Toplumsal anarşizmin çok önceleri tespit ettiği bir gerçek, yani siyasal iktidar sevdası ile mücadele etmemek; ve iktidarı almak değil, kitlelerin kendi kendisini doğrudan demokrasiyle yönetecek bir ortamın oluşturulmasını sağlamaktır bu. Bu biraz da Foucault’nun dile getirdiği yeni bir hakikat siyasetini oluşturmaktan geçiyor.
Özellikle Marksist solun düşünce biçimi ve retoriğini hâlâ belirleyen tamamen 19. yüzyıldır. Belki de bu Foucault’nun Marksizm hakkında söylediği, “19. yüzyıldan çıkarılınca nefes alamayan bir balık” tanımlamasıyla ilgilidir. Bugün dünya solu, -ki egemen anlayış hâlâ Marksisttir- 21. yüzyıla ve 22. yüzyıla seslenememekte, gelişmeleri izlemekte, ama onlara müdahale edememektedir. Gelişmelerin ardından analizini yapamayarak salt bir red psikolojisi ve retoriği ile giderek gerçeklikten kopmuştur. Sanal bir dünyada yaşamaktadır, 19. yüzyılın dünyasıdır bu. Kapitalizmin bittiğini, tükendiğini söylemekten başka bir şey yapamamaktadır. Oysa kapitalizm bitmemiş, tükenmemiş, yalnızca değişmekte ve yeni yönelimlere girmektedir. Kapitalizmin tükenmesi için, ona rakip olabilecek bugünü anlayan ve yarına seslenen bir ideolojiye gerek vardır. Bu da bence anarşist komünizmdir.
Ancak dediğim gibi bugün sol içinde egemen anlayış Marksizmdir hâla.
Alan Badiou şöyle diyor:
“Siyasal pratiği, iktidar sevdasından kurtarmak şart. Siyasal deneyimlerin tek amacı siyasal mekânlar, halk iktidarının veya hiç olmazsa düşünce, örgütlenme, ya da eylem özerkliğinin az çok gelişmiş biçimlerinin hayata geçirildiği yeni mekânlar inşa etmektir.” [1]
Marksist sol’un iki ana problemi şudur bence: Birincisi dünü taklit etmek, (özellikle 19. Yüzyıl), dünün düşüncelerini, davranış biçimlerini aynen bugüne taşımak; ama bunu yaparken de bugüne uyarlamadan kopyacı bir tarzda yapmak.
İkinci ana problem her şeyi yarına ertelemesi, özgürlük dahil. Bütün sorunların çözümünü belirsiz yarınlara havale etmek ve böylece sorunlardan kurtulduğunu sanmak.
Yani dün’den ve yarın’dan çıkıp bir türlü bugüne gelemeyen bir sol…
***
Burada aslında Badiou sorunun can damarına parmak basıyor. Çünkü şimdiye dek Marksist hareketlerin ana hedefi iktidar olmuştur. Reel sosyalizm pratiği de siyasal iktidarı elde etme düşüncesi üzerine kurulmuştur. Ancak siyasal iktidarı ele aldığında parti -ki kutsanmış bir yapıdır, özellikle Leninizm’de- “proletarya diktatörlüğü” değil, kendi diktatörlüğünü dayatmıştır. Yani sözde işçi sınıfı devleti, tamamen elitlerin çıkarları üzerine dayalı bir yön izlemiştir. Burada yanılsama, partinin proletaryayı temsil ettiği iddiasıdır. Partinin proletarya ile bağı yoktu, aksine ondan kopmuş aydın ve profesyonel” kadroların kendi çıkarlarını korumaya yarayan bir kalkan idi o sadece bence. Bu kaçınılmazdır bence.
Örneğin Rosa Luxemburg, Sovyetler Birliği’nde partinin etkinliğinden söz etmiş ve onun proletarya diktatörlüğü olmadığı eleştirisi yapmıştı. Kaldı ki proletarya diktatörlüğü olmuş olsaydı bile, sonuç aynı olacaktı bence. Belki biraz daha uzun süre dayanabilirdi yıkıma o kadar. Çok fazla bir değişiklik olmazdı. Çünkü proletarya diktatörlüğü de bir diktatörlüktür adı üstünde. Ve yönetici olacak olan işçiler diğer işçilere ve halka hiyerarşik bir biçimde kaçınılmaz olarak yabancılaşacaktır.
Bir yazıma Türkiyeli bir ortodoks “sosyalist” şöyle bir yorum yapmıştı:
“Tek tek her ülkede proletarya iktidarı ele geçirecek ve daha sonra ortak bir proletarya diktatörlüğü kurulacak dünyada.”
Bu 19. Yüzyıl Marksizminin hedefi idi. Ama günümüzde proletarya hangi değişimlerden geçmiştir, geçmektedir? Bugün en ileri kapitalist ülkelerde proletaryanın konumu ve içeriği neyi tanımlamaktadır? Kuşkusuz birileri buna inanabilir, hâlâ aynı şekilde aynı yöntemleri savunabilir. Ama hayatın diyalektiğine baktığımızda bu kendini kandırmaktan bir adım öteye gidemez. Siz elbette ben buna inanıyorum diyebilirsiniz, ama bilim inanıp inanmamakla ilgili değildir, gerçeklik de. O sizin inanç ve arzunuzdan bağımsız olarak ilerler. Ve burada bu tavrınız sadece kendini kandırmaktan başka bir şey olmayabilir. Marksist literatürde sık olarak dile getirilen “Somut koşulların somut tahlili”nden de çok uzaktır bu durum. Yani bilimsel bir yaklaşım değl, tamamiyle bir dinsel , mistik yaklaşımdır.
Arzu, gerçeklikten kopmuştur. Ama çoğu insan ne yazık ki bunun farkında değildir.
İşte tam da bu noktada pratikteki Marksist teorinin bu anlamda eksiklik ve yanlışlığından söz edebiliriz. Proletarya diktatörlüğü yerine, bir artı değer bile üretmeyen tüm ezilenleri kapsayan geniş çaplı bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Kaldı ki proletarya 19. yüzyılın devrimler yapan, Avrupa’nın altını üstüne getiren proletaryası değildir. Proletarya bugün bir sınıf olarak asla 19. yüzyılın devrimci proletaryası olamaz. O sistem ile uzlaşmış ve onun içinde eritilmiştir.
Ayrıca otomasyon, yani endüstride robot kullanımının giderek hızla yaygınlaşması proletaryanın yakın gelecekte bir sınıf olarak sonunu getirecektir. Çünkü robot yapan robotlar vardır artık ve hızla da inanılmaz biçimde yaygınlaşmakta ve gelişmektedir. Bütün bilimsel veriler bu yöndedir ve bu kaçınılmazdır.
Toplumsal anarşizmin çok önceleri tespit ettiği bir gerçek, yani siyasal iktidar sevdası ile mücadele etmemek; ve iktidarı almak değil, hiyerarşisiz, yatay örgütlenme ve özyönetimle kitlelerin kendi kendisini doğrudan demokrasiyle yönetecekleri bir ortamın oluşturulmasını sağlamaktır bu. Bu biraz da Foucault’nun dile getirdiği yeni bir hakikat siyasetini oluşturmaktan geçiyor. Yani Badiou bunu söylemekle bir şey keşfetmiş olmuyor, adını koymadan bin yıllık anarşist düşünceleri dile getiriyor ve Marksizmi anarşizme yaklaştırıyor, her ne kadar anarşizmden söz etmese de.
Marksizmin en az söz ettiği ve ertelediği -belirsiz bir geleceğe-, Anarşizmin ise en başlıca ve vazgeçilmez gördüğü kavramlardan birisi özgürlüktür. Badiou yine düşünce, örgütlenme özgürlüğünden söz etmekle toplumsal anarşizmin düşüncelerini dile getirmiş oluyor. Yani yeni bir şey söylemiş gibi konuşuyor, anarşizmden söz etmiyor ama söyledikleri tamamen toplumsal anarşizmin tezleridir. Ve bu noktaya gelmiş olmak da iyi bir şeydir. Çünkü gerçeği görmüştür artık.
“Komünizm fikri bizahiti şiddetten uzak bir fikir olarak kavranmalı ve ifade edilmelidir. Çünkü bu fikrin tarih tasavvurusu an için artık devlet iktidarını şart koşmuyor.”[2] diyor Badiou bu konferanstaki sunumunda.
Aslında Türkiye’deki Marksistlerin çoğuna baktığımız, bunların dünya Marksistlerinden çok geride kaldıklarını ve yeni bir gündem oluşturamadıklarını görebiliriz. Hatta çoğu Marksist hareket eskiyi aynen savunmaktadır. Geleceğe ilişkin bir öngörüsü de yoktur. Marksistler ne Marksizmle, ne de reel sosyalizmle geniş kapsamlı bir hesaplaşmaya girişmemişlerdir Türkiye’de bu anlamda.
Ayrıca Marksist olmadan komünist olup olunamayacağı da tartışılıyor bu anlamda. Elbette olunabilir, örneğin Kropotkin’in anarşist komünizmi gibi. Bunlar toplumsal anarşistler için 150-200 yıl önce çözümlenmiş sorunlardır. Ama dünya Marksistleri daha yeni yeni tartışmaktadırlar bu sorunları, 200 yıllık gecikmeyle.
Bu noktada dar bakışlı sınıf mücadelesinden en geniş anlamda ezilenlerin vereceği mücadele anlayışına geçmek gerekir.
Gelecekte sınıf mücadelesi sürecek mi?
Gelecekte robot yapan robotlar çok geliştiğinde ve yaygınlaştığında, aynen bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz şekliyle toplum toplum yoksullar ve zenginler olmak üzere ikiye keskin biçimde ayrılır ve zenginler yalıtılmış bir ortamda, yoksullar ise izole edilmiş bir bölgede yaşayabilirler. Eğer zenginlerin bir işçi olarak yoksullara ihtiyacı kalmazsa, artık Berlin duvarı gibi bir duvarla ya da görünmez bir duvarla kendilerini yalıtabilirler. Ya da bir katliam olabilir yoksullara yönelik.
“Şu halde, siyasal öznelik sorusuna hangi açıdan yaklaşmalı? Postmarksist düşünce, Marksist sınıf düşüncesini reddetmek için sağlam gerekçeler öne sürmüştür. Öncelikle, işçi sınıfının erken kapitalizm dönemlerindeki görece homojenliği bugün neredeyse tamamen dağılmıştır. Ayrıca sınıfın siyasal yöneliminin ne olacağı önceden kestirilemez. Sınıf kavramının analitik içeriği ya hiç yoktur, ya da çok azdır ve sınıf, klasik Marksizmin kendisine biçtiği rolü oynamayacaktır.”[3]
Bu tespit bir Marksist tarafından yapılmıştır aynı Konferans’ta. Ve bence doğru bir tespittir. İşçi sınıfı ya da diğer adıyla proletarya artık homojen değildir ve giderek de devrimci bir sınıf olarak varlığını yitirmiştir. Bu artık sınıfsal devrimci özelliklerini kaybetmiş sınıf olmayan “sınıf” kapitalist sistem ile uzlaşmış ve erimiştir.
Gelinen aşamada işçi sınıfı hâlâ vardır, ama kapitalist sisteme entegre olmuş ve sistemle uzlaşmıştır. İşçi sınıfı giderek de etkinliğini ve varlığını yitirmektedir otomasyon ile birlikte. Yakın gelecekte işçi sınıfı tamamen ortadan kalkabilir. Yani işçi sınıfını temel olarak ele alan sınıfçı ideolojiler tamamen geçersiz hale geliyor giderek. Artı değer üretmeyen işsiz, ve “gereksizler” olarak adlandırılan insanlar olacaktır. İşte bu insanlara yönelik politika üretmek gerekmektedir. Bunu da yapabilmek için, sınıfsal temelde değil, tüm ezilenleri kapsayan bir biçimde sorunu ele almak gerekir.
Malatesta’nın dediği gibi;
“Bizim istediğimiz anarşist devrim yalnızca tek bir sınıfın çıkarı ve özgürlüğe kavuşması içindir. Bu sınıf ekonomik, politik ve moral bakımdan tutsak edilmiş tüm insanların sınıfıdır.” [4]
Yoksul olanlar kendilerine ayrılan bölgede artık ölmemek, hayatta kalmak için üretmek durumunda kalacaklardır bu durumda. Denilebilir ki, insan gücüne her zaman ihtiyaçları olacak, ama çok ileri olmayan bir zamanda her şey yalnızca robotlarla gerçekleştirilebilir. O zaman iki sınıf olacaktır: Yoksullar ve zenginler ya da elitler ve hiçbir hakka sahip olmayanlar.
Ya da Hawking’in deyimiyle kendilerini genleriyle oynayarak süperleştirecek süperinsanlar. Bu konuda yani gelecekte sınıfların değil, türlerin farklılığı olacağına ilişkin bir makale yazmıştım. (Yazıya buradan ulaşabilirsiniz.) Denildiği gibi, insan artık sınıfsal değil, türsel bir farklılığa gitmektedir.
Teknolojinin gelişiminden yalnızca zenginler yararlanacak, daha uzun ve sağlıklı yaşayacaklar, insan vücudunun bir kısmı makineye dönüşebilir. Ancak yoksullar bu hakların ve gelişmelerin çoğundan yararlanamayacaklar gibi görünüyor. Elbette insanlıkta eşitlik, özgürlük, kardeşlik düşleri bitmeyecek ve sınıf mücadelesi bu şekliyle devam edecek.
Bu duvar, birçok bilim kurgu filmde işlendi. Ama gerçeğe dönüşme olasılığı yüksek.
İşte bu nedenle “Marksist sol”, günümüzdeki gelişmeleri okuyamayan, insanlar arasındaki farklılıkların sınıf ayrımından türsel ayrıma gittiğini, hızla gelişen otomasyon ve yapay zekâyı, kapitalizmin yeni yönelimlerini algılayamayan güncel politikayı -ki onu oluşturan da kapitalizmdir- takip etme dışında hiçbir varlık gösteremeyen bir yapıdadır.
Erol
Anar
[1] Komünizm Fikri Berlin Konferansı 2010, Hazırlayanlar: Alan Bodiou ve Slovaj Zizek, Metis Yayınları, İlk Basım: Ekim 2012, İstanbul, sayfa 19.
[2] Age, Bodiou, sayfa 19-20.
[3] Komünizm Fikri, Metis Defterleri içinde, Berlin Konferansı 2010, Gyln Day: Komünizmin Avatarları, İlk Basım: Ekim 2012, İstanbul, sayfa 33-34.
[4] Bakunin: Moskova’da Anarsizm, E-kitap Yayıncılık.