“Yenenler ve yenilenler daha uzun süre huzura kavuşamayacak”
Antje Vollmer
Ateşten korkanlar vardır. Ateşi uzaktan seyredenler, ondan kaçanlar… Bir de ateşi tutanlar vardır. Onlar yalnızca bilinçli bir tercihle tereddütsüz ateşi avuçlarlar. Ve onlar avuçlarını yakan ateşi, toplumsal direnişleri tutuşturan yangınlara dönüştürmeyi iyi bilirler.
Ateşi tutmak… Bu, ateşi tutanların öyküsüdür. Belge Yayınları’ndan çıkan kitap, uzun yıllarını Uruguay tutukevlerinde ve işkencehanelerinde geçiren bir Tupamaro olan Ernesto Gonzales Bermejo’nun anılarından oluşuyor. Bernejo, cunta koşullarındaki Uruguay’dan kesitler vererek ve toplumsal yaşamı sorgu-layarak, bir dönemin ilk elden tanıklığını yaparken: aynı zamanda cuntaya karşı etkili bir direniş çizgisi tutturamayarak yenilen MLN’yi (Movimento Liberation Nacional) de sorguluyor.
Kitapta bir ekonomi müfettişi olan David Campora’nın 1968’de örgüte girişi, 1971’de yakalanışı ve cezaevi süreci geriye dönüşlerle anlatılıyor.
Adını tarihte bir İnka İmparatoru ve sonraki dönemlerde yaşamış bir çiftçi olan Tupac Amaru’dan alan Movimento Liberation Nacional (MLN=Tupamarolar)’ın doğuş tarihi olarak, Uruguay’da işsizliğin arttığı ve bu-yük çaplı grevlerin yükseldiği yıl olan 1962 kabul edilir. Sosyal hak ve özgür-lükler talebini, silahlı sosyalist devrim savaşına dönüştüren MLN, 1968’e gelindiğinde, artan eylemlilikleriyle geniş bir halk desteğine ulaşmış ve sistemi ciddi biçimde tehdit etmeye başlamıştır.
Şiarı, “Eylemler bizi birleştirir, laflar ayırır.” olan MLN’nin faal üye sayısı 1968’de on binlere ulaşmıştı. MLN düzeni ciddi olarak tehdit eden bir örgüt olduğunda, CIA devreye girerek, dünyanın birçok ülkesinde yaptığı gibi ölüm mangalarını (Uruguay Ölüm Süvarileri) örgütledi. Devlet izni ile öldürme yetkisine sahip olan Ölüm Süvarileri, Tupamaroların yanısıra sendika ve öğrenci liderlerine yönelik katliamlar düzenledi. Tupamarolar tarafından yakalanarak sorgulanan US Elçiliği’nde çalışan Dan Mitrione işkence uzamanı bir CIA üyesiydi. Mitrione, Uruguay polisine işkence teknikleri öğretmekle görevliydi.
Her şeyin yasak ve ceza gerekçesi olduğu bir ortamda yaşayan David Campora, kendisini Rus matruşka bebeklerinin en içtekine, açarken başdöndürücü bir sonsuzluk hissi veren Çin kutularının en sonuncusuna konulmuş gibi hissediyordu.
En büyük kutu ise Urugay’ın kendisiydi. Anayasayı askıya alan 1973 darbesiyle askeri yönetim altına giren Uruguay, dünyada nüfusa göre siyasi tutuklunun en yüksek olduğu ülke durumuna gelmişti. Üç milyon nüfuslu ülkede, bu dönemde siyasal tutukluluların sayısı 50 bine ulaşmıştı. Akıl almaz işkence yöntemlerine rağmen, siyasal tutukluların yüzde 75’i işkenceye direnmiştir.
Direnişçilerden birisi olan Jorge Selves, güçlü sesi ile işkencecilere şöyle demişti: “Vurmaya devam edin domuz herifler, bir erkeği dövüyorsunuz… devam edin durmayın!…” David, işkencede direnişi mekanik bir tavır olarak değil, ideolojik bir sorun olarak görüyor ve şöyle diyordu: “Düşman mekanizmaya hizmet eden celladın kendisi değil, onu kullanıp kendisine karşı geleni param-parça etmek isteyen sınıf sistemiydi.”
Korkunç işkenceler altındayken, karşısındakilerle alay ederek ağız dolusu gülebilen bir direnişçi, bir işkenceci için en çıldırtıcı işkencedir.
On iki gün süren işkenceye karşın çözülmeyen Negro Lopez Mercado, kendisine verilen mısır lapasını askerin üstüne kusmuş, asker onu dövmeye başladıgında ise gülmekten iki büklüm hale gelmişti. Onu döven asker pes edip, kendisine iyi davranıldığı yönünde yazılı bir ifadeyi imzalamasını istediğinde, Mercado’nun yanıtı kahkahalarla söye olmuştu: “Sadece yemek ile ilgili olan kısmı imzalarım.”
Tupamarolar, halen bir tarım ülkesi olma özelliğini korumasına rağmen, kentli burjuvazinin toplumda önemli bir yer tuttuğu Uruguay’da, halkın yüzde 50’sinin yaşadığı kentlerde örgütlendiler. 1973’de cuntaya karşı verilen savaşta 300 Tupamaro öldürüldü, 3 bin kadarı ise hapsedildi.
Bir burjuva olan David, daha sonra evleneceği Negra ile tanıştıktan sonra, ‘devletin sınıf ayrımı’ sistemini kavramış ve ezilenler için savaşmayı kararlaştırarak Tupamarolara katılmıştı. Uruguay, “Güney Amerika’nın İşkence Karargâhı”na dönüştüğünde David, Libertad hapishanesinde karısı Negra ve çocukları: on yaşındaki Silvia, sekiz yaşındaki Ariel ve altı yaşındaki Pablito’yu düşünüyordu. David’in dışarıyla tek bağlantısı, karısına ve çocuklarına yazdığı sıkı bir sansürden geçirilen mektuplardı. Karısı Negra, Şili’ye gittiğinde arkasında “bir mahkûm değil, dayanma gücü verdiği biri”ni bırakmıştı. David, 6 Eylül 1971’de arkadaşlarıyla birlikte Punta Carrestas hapishanesinden firar ederek, yedi ay yeraltında yaşar.
David, bu dönemde karısı Negra’ya şöyle yazar: Eğer ölürsem…”
Sonrası tekrar yakalanış ve Punta Rieles Kıslası… İşkence… Bazı tutuklular korkunç işkenceler nedeniyle psikolojik yıkıma uğruyor, bazıları ise intihar yolunu seçiyordu. Bu dönemde 9 kişi intihar ederek yaşamına son vermişti. Uruguay’a özgü bir işkence yöntemi de, tutukluları psikolojik dengesini yitirmiş kişilerin yanına koyarak delirtme yöntemiydi.
David, ağır bir işkence seansından sonra askerler tarafından eve götürülü-ken, “Çocuklara dikkat etmeli!” diye düşünüyordu.
Sekiz yaşındaki oğlu Ariel, “Babacığım, şu orospu çocuğuna şöyle gitsin! Bebeklerime dokunmasın!” dediginde Üstteğmen öfkesinden köpürmüştü.
David, makinede (işkence) çözülmemişti, ancak evinden dönerken, sanki bir cenaze evinden dönüyor gibiydi.
İşkencede “kötü ve iyi askerler” vardı. İyi rolü oynayan asker, David’e, “Bir şeyler söyle ki onları durdurabileyim.” dediğinde David’in yanıtı şöyle olmuş-tu: “Sen hepsinden de beter bir orospu çocuğusun!..”
Mahkûmların yaptığı iyi şeyler bütün hapishaneye yayılırdı. Bunların en ünlüsü ise pek çok deneyimsiz sesin oluşturduğu “Mahkûmlar Baladı” idi.
“Mantık benzersizdir
Kurtuluş da
Yasemin dün kana boyandı
İnsan sonuna kadar gitmeli
Yaraları kontrol etmeli
Ve damarlar ateşe alışmalıdır…“
Cezası bittiğinde David serbest bırakılmadı. Bu, Uruguay’da pekçok mahkûma uygulanan bir yöntemdi. Negra, Almanya’ya gideli bir buçuk yıl olmuştu. Negra’nın çeşitli insan hakları örgütlerini harekete geçirmesi ve Uruguay hükümetini etkileyen kampanya sonucu serbest bırakıldığında, David umutlarını tümden yitirmişti. Almanya’ya Negra’nın yanına gidiş… Yabancılaştığı ailesine, on yıldır olgunlaştırdığı düşüncelerini yalnız kaldıklarında ifade edebilmiştir: “Vedalaşmaya geldim…”
Uruguay’da 1980’de bir anayasa plebisiti düzenlendi. Yoğun baskılara rağmen, halk cunta anayasasını reddetti. 1984 Ocak ayında yapılan genel grevin başarısı ve güçlü bir insan hakları hareketinin varlığı, cuntanın yönetimi 1985’te Colorado Partisi Başkanı Julio Maria Sanguinetti’ye bırakmasını sağladı.
İlan edilen genel af sonucu Tupamarolar, 15 Mart’ta kendilerini bekleyen on bin kişi ile kucaklaştılar. Monte Vİdeo, Tupamaroların bayramını kutluyordu. Ancak 1968’lerde on bin olan faal üye sayısı bine düşmüştü. Daha sonra Monte Video’da bin iki yüz kişinin katıldığı kongrede, silahlı mücadele biçimi reddediliyor ve mücadelenin legal olarak sürdürülmesi kararı alınıyordu.
Tupamarolar, aktif eylemlilik sürecinden sonra, sığ teorik tartışmalarda boğuldular. Bu da bir zamanlar Uruguay halkının en büyük umudu olan bir gücü, yitik bir efsaneye dönüştürdü.
İşçi grevlerinin yaygınlaşmasına ve dış borçlara rağmen Mart 1990’da Luis Alberto Lacalle’nin başkanlık görevine başlamasıyla Milliyetçi (Beyaz) Parti yeniden iktidara geldi. Liber Seregni önderliğindeki sol eğilimli Geniş Cephe ise kısa süreli grevlerin yaygınlaşmasıyla bir muhalefet yükseltti.
Emperyalizmin egemen olduğu tek kutuplu dünyada Uruguay, bir halkın düşlerinin gömülü olduğu bir ülke. Burada “Bizler bir katliamı kaybettik, savaşı değil” diyen Tupamarolar yatıyor…
Erol Anar
İnsan Hakları Tarihi, İkinci Baskı: Chiviyazıları Yayınevi, Ağustos 2000, 368 sayfa.