“Ölümden yapılmışız biz. Hayat diye kabul ettiğimiz şey,
gerçek hayatın uykusu, varlığımızın gerçek halinin ölümüdür.
Ölüler doğar, ölmezler. İki dünyayı ters sırayla biliriz biz.
Yaşadığımızı sanırken ölüyüzdür;
ölümle pençeleşirken yaşamaya başlarız.” [1]
“Person of Interest” dizisinde şöyle bir cümle söylenir. “Biz yaşamıyoruz ki, biz hayatta kalıyoruz.”
Şöyle bir düşünelim, yaşamak bizim için ne anlama geliyor? İstediklerimizi yapabildik mi, yapabiliyor muyuz? İstemediklerimizi yapmaya devam ediyor muyuz? Hep bir şeylerden şikâyet ediyor, ama bu durumu kanıksamış bir insan olarak alışıyor muyuz? Değiştirmeye yönelik hiçbir şey yapıyor muyuz, kendimiz dahil?
Kaç düşümüzü gömdük, kaç tanesini gerçekleştirebildik şimdiye dek? Hâlâ yaşayan bir düşümüz var mı? Varsa onu gerçekleştirebilmek için ne yapıyoruz? Yoksa kendimizi kandırmak, avutmak üzerine mi kurulmuş bütün hayatımız?
Gerçekten biz yaşıyor muyuz? Yoksa sadece nefes alarak hayatta kalan varlıklar mıyız? Ya da biz hiç yaşadık mı gerçekten bugüne dek? Hep başkalarının istediklerini yapıp, kendi istek ve arzularımızı içimize gömmedik mi?
Hep sistemin bizi yönlendirdiği yere gitmedik mi, sisteme karşı çıktığımızı sanırken?
Hep kendi ağırlığımızı taşıyamadığımızdan, kendi altımızda ezilmedik mi?
Bile bile yanlışları savunmadık mı? Yanlışları savunmaya devam eden eden insan, bir süre sonra onlara inanmaya başlar ve bir fanatiğe dönüşür.
Eğer ölsek, yokluğumuz bir boşluk oluşturacak mı evrende gerçekten? Yoksa varlığımız ile yokluğumuz belli olmayacak mı? Yoksa gerçekten yaşamadık mı biz?
Nefes almamız, yaşıyor olduğumuz anlamına gelmez. Yalnızca hayatta kaldığımızı ve canlı olduğumuzu ispatlar.
Eğer ölsek, yokluğumuz bir boşluk oluşturacak mı evrende gerçekten? Yoksa varlığımız ile yokluğumuz belli olmayacak mı? Yoksa gerçekten yaşamadık mı biz?
“Bir insan yiğit ya da mutsuz olmasa bile, hep aynı şeyleri sürekli yapmaktan bıktığı için de ölmek isteyebilir.” diyor Bacon.[2]
İşte bu cümle bence o zavallı hayatcıklarımızı iyi açıklıyor. Sürekli aynı şeyleri yapıyoruz, tekdüze ve risk almaktan ölesiye korkan bir kişiliğimiz var. Aslında bir hayatı değil, bir tekdüzeliği, sıradanlığı bir elbise gibi giyinmiş ve nefes alarak gittiği yere kadar hayatımızı sürüklüyoruz. Keyif almıyoruz çoğunlukla hayattan ve gerçekte kendimizden de memnun değiliz. Ama sorgulamaktan kaçındığımız için bunun üzerini örtüyor ve yüzleşmekten de kaçınıyoruz.
Eğer sürekli kendimizi, düşüncelerimizi, düşlerimizi yenilemezsek, her gün bir parçamız çürür. Ve her gün bir parça daha ölürüz. Bir gün gelir, bir de bakarız ki, tamamen yaşayan bir ölüye dönüşmüşüzdür. Hayata tutunmaya çalışan, ama nefes almaktan başka hayatla hiçbir ilgisi kalmayan bir ölüyüzdür artık. Kendi kendimizi çürütmüşüzdür yıllar içinde. Artık geri dönüş yoktur. Daha ölmeden, gerçek hayatla ilişkimiz kesilmiştir.
Biz nefes alan bir canlıdan mı ibaretiz, yoksa hayata bilinciyle iradi müdahale eden ve ne istediğini, aradığını bilip o yönde çaba harcayan bir insan mı?
İnsanın hayatta kalma içgüdüsü yüksektir. Hayatına son veren bazı insanlar olsa da, insanların çoğu diğer canlılar gibi hayatta kalmak için her şeyi yaparlar. Hayatta kalmak için yapmaları gereken ilk şey, çoğunlukla düşlerini, isteklerini, arzularını gömmek olur. Ondan sonra var olan çoğunluğa benzeyerek ve uyum sağlayarak nefes alarak yaşamaya devam ederler. Risk oluşturan şeylerden kaçınırlar. Çoğunlukla güçlünün yanında olup, kendi öz çıkarlarını sağlama almaya çalışırlar. Evet böylece nefes alırlar. Ama bu nefesin bedeli çok ağır olmuştur. Kendi kişiliklerini bir yana bırakmışlar, düşlerinden, arzularından, isteklerinden ve her şeylerinden vazgeçmişlerdir. Öyleyse bu gerçekten yaşamak mıdır, yoksa nefes alan bir zombiye dönüşmek midir?
O zaman kendimize şunu soralım tekrar: Biz gerçekten yaşıyor muyuz, yoksa hayatta mı kalıyoruz?
Biz nefes alan bir canlıdan mı ibaretiz, yoksa hayata bilinciyle iradi müdahale eden ve ne istediğini, aradığını bilip o yönde çaba harcayan bir insan?
Gerçekten yaşayan insan, hayatına bilinçli bir şekilde iradi olarak müdahale ederek, onu yönlendirmeye çalışırken, aynı zamanda sürekli kendisini ve düşüncelerini yenileyen, tepeden tırnağa hayatla, yaşama heyecanı ile dolu bir insandır. O kendi kendisini yeniden yaratır her gün sıfırdan.
Sahi biz gerçekten yaşıyor muyuz?
Erol Anar
Dipnotlar
[1] Fernando Pessoa: “Huzursuzluğun Kitabı”, Can Sanat Yayınları, Çeviri: Saadet Özen, 10. Basım: Aralık 2013, İstanbul, s. 171.
[2] Francis Bacon: ” Denemeler” YKY Yayınları, 10. Başım Kasım 2013, Çeviri: Akşit Göktürk, İstanbul, s.