Sorgulanmamış, Yaşanmamış Hayatlar, İzdüşümler…

Sorgulanmamış, Yaşanmamış Hayatlar, İzdüşümler…

“Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez.”

Sokrates

Bir okurumla yazışırken izdüşümlerden söz etmişti. Bu kısa yazışma, bana esin kaynaǧı oldu ve izdüşümler üzerine düşünmeye başladım. İzdüşüm, bir şeklin, ışınlar aracılığıyla izdüşüm düzlemi denilen bir düzlem üzerine belirli kurallarla aktarılışıdır. Örneğin bir lambanın yere düşürdüğü gölge, bir izdüşümdür.

Belki de hayatımız bir simulakr veya tamamen bir izdüşümden ibarettir. Kim bilir, hayatımız bir simulakrum, yani orijinali olmayan bir kopyanın kopyasıdır. Kopyanın kopyası hayatlar yaşıyoruz.

Bu nedenle kendi gitmemiz gereken yolu bir türlü bulamıyor, tıpkı lambanın yere düşürdüǧü gölgeye benzeyen çıkmaz, karanlık bir yola giriyoruz. İzdüşümün farkına varmak için, insanın içinde bulunduǧu gerçekliǧi sorgulaması gerekiyor. Platon’un maǧarasındayız sanki, varlıkların gölgelerini görüyoruz  duvarın üzerinde, ama onların kendilerini göremiyoruz. Çünkü gerçekliǧe sırtımız dönük. Oysa sorgulamak çoǧu zaman,  ne kendimizin hoşuna gider, ne çevremizin, ne içinde yaşadıǧımız toplumun, ne de devletin ve sistemin. Çünkü sorgulamak, yanılsamayı, izdüşümü, manipülasyonu, yalanı, simülasyonu ortaya çıkarır ve kişinin içinde bulunduǧu gerçekliǧi algılamasına giden yolu açar.

***

Nesnel gerçeklik sandıǧımız, düşüncelerin peşinde bir ömür boyu gidiyoruz. Ama aslında bunlar belki de yarattıǧımız yanılsama dünyasının izdüşümleri. Belki de bu nedenle inandıǧımız düşünceleri hiç deǧiştirmeden, geliştirmeden ve yenilemeden yürümeyi tercih ediyoruz. Çünkü belki de bu düşüncelerimizin ve kendi yarattıǧımız dünyanın, nesnel gerçekliǧin dışında bir simülasyon olmasından korkuyoruz, kim bilir…

Kafamızın karışmasından korkuyoruz sürekli. Oysa bir insanın kafasının karışık olması, sorgulama anlamına gelir bence. Sokrates’in kafası hep karışıktı. Kafamız karışmalı ki, netleşelim. Sorgulayalım ki, savunduklarımıza gerçekten inanalım.

Bir izdüşüm yaratarak, o izdüşümün peşinde bir ömür, boşluǧumuzun hiçbir yere çıkmayan sokaklarında yürüyoruz. Ancak bunun bir gün bir yanılsama oldugunu anladıǧımızda, artık çok geç oluyor ve hayata teslim oluyor ve mış gibi gibi yaşamaya devam ediyoruz. Daha doǧrusu buna yaşamak bile denmez, nefes almaya ve kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Şablonlarımız ve hazır yanıtlarımız var, her şeyi beş dakikada açıklayıp çözüme kavuşturuyor ve böylelikle ruhumuzun huzur bulduǧunu sanıyoruz.

Yaşanmamış hayatları yaşıyoruz, ya da yaşadıǧımızı sanıyoruz . Hayatımız büyük bir balondan ibaret. Anlam ile deǧil, yalnızca hava ile dolu bir hayat…

Oysa çelişkiler kaçınılmazdır, yaşadıkça çelişir ve çeliştikçe de yeni şeyler öǧreniriz. Aslında en büyük çelişki olan hayatın içinde yaşıyoruz. Çelişkisi olmayan insanın sorusu da yoktur hayata. Yanıt bulmak önemli deǧil, çünkü yanıtlar da her an deǧişiyor.

Aslolan ileriye yürümek,ayakta kalabilmek, ilerdikçe de yeni şeyler keşfetmek yenilenmek, öǧrenmek ve sorgulamaktır. Elbette yapılabildiǧi kadarıyla  bilimsel olarak. İşte bu noktada, felsefe soru sorma sanatıdır, önemli olan yanıtlardan çok hayata ışık tutabilecek anlamlı  soruları sorabilmektir. Ancak elbette felsefi sorular, günlük yaşamdaki sorulardan farklıdır.

 

Ama yine de bir şeylere, bir yerlere sıǧınıp “rahat etmek” çoǧu insanın yaptıǧı bir şey. Ben bir yerlere ve bir şeylere sıǧınma ihtiyacı duymadım hiç. En güzeli baǧımsız olmak bence bir yazar için. Çünkü bir yere bağımlı olan, orayı eleştirme kudretinden yoksundur. Bağımlılık buna izin vermez. Tek başına da olsa, kimseye göre deǧişmeden sorgulamak. Bu nedenle hayatta hep tek tabanca oldum. Ezilenlerin cephesinde ama, kimsenin dükkânında deǧil; özgür, tek tabanca ve baǧımsız kendi ayaklarının üzerinde.

Otuz yıldır hep kendimi ve hayatı sorgulayarak yazıyorum. Bu süreç içerisinde bazı okurlar ilgi duyarak yazılarımı okur, bazıları ise sorgulamaktan sıkılır ve giderler. Okurlarım sürekli bir sirkülasyon içindedir.  Bu tip okurlar, hayata soru sormak istedikleri zaman ilgilenirler yazılarımla. Ama soru sormaktan yoruldukları zaman, yazılarıma olan ilgilerini de keserler. Sonra başka okurlar gelir. O bırakıp giden okurlardan da, yıllar sonra dönüp gelenler olur. Ama ben yorulmam hiç  soru sormaktan. Böyle de gidecek sonuna kadar galiba. Bu benim yaşam tarzım olmuş bir anlamda.

En güzeli de, yanıtın bir bumerang gibi sana dönmeyeceǧini bilerek soru sormaktır. İşte bilimde bu nedenle kesinlik yoktur, bugün doǧru olan, yarın deǧişebilir.

Hayat sürekli bir arayıştır ve çoǧunlukla da bulamayıştır. Ancak yanıt beklemesek de, kesin yanıtları bulamasak da ilerleriz, gelişiriz ve yenileniriz bu yolda.

Hayatın anlamı da budur işte: Durmadan ileriye, o ışıklar içinde parıldayan sonsuzluǧa doǧru yürümek…

Erol Anar

25 Mart 2017

Paraná-Brezilya

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!