“Öyle üşüyorum ki. Yalnızlıktan çok yoruldum, çok bitkinim.” Fernando Pessoa [1]
Bazen kilometrelerce, günlerce aylarca yürürsün de, hep yalnızsındır hayatın içinde. Seni anlayan tek bir insana rastlamazsın. İnsanlar sanki bir anda yok olup, iz bırakmadan bir anda kaybolmuşlardır. Sanki bir distopya filminde gibi hissedersin kendini. Yalnızlık değildir seni yaralayan artık, yapayalnızlıktır. Çırılçıplak, kesici yalnızlıktır bu. Kendine yürürsün ilerledikçe, her şeyden uzaklaştıkça.
Belki insanlar vardır, hatta bir insan çölünün ortasındasındır, ama bu yalnızlığını gidermediği gibi tam tersine arttırır. Çünkü insanlar artık insan değildirler. Başka bir şeye dönüşmüşlerdir. Bir hayvan da değillerdir. Robot ile insan arasında bir yerde dururlar. Mekanik, düşünmeyen, hissetmeyen, kendilerine söyleneni uysalca yapan makinelerdir artık onlar. Hızla uzaklaşırsın onlardan.
“Özgürlük, İnsanlık, Mutluluk, Parlak Gelecek ya da Toplumsal Bilim olan ruhsuz, şekilsiz, zavallı kavramlar; dilencilerin krallardan çaldığı bir pelerinin yeri süpüren eteklerinin umursamazca havalandırdığı yapraklar gibi, yalnızlık ve karanlıklar içinde sürünüyorlar.” [2]
Bu kavramların içi boşaltılmıştır postmodern çağda. Özgürlüğün yalnızca egoist arzu ve isteklerle bireysel anlamda gerçekleştirebileceği yanılsaması beyinlere sokulmuştur. Mutluluk ise başkalarının mutsuzluğu üzerine inşa edilebilir bu çağda ancak. Çünkü yüzde doksanından fazlası mutsuz olan bir toplumda, özünde kimse mutlu olamaz. Kavramlar, anlamlarını yitirdiler, içleri boşaldı ve çarpıtılmış bir şekilde ortalıkta dolanıyorlar artık. Pessoa’nın dediği gibi “yalnızlık ve karanlık içinde sürünüyorlar.” Postmodern çağın karanlığı bu.
Peki yalnızlık nedir? Postmodern çağda yalnızlık, yalnız olmak değildir.
Çünkü fiziksel olarak yalnız olsa bile birey asla yalnız kalamaz. En mahrem anlarında bile başkalarıyla birliktedir o. Elindeki mobil telefon ile sosyal medya ağlarında dolaşır 24 saat yedi gün hiç durmadan. Hiç yalnız kalamaz artık o, buna tahammül edemez. Fiziki olarak belki yalnızdır, ama sosyal medya ile örtmeye, kapatmaya çalışır bu kesici yalnızlığı. Bunu da başaramaz. Ne yalnızdır, ne de yalnız değildir o artık. İki arada bir derededir.
***
Postmodern bir masal gibidir sanki yaşadıkların; o derece yabancılaşmış bir dünyada. Umutsuz bir masal bu, başında ve sonunda mutluluk yok. Ortasından başlayan bir masaldır bu: Sonu ve başı yoktur. Bir kısırdöngü gibi hep ortalarda gezinir. Geçmişin, şimdinin ve geleceğin olmadığı anlamsızlık noktasıdır bu.
“Yalnızlık umudumu kırıyor; yanımda birilerinin olması üzerime ağırlık yapıyor. Başkalarının varlığı düşüncelerimi dağıtıyor; o mevcudiyeti, bütün analitik dikkatimi kullansam da tanımlamakta âciz kaldığım, apayrı bir dalgınlıkla tahayyül ediyorum.” [3]
Postmodern masalların başı sonu ortası belli değildir. Daha doğrusu bir sonu yoktur, başlangıcı onun sonu olabilir. Ya da sonu başlangıcı. Sonsuz bir yalnızlıktır bu.
Gerçeğin yakıcı kozu genzinde, kaskatı olmuş bir durumda belirsizliğe yürürsün gerçeğin çölünde. Nereye, neden gittiğini bilmeden. Çünkü artık bütün sorular anlamsızdır ve yanıtlar da…
Erol Anar
[1] Fernando Pessoa: “Huzursuzluğun Kitabı”, epub, Can Yayınları, 10. Basım: Aralık 2013, İstanbul, sayfa 95.
[2] Age, sayfa 250.
[3] Age, sayfa 55.