Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

Mehmet bizim okuldan arkadaşımızdı. Uzun boylu, kumral birisiydi. İnce sivri bir çenesi, gür saçları ve yeşil gözleri vardı. Yaşından daha olgun görünürdü, sakalları bile diğerlerinden daha önce çıkmıştı. Biz ona “Memet” derdik. Memet bizden bir iki yaş büyüktü, 18 yaşında idi. Lisede iken, bir ara yaz tatilinde Memet, akrabalarının olduğu Sinop’a giderdi her yaz tatilinde. Bu yazdıklarımı bize o sonradan anlatmıştı.

Bir gün ana caddede karşıya geçmek isterken birden bir gürültüyle birlikte Memet havaya uçtuğunu, kanatlandığını hissetti. Bayılmıştı. Bir süre sonra ayıldığında başında birkaç kişi ile trafik polisleri vardı. Araba çarpmıştı ona, bu bir dolmuştu.

Aralarında konuşuyorlardı.

Şoför olduğunu tahmin ettiği kişi şöyle diyordu polislere:

“Bu genç kendini attı arabanın önüne. İntihar etmek istiyordu. Ben yolumda yavaşça gidiyordum.”

Memet polislere,

“Ayağım,” dedi “ayağımı kımıldatamıyorum.”

“Ambulans çağırdık, gelmek üzere.”dedi polis.

“Ben intihar etmedim, sen bana çarptın, hızlı gidiyordun.” dedi şoföre Memet.

Sonra ambulansla onu hastaneye götürdüler, ayağının röntgenini çektiklerinde kırık olduğu anlaşıldı ve kırığı düzelttikten sonra ayağını alçıya aldılar.

Ertesi gün onu taburcu ettiler. Taburcu olmadan önce polis gelmiş tutanağı imzalatmıştı.

“Şikâyetçiyim şoförden.” dedi Memet.

“Bir şey çıkmaz, çünkü alkollü çıktın sen ölçümde.” dedi polis.

Memet kendisine alkol ölçümü yapıldığını bile hatırlamıyordu.

“Olsun,” dedi, “yine de şikâyetçiyim.”

“Peki, sen bilirsin.” dedi polis.

Bir süre sonra ayağı alçıda olmasına karşın,  evde canı sıkılan Memet koltuk değnekleriyle yürüyordu. Evin yakınlarına çıkıyordu. Bazen ise taksi ile ana caddeye gidiyordu.

Sinop’tayken Memet bir akşam üstü ana caddede yalnız birahaneye oturur. Taksi ile gitmiştir oraya. Bir de sigara yakar, efkârlanmıştır. Orada bir birahanede hızlı bir şekilde birkaç bira içtikten sonra kalkıp deniz kıyısına doğru yürür. Henüz çok geç değildir.

Sonra Memet oradaki kafeteryalardan birisine oturarak, bir çay içti denize bakarak. Dolunay vardı tepsi gibi o gece. Deniz karanlıktı, üzerinde yakamozlar parıldıyordu. Daha sonra tekrar caddeye doğru yürümeye başladı, arabalarının evine gidecekti. Eve geç gidiyordu, çünkü kimsenin yüzünü görmek de istemiyordu.

Memet, içki içtiğinde bazen film kopardı ve ne yaptığını, ne söylediğini hiç hatırlamazdı ertesi gün. Bir keresinde yine gece yarısı çişini yapmak isterken, bu kez Samsun’da üç metrelik bir apartman boşluğuna düşmüş, yine ayağını kırmıştı. Hiç rahat durmazdı.

Olaydan bir iki ay sonra Memet artık daha iyi yürüyordu. Ayağı artık ağrımıyordu. Caddede yavaş yavaş koltuk değnekleriyle yürürken birden bir şarkı geldi kulaklarına. Bu Barış Manço’nun bir bestesiydi:

Yaz tahtaya bir daha,

Tut defteri kitabı

Sarı çizmeli Mehmet Ağa

Bir gün öder hesabı

Bu Havza’da ve ülkede o dönem popüler şarkılardan birisiydi. Memet de severdi bu şarkıyı. Baktı müzik nereden geliyor diye, bir birahaneden geliyordu müziğin sesi. Hemen girdi. Birkaç tek daha atacaktı, “henüz erken” diye düşündü.

Garson geldi masasına:

“Buyur abi.”

“Bir bira!”

Birasını yudumlarken birahanedeki kişilere göz attı. Hemen yan masada iki kişi vardı. Birisi ona laf attı:

“Merhaba kardaş!”

Kafasını hafifçe çevirererek o yana doğru isteksizce,

“Merhaba” dedi. Canı kimseyle sohbet etmek istemiyordu.

Adam ona kendilerinden söz etti biraz. Zaten pek tekin tiplere benzemiyorlardı.

“Adın neydi kardaş?” diye sordu adam.

“Memet!”

“Memet mi?”

“Evet,” dedi Memet, “Memet, yani Sarı Çizmeli Memet Ağa.”

Güldüler adamlar bunun üzerine, Memet de onlara arkasını döndü ve daha sonra adamlardan uzağa bara oturdu.

Memet bir sigara yaktı başı dönüyordu. Birden birisi ayağına çarptı. Barda yan taburede oturan kişiydi bu.

“Ya kardeşim dikkat etsene! Ayağım alçıda görmüyor musun?”

Adam ona baktı, özür bile dilemedi. Memet’in canı sıkılmıştı.

Adam kalktı bir süre sonra ve tuvalete gitti. Yerine otururken, barın önünden geçerken yine ayağına çarptı. Memet birden sinirlenmişti, alkolden zaten başı dönüyordu. Büyük cam kül tablasını kaldırıp yanında oturan adamın kafasına geçirdi.

Adam “Ah!” diyerek yere düştü.

Başından kanlar akıyordu.

Memet kontrolünü yitirmişti bir an. Adamı yere düşmüş, başından kanlar akarken gördüğünde birden yaptığının bilincine vardı. Polis çağırmışlar, adamı ise hastaneye götürmüşlerdi.

Memet sanki kötü bir rüyada imiş gibi hissediyordu kendini. Polisler onu karakola götürdüler ve nezarete attılar.

Ertesi gün genç bir komiser onu odasına çağırdı.

“Buyur otur, ayağın da alçıdaymış.”dedi.

Komiser ile biraz sohbet ettiler.

Memet, Komiser ona kimlerden olduğunu sorunca şöyle dedi:

“Ben eski milletvekili Nezif beyin kuzeniyim.”

Nezif beyi Sinop’ta tanımayan yoktu. Eski köklü ailelerinden birisiydi bu kentin.

“Öyle mi?” dedi ilgiyle Komiser.

“Neden böyle bir olaya karıştın?”

“Komiser bey, ayağıma dokunuyordu bu kişi ikide bir. Uyardım dinlemedi. Ben de kendimi kaybettim, sinirlendim, ayağım acıyordu. Önümde cam kül tablası vardı, kafasına vurdum onunla. Bir anlık sinir işte.. Olmasaydı iyiydi.”

Komiser başını iki yana sallayarak dudaklarını büzdü ve:

“Evet keşke, adamın kafasına altı dikiş attılar. Şikayetçi olur mu bilmem…” dedi.

Yine de Komiser Memet’in lehine bir ifade hazırladı ve imzalatarak onu eve gönderdi.

Karakoldan çıkıp taksiyle eve giderken, birden taksinin radyosunda tesadüfen Manço’nun o şarkısına rastgelmişti. Şarkıya eşlik ediyordu eve giderken.

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa bir gün öder hesabı…

Erol Anar

Henüz yayınlamadığım “Aşağı Mahalle” başlıklı kitabımdan.
© erol anar, 2019

Not: Fotoğraf semboliktir…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!