Dostoyevski ile Tolstoy’un birbirleri hakkındaki fikirleri değişkendi. Zaman zaman birbirlerini beğenir, zaman zaman da hiç beğenmezler, sertçe eleştirirlerdi. Birbirlerini kıskandıkları da söylenirdi, hiç karşılaşmamalarına karşın.
“Özgürlük içinde yaşamayı beceremedik, şimdi çalış dur,
sayılmak için sıraya gir … “
Dostoyevski [1]
Dostoyevski’nin hem yazın yaşamı, hem de gerçek yaşamı sıkıntılı oldu. Hep yazın dünyasında sahip olduğu ünün ve daha sonra ise olumsuz eleştirilerin acısını çekti.
“İşte üç yıldır edebiyatla uğraşıyorum” diye yazar, “Ve şaşkın bir haldeyim. Yaşamıyorum ve düşünecek hiç vaktim yok. Benim için şüpheli bir ün oluşturdular ve bu cehennemi.”[2]
Bu cümlesi önemlidir, içinde bulunduğu durumu “cehennem” olarak niteliyor. Yani kaçacağı hiçbir yer kalmamış. Hem borçlarının yükü altında ezilirken, diğer yandan edebiyattaki başarısı ve başarısızlığının acısını çeker. Daha ilk yapıtıyla en yükseğe konulmuştur, en etkili kişi olan Belinski tarafından, “İnsancıklar” adlı yapıtıyla. Daha sonra ise gözden düşmüştür. Bu durum belki de en iyi onun açıkladığı gibi cehennem kelimesiyle anlatılabilir. Gerçek hayatı zaten kâbustur: Epilepsi krizleri, borçlar, kumar, yoksulluk, düzensiz bir hayat vs…
Bir de eleştirmenlerin tespit ettiği gibi, parası olduğu zamanlar elinden kalemi bırakırdı, parası olmadığı zamanlarda çoğunlukla hızlı bir şekilde roman yazar ve yayıncıdan avans alırdı. Hatta bazen roman bitmeden tüm parasını almış olurdu yayıncıdan. Ona yazdıran biraz da yoksulluktu. Eğer onun Turgenyev ve Tolstoy gibi maddi durumu yerinde olsaydı, böylesine etkileyici ve kalıcı romanlar yazabilir miydi, orası biraz meçhul…
Bence yazamazdı.
***
Dostoyevski’nin son parlayışı
Dostoyevski ile Tolstoy’un birbirleri hakkındaki fikirleri değişkendi. Zaman zaman birbirlerini beğenir, zaman zaman da hiç beğenmezler, sertçe eleştirirlerdi. Birbirlerini kıskandıkları da söylenirdi, hiç karşılaşmamalarına karşın. Hatta Tolstoy’un, Puşkin için yapılacak etkinliğe, katılmamasının nedeninin de, Dostoyevski’nin ondan daha öne çıkacağı endişesi olduğu söylenir. Gerçekten orada Dostoyevski bir yıldız gibi parlamıştır. Hayatının son güçlü parlayışıdır bu.
Lev Tolstoy’un, Henri Troyat tarafından yazılmış geniş kapsamlı yaklaşık 1000 sayfalık biyografisini okuduğumda da bu gerçekliği gördüm. Troyat, Dostoyevski biyografisi de yazmıştı, bu nedenle iki yazarı da iyi tanıyordu bir araştırmacı yazar olarak.
Dostoyevski, “Çocukluğum’u okuyacak ve dostu Maykov’a şunu itiraf edecekti: “Lev Tolstoy son derece hoşuma gidiyor, ama, bana kalırsa, başka önemli bir şey pek yazmayacak (yanılabilirim elbette!)”[3]
İkisi arasındaki bir fark da Tolstoy’un canı istediğinde yazması, paraya ihtiyacı olmamasıydı. Dostoyevski ise para için yazıyordu bazı yapıtlarını. Örneğin “Amcanın Düşü” adlı kitabı hakkında şöyle yazıyor:
“…buna karşılık para gereksinmeniz olmasa aklınızdan bile geçirmeyeceğiniz şeyleri yazmanız gerekiyor. Para için öyküler uydurmalıyım. Ah! Tanrım! Ne denli güç bu!”[4]
“Dostum, Turgenyev’den daha kötü yazdığımı çok iyi biliyorum. Ama o kadar da kötü sayılmaz, ve sonraları onun kadar yazabileceğimi umuyorum.”[5]
İkisini birbiri ile kıyaslamak niyetim yok, zaten bu doğru da değil, ama benzer ve farklı noktalarına, birbirleri hakkındaki düşüncelerine dikkat çekmek istiyorum. Bimiyorum, bu da belki ister istemez bir kıyaslamaya yol açabilir.
Dostoyevski ise şöyle yazıyordu daha sonra Tolstoy’un “Anna Karenina” romanı için:
“Oldukça sıkıcı ve hiç de olağanüstü olmayan bir roman. O halde insanlar neyi beğeniyorlar? Anlamıyorum!” [6]
Dostoyevski öldüğünde Tolstoy duygulanıp onun hakkında iyi şeyler yazar. Ama bir süre sonra farklı değerlendirmeleri de olacaktır. Tolstoy, Russanov’un ona sorması üzerine, “Karamazov Kardeşler’i bitiremediğini, “Suç ve Ceza”nın ilk birkaç bölümünü okuyup sonunun tahmin edilebileceğini söylerek şunları dile getirir:
“Ölü bir Evden Hatıralar mükemmel bir şey, ama Dostoyevski’nin diğer kitaplarını aynı yere koymuyorum. Bana bazı bölümler aktarılıyor. Gerçekten de, şurada burada cidden güzel bölümler var ama genelde çok kötü! Tumturaklı bir biçem, karakterlerde sürekli bir orijinallik arayışı ve buna rağmen, bu karakterler zar zor seçiliyor. Dostoyevski konuşuyor, konuşuyor ve sonuçta, göstermek istediği şeyin üzerinde oynaşan bir çeşit sis kalıyor geriye. Onda, savaşa övgü, imparatora, yönetime ve papazlara itaatle birlikte, en yüce Hristiyanlık anlayışlarının tuhaf bir karışımı var … “[7]
Burada Dostoyevski’nin yönetime, otoriteye övgüleri konusu doğrudur. Dostoyevski, ölen Çar’a ve yeni Çar’a şiirler yazmış, onları yüceltmiş ve başka otoritelere de boyun eğici, utanç verici mektuplar yazmaktan çekinmemiştir. Bunların hemen ardından kendisi ile ilgili bir takım şeyler rica etmiştir otoritelerden. Yani kendi çıkarları için otoriteleri yüceltmiş, onlara boyun eğmiştir. Tabi burada Sibirya’da geçen zor yılları unutmamak gerek.
Şöyle yazıyordu Tolstoy:
“Bence siz Dostoyevski’nin yalan ve yanlış bir değerlendirmesine inanmışsınız. Size özel olmayan, genele ait bu değerlendirme, bu adamın önemini abartmaktan, ona peygamber, aziz, İyi ve Kötü arasındaki ateşli bir mücadelenin tam ortasında ölmüş biri payesi vermekten ibarettir. Elbette ki çarpıcı, etkileyici biri ama gelecek kuşaklara örnek olarak, baştan aşağı savaş olan biri yüceltilemez…” [8]
Burada Tolstoy’un Dostoyevski için doğru olan eleştirisi, aslından kendi için de doğrudur. Her iki yazar da kendilerini bir romancının ötesinde adeta birer peygamber olarak görüyorlardı. Burada sadece Tolstoy’un kişisel dünya görüşünün, Dostoyevski’den daha ilerici olduğunu söylemek gerekir. Dostoyevski ise, kişisel dünyasında Tolstoy’dan geride kalmasına karşın, roman sanatında bence ondan daha ileriydi. Bütün bu hastalıklı düşüncelerine karşın, yine de Dostoyevski’deki evrensel kardeşlik düşüncesi onu kurtarır ve evrensel yapar.
Tolstoy ise otoriteye boyun eğmemiştir bir yazar ve kişilik olarak, o barışçı bir anarşisttir. Kendisini öyle nitelememesine karşın pasifist anarşizmin öncülerinden birisidir o ve Gandhi’yi de etkilemiştir düşünceleriyle. Tolstoy’un da Hristiyan bir yanı vardır, ama o kiliseden aforoz edilmişti.
İlginçtir, şu da bir gerçektir: Tolstoy düşünceleriyle daha çok öne çıkmıştır dünyada, hatta Tolstoyizm diye bir akım bile vardır o dönemde. Hayranları akın akın gelir ziyaret ederler onu. Ama Dostoyevski ise dünyada, artık geri kalmış milliyetçi ve dinci düşünceleriyle değil, romanlarıyla, romanda bir sanat devrimi yapmakla öne çıkmıştır.
Tolstoy, Astapovo tren istasyonuna gittiğinde – ki orada son nefesini verir- yanında “Karamazov Kardeşler” kitabını götürmüştü Dostoyevski’nin. Ama aslında bu kitabın hayranı olduğundan değil, -ki ben de öyle sanıyordum- merak ettiğinden ve zaman zaman açıp bir iki sayfa okumak için.
Çünkü bu kitabı sıkıcı bulmuş, bitirememişti. Hatta kendisini Dostoyevski ile kıyaslayan birisi için,
“Karamazov Kardeşler’in yazarını “Savaş ve Barış”ın yazarıyla karşılaştırmaya nasıl cüret ediyordu?” [9] diye düşünüyordu.
Sonuç olarak her ikisi de kendi bulundukları zirvede, dünya edebiyatının tepesinde büyük yazarlar idi.
Erol Anar
[1] Dostoyevski: Ölü Bir Evden Hatıralar, İletişim Yayınları, önsöz, 3. Baskı 2010, İstanbul, sayfa 35.
[2] Andre Gide: “Dostoyevski”, L&M Yayınları, 1. Baskı, Nisan 2005, İstanbul, sayfa 31.
[3] Henri Troyat: Lev Tolstoy, İletişim Yayınları , 1. Baskı 2010, İstanbul, sayfa 141-142.
[4] Henri Troyat: Dostoyevski, İletişim Yayınları, İstanbul, 3. Baskı 2014,, sayfa 166.
[5] Henri Troyat: Dostoyevski, sayfa 180.
[6] Henri Troyat: Lev Tolstoy, sayfa 552.
[7] Henri Troyat: Lev Tolstoy, sayfa 551.
[8] Henri Troyat: Lev Tolstoy, sayfa 553.
[8] Henri Troyat: Lev Tolstoy, sayfa 904.