O zaman kendime soruyorum; madem ki insanların çoğu inanmak istediklerine inanıyor, o zaman yazmanın, araştırmanın, bilimin, gerçek ve hakikatlerin ne anlamı var?
Derler ki, “İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar.”
Tıpkı bir tavuğun yerdeki yemleri, çöplerden seçmesi gibi, insanlar da inandıkları şeyi kendileri seçiyorlar. Neredeyse hiçbir şey onları bir gerçekliğe, hakikate inandırmaya yetmiyor. Ne kanıtlar, ne tarih, ne de bilim.
Tarihe de onu ayıklayarak, kendi inanç ve ideolojilerine uygun olanı seçerek bakıyorlar.
Geçenlerde bir tanıdık ile yaptığım sohbeti hatırlıyorum. Sovyetler Birliği tarihi üzerine konuşuyorduk. Bu konu üzerine çok kitap ve makale okumuştum yıllarca. Çünkü özgür toplum konusunda bir kitap yazıyordum. Her şeye olduğu gibi Sovyetler Birliği’ne de eleştirel yaklaşıyordum. Ama bu tanıdığım kişi Marksist olmasından dolayı, ona eleştirel yaklaşmıyordu. Benim söylediğim bazı düşüncelere ise ihtiyatlı yaklaşıyor ve sürekli olarak,
“Acaba doğru mu bunlar?” diye soruyordu. Ben de çeşitli kaynakları söylüyordum ona. Çünkü bazı gerçekler ideolojisine uymuyordu. İdeolojisine uygun olanları hiç sorgulamadan kabul ediyor, uymayanları ise doğru olmadığı gerekçesiyle daha sorgulamadan, araştırmadan reddediyordu. İşin ilginç yanı bu konularda düşünceleri kemikleşmişti; ama ne okuyor, ne de araştırıyor.
Son olarak şöyle dedim ona;
“Bak tarih nedir bilir misin? Tarihe her bakan kendi görmek istediğini görür. Ancak çok çeşitli kaynak ve belgelerden, kitaplardan, makalelerden gerçeği araştırıp, okuyup ondan sonra hakikatlere en yakın mesafede durmaya çalışarak tarihe ilişkin bir düşünceye sahip olabiliriz.”
İnsanları zaman tünelinden birebir tarihin belirli bir dönemine götürsek, kendi gözleriyle gerçekleri görseler bile, “Ama…” diye başlayarak söze, gerçeği reddederler. Önemli bir kısmının böyle yapacağını düşünüyorum. Çünkü hiç kimse kendi inançlarının ve ideolojisinin çökmesini istemiyor. Bu, kendi dünyasının çökmesi anlamına gelir. Çoğu insanın da yeni bir dünya oluşturmaya enerjisi, zamanı veya sabrı yok. O zaman kolay olan yolda yürümeye devam ediyor. Reddediyor, inkâr ediyor, ideoloji ve inançlarını sorgulamadan, körü körüne savunmaya devam ediyor.
İdeoloji insanı öyle bir yere sıkıştırıyor ki; her şeye sınıfsal, ırksal, ulusal, dinsel, siyasal ya da başka bir anlamda onu tek bir pencereden bakmaya yöneltiyor. Birey tekliğe mahkûm oluyor ve kendisi tektipleştiği gibi, farkına bile varmadan diğerlerini de tektipleştirme görevini otomatik olarak üstleniyor. Ve ideolojisine karşı her eleştiride agresif bir tavırla ideolojisini savunmak zorunda hissediyor kendisini. Ama bir saniye bile “Acaba bu doğru mu” diye nesnel bir sorgulama ve analizden geçirmeden otomatik olarak dışarıya atıyor eleştirileri. Ya da butun eleştirileri “karalama” olarak niteliyor. Ama diğer ideolojilere yönelik eleştirilere hiç sorgulamadan hemen katılıyor ya da bizzat kendisi yapıyor bunu.
Dinsel ya da ideolojik bakış açısı insanı gerçek ve hakikatlerden uzaklaştırıyor, kısır bir döngüye sokuyor onu. Çünkü kişi burada tek hakikati kendi avucunda tutttuğunu düşünüyor. Kendisinden farklı düşünen, inanan herkes yanlış, bir tek kendisi doğru. Böyle olunca da hemen savunma ve reddetme pozisyonuna geçiyor.
Benim dile getirdiklerim gerçekler ve hakikatler mi? Bunu bilmiyorum. Ama en azından ben o yoldayım, araştırıyorum, öğreniyorum; fikirlerimi değiştirebiliyorum ve sürekli sorguluyorum. Amacım sadece gerçekler ve hakikatlere ulaşmak. Onlara ulaşamasam bile, o yoldayım.
***
Hele ki bu sosyal medya çağında bazı insanlar komplo teorilerine inanma eğilimindeler. Komplo teorileri gerçeklerden daha ilginç geliyor bu insanlara. Her taşın altında bir komplo arıyorlar.
O zaman kendime soruyorum; madem ki insanların çoğu inanmak istediklerine inanıyor, o zaman yazmanın, araştırmanın, bilimin, gerçek ve hakikatlerin ne anlamı var? Gerçeği gözünün içine soksan bile insanlar ona inanmıyorlar, inanmak istemiyorlar, reddediyorlar. Yine kendi inanmak istediklerine inanmaya devam ediyorlar.
Ben kendi gördüğüm, araştırıp okuduktan sonra hakikat olduğuna inandığım düşünceleri ortaya koyuyorum, yayınlıyorum. Ama insanları ikna etmek için değil, bu çabanın boş olduğunu yıllar önce anladım. İnsanları kolay ikna da edemezsiniz, onlar genellikle düşüncelerini değiştirmezler. Zaten amacım da bu değil. Sadece kendi düşüncemi ortaya koymak istiyorum. Bunun ötesinde hiçbir beklentim yok. Kendime siyasi bir misyon yüklemiyorum, mürit de aramıyorum, lider de değilim ben. Sadece bir yazarım, işim de düşünmek ve yazmak.
Erol Anar
Paraná-Brezilya
2 Nisan 2022.