Kaptan türküyü söyledikten sonra bağlamayı özenle duvara astı. Ve iki bira getirdi.
“Ben bira istememiştim.” dedim.
“Bunu ben ısmarlayacağım, ısrar ediyorum.” dedi Kaptan.
Senli benli konuşmaya başlamıştık artık bir anda.
Böyle deyince, karşı koyamadım ona;
“Peki,” dedim “teşekkür ederim Kaptan.”
Ve birayı aldım.
“Sağlığına.” dedim ve bir yudum aldım biradan.
“Hayata ve dostluğa.” dedi Kaptan ve o da yudumladı birasını.
Bira içerek sohbet etmeye başladık, orada hemen denizin kıyısındaki masada.
Kaptan’a dedim ki,
“Ben de bir zamanlar bağlama çalardım. Özellikle de ergenlik dönemimde.”
“Öyle mi bilmiyordum, getireyim çal.” dedi.
“Yok,” dedim “senin kadar güzel çalamam ben şimdi, hem yıllar var ki dokunmamış elim tellere.”
Sonra daldı uzaklara Kaptan. Oğlu, fırtınalı bir havada ağları çekerken denize düşmüş ve anında gözden kaybolmuş. Onun bedenini bile bulamamışlar. Bunu anlattı bir süre. Sustu, uzaklara baktı.
Sonra birasından bir yudum aldı ve başka şeylerden söz etmeye başladı. Beyaz bıyıkları denizden gelen rüzgârla titriyordu Kaptan’ın.
“Her kötülüğün baş nedeni aç gözlülük ve ihtiyacı olandan fazlasını isteme dürtüsü.” dedi Kaptan.
“Kesinlikle katılıyorum, bu konularda yazmışlığım, okumuşluğum vardır. Para, kariyer, iktidar vs… bunların hepsi sınırsız bir aç gözlülüğe yol açıyor. Durdurulamaz, frenlemez hırslar içinde boğulup gidiyor insan.” dedim.
Kaptan düşündü bir an ve,
“Evet,” dedi. “hırsları olan kimi tanıdıysam, sonunda hayatı boş bir çuval gibi oldu. Hele ki sonradan görme insanları hiç sevmem, şu hotelin sahibi gibi…”, dedi çenesiyle hotelin olduğu yeri işaret ederek. “rüzgârın içini doldurduğu ve sanki kendi ayaklarının üzerinde duran bir çuval, ama rüzgâr çekildiğinde çuval yere düşer, çünkü aslında içi boştur; boştu her zaman, rüzgâr havalandırmıştı onu.” dedi Kaptan.
“Ne güzel bir örnek verdin Kaptan.” dedim.
Kaptan’a, La Fontaine’nin “Masallar” kitabından söz ettim onu. Tabii ki o da biliyordu bu kitabı. Birçok fabl zaten çok ünlüydü bu kitabın içindeki, herkes bilirdi bunları.
“Ben hayatın içindeki bir olayı ve olguyu anlamak istersem bu kitaba bakarım.” dedim.
Kaptan gülümsedi. İnsanların doymazlığından, aç gözlülüğünden söz etmiştik bir süre.
“Bak,” dedim “Kaptan sana bir fabl anlatayım izninle, La Fontaine’den bu konuyla ilgili.”
”Hay hay!” dedi “zevkle dinlerim.”
“İki köpek varmış, bir göl kıyısında geziyorlarmış. Bir eşek ölüsü görmüşler suda yüzüp gidiyormuş uzağa. – Dostum, demiş köpeğin biri; senin gözlerin daha iyi görür: Bir dikiz etsene şu suları. Bir şeyler görünüyor gözüme, at ölüsü mü, öküz ölüsü mü ne? – Ne ölüsü var mı? demiş öteki; Yenir bir şey ya, sen ona bak’.¬ Ama yanına nasıl gitmeli, Kör olası bir hayli uzak. Üstelik rüzgar da var, Yüzemeyiz oraya kadar. İyisi mi gel şu suyu içelim biz: Susamışız da zaten, Bir giriştik mi seninle, içer bitiririz. At mı eşek mi neyse, O da iner dibe. Bir haftalık et kemik çıkar: Ye babam ye. Ve iki köpek başlamış gölü içmeye. Soluk soluğa. Ha biraz daha, ha biraz daha derken çatlatıp mideyi, boylamışlar tahtalı köyü. İnsan da böyle değil midir? Bir şeye tutuldu mu engel dinlemez; olmayacak şeyi olacak bilir. Mal peşinde olsun, ün peşinde olsun ne hayaller kurmaz, ne potlar-kırmaz. Ah çiftliklerim, sömürgelerim olsa! Ah sandıklarım altın dolsa!..” (La Fontaine’den)
Kaptan güldü:
“Ha ha ha ha! Ne kadar doğru, aklıma şu komşum hotel sahibi sonradan görme geldi. Bunu görse La Fointaine ne yazardı acaba?”
“Görmesine gerek yok Kaptan; zaten onu da yazmış, anlatmış bu fabl’da.”
“Ne kadar doğru, nasıl da iki kelimede insanları çözümlüyor La Fontaine masalları.” dedi Kaptan.
“Kesinlikle öyle!“ dedim.
“Tolstoy’un da buna benzer bir öyküsü var, ama o daha uzun; başka bir gün fırsat olursa anlatırım.” dedim.
“Ya yazar arkadaş,” dedi Kaptan “sen kitap gibisin. Seninle sohbet çok güzel, öğreniyorum.”
“Ben de senden öğreniyorum Kaptan, sen hayat tecrübesine ve yaşanmışlılklara sahipsin. Bazı şeyleri çözdüğünü düşünüyorum.” dedim.
Kaptan sustu bana baktı bir an, sonra birasından bir yudum alarak tekrar uzaklara ufka baktı.
“Kaptan iki bira daha rica ediyorum.”
“İki mi?”
“Evet biri senin için, bu kez ben ısmarlıyorum.” dedim.
Kaptan gülümsedi, yeşil gözlerinin içi gülmüştü, ayağa kalktı ve biraları getirmeye gitti.
Sürecek…
Erol Anar