların fedakarlık ruhuna hayran kalacağız. Bir ölüm ezgisi yükseltiyorum ve uçurumdan yükselen kaosu ve çağların derinliğinden gelen kadim korkuyu selamlıyorum!
Albert Caraco
“Kaos’un Kutsal Kitabı” adlı kitaptan kısa bir bölüm, Çeviren Işık Ergüden, Versus Yayıncılık, Eylül 2007, İstanbul, sayfa 47-49. https://www.okuyanboga.com/kaosun-kutsal-kitabi