Dikili Festivali Anıları

Dikili Festivali Anıları

1988-1990’lı yıllar, o zamanlar Samsun’dayım, 19 Mayıs Üniversitesi resim bölümüne devam ediyordum. Havza’dan arkadaşım olan Paşa ise benden bir sınıf yukarıda aynı bölüme devam ediyordu. O dönemde yoğun olarak karikatür ve resimle uğraşıyordum, daha çok da karikatür ile. Bir gün gazetelerden temmuz ayındaki Dikili festivali ile ilgili bilgi edinmiş ve ve buraya katılmayı düşünmüştüm. Bir özgeçmişle bazı karikatürlerimden örnek yollayarak festival komitesine bir sergi açmak için başvuru yapmıştım. Daha sonra bir mektup geldi, başvurum kabul edilmiş ve sergi için bir yer ayırmışlardı bana.

Dikili Festivali o zamanlar çok ünlüydü. Türkiye’nin dört bir yanından devrimci demokrat insanlar burada buluşuyor ve sanatla, kültürel etkinliklerle bir şeyler üretiyor ve paylaşıyorlardı. Elbette bunu düzenleyen Belediye iyi bir iş yapıyordu. Ama yine de eleştirilecek şeyler yok değildi.

Paşa ile birlikte Dikili’ye gitmeye karar verdik. Otobüsle Dikili’ye vardık. Festival Komitesi ile görüştükten sonra, kahvaltı yaptık. Daha sonra sergi yerine geçtik ve orada sergiyi hazırlamaya başladık. Sergim o zaman için Dikili’nin en iyi yerlerinden birisi olan yeni belediye binasının girişinde olacaktı. Burası stratejik olarak çok iyi bir yerdi. Çünkü Dikili’ye gelenlerin hepsi buradan geçiyordu. Dolayısıyla yer çok iyiydi, ancak Festival Komitesi kalacak yer veremeyeceklerini söyledi. Yani başımızın çaresine bakmalıydık.

Paşa ile konuştuk bir süre

“Ya,” dedim, “ben sergi açıyorum burada bize kalacak yer vermeleri gerekir.”

O da “Evet tabi ki.” dedi.

“Gel gidip belediye başkanı ile görüşelim.” dedim.

Gittik belediye başkanının olduğu kata; kapısı açıktı zaten, birileriyle konuşuyordu. Biz kapıdan girdik.

“Başkan bey biz sanatçıyız bizim kalacak yerimiz yok.” dedim.

“Siz ne için geldiniz?” diye sordu.

“Aşağıda belediyenin girişinde karikatür sergim var. Sanatçıyız.”

Başkan Osman Özgüven bize bakarak gülümsedi ve,

“Kardeşim burada herkes sanatçı.” dedi.

Bir an durdum. Adam haklıydı. Herkes sanatçıydı gerçekten. Tiyatro ve ses sanatçıları, sinema sanatçıları, ressamlar, karikatüristler, heykeltraşlar… her yer sanatçı kaynıyordu.

Cevap veremeyip çıktık odadan.

Ama sonradan öğrendik ki, herkes sanatçıydı ama fark şuradaydı: Ünlü ve ünsüz sanatçılar. Ünlü sanatçılara her zaman yer buluyorlardı, ama ünsüz olanlar betonun üzerinde yatıyordu. Yani burada da bir ayrım vardı.

Neyse Belediye’den çıktık Paşa ile,

“Ne yapacağız?” diye sordu.

Ben acı acı gülümsedim ve,

“Yıldız Palas sağ olsun. Yıldız Palas’a devam.” dedim.

Karadeniz’den gelmiş bazı karikatürcüler vardı, onlarla görüştük; onlar bir gün önce gelmişler ve Belediye’nin üzerinde terasta, açık havada uyuyorlarmış.

“Peki yatak var mı orada?” diye sorduk.

“Ne gezer, betonun üzerinde yatıyoruz.” dediler.

Akşam birkaç karton kutu bulduk onları parçalayarak düz hale getirdik ve yere sererek orada açık havada terasta uyuduk yıldızlara bakarak. Üstümüze örtecek hiçbir şey yoktu.

Ertesi sabah kalktığımızda Belediye Başkanı Osman abiye rahmet okuyoruz, belimiz tutulmuş.

Paşa,

“Ben çay alacağım ister misin?” dedi.

“Çay değil de, beni acil servise götür sen.” dedim. Kımıldayamıyorum belim tutulmuş.

“Ben bunun intikamını alırım senden,” dedim kendi kendime sanki Belediye Bakanı’na hitap ediyormuş gibi. “sana gösteriririm. Yanlış adamlara çarptın sen.”

Aşağıda hemen serginin yanındaki dükkânın sahibi Ali abi idi. Ona her sabah duble demli çay söylüyor ve domates, beyaz peynir ve zeytin ile kahvaltı yapıyorduk Paşa ile.

Aşağıda Belediye’nin girişinde sergisi olan bir karikatür sanatçısıydım. Peki sanatçı nerede uyuyor? Belediyenin en üstündeki terasta, betonun üzerindeki kartonların üzerinde. Hayat böyleydi bazen.

Ama birkaç gün sonra alıştık, ne de olsa serde gençlik vardı.

O zamanlar Nevzat Çelik hapisten yeni çıkmış orada bir imza günü vardı bunun. Bir gittik, bir kilometre kuyruk var.  Çünkü o zamanlar insanlar cezaevlerine çok duyarlı idiler. Biz de kuyruğa girdik. Ben de Nevzat Çelik’in birkaç şiirine desen çizmiştim, onu imzalatıp cezaevine göndermek istiyordum. Bize sıra geldi, deseni imzaladı falan, o ara sanırım imza günü düzenleyen yayınevinden birisi:

“Nevzat,” dedi “yemek yiyelim mi?”

“Yok ya, ne yemeği? İnsanlar bekliyor burada.”

Bunun üzerine diğer kişi şöyle dedi:

“Yemeğin parası bizden.”

O ise, adama “yok.” dedikten sonra bize döndü ve,

“Sanki ben yemeğin parasını kim ödeyecek diye soruyorum.”

Neyse imzalatıp geldik sergiye.

O zamanlar günlük yaşıyorduk. Şöyle yapıyoruz: Ben bazı karikatürlerimi kartpostal olarak bastırmıştım, bazılarından ise fotokopi çekiyorduk imzalayıp orada satıyor, böylece ondan elde ettiğimiz gelirle günlük ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk: Yemek masrafları, sigara ve özellikle dondurma.  Dondurmaya tutkunduk  diğer masraflardan artan tüm paramızı dondurmaya veriyorduk. Böylece akşam olunca paramız bitiyor, tekrar ertesi gün aynı şekilde gelir elde ediyorduk ve günlük yaşıyorduk.

Bizimkiler yani devrimciler, o zamanlar Eskişehir cezaevinde kalıyorlardı, kardeşim ve arkadaşları. Buraya ziyarete gide gele  Anadolu Üniversitesi’nden devrimci çocuklarla tanışmıştık. Bunlar cezaevlerine gelip giden ailelere o zamanlar yardım ediyorlar, onları evlerine misafirliğe götürüyorlardı. İyi çocuklardı. Bunlar da bir grup olarak gelmişler Festival’e. Eskişehir Anadolu üniversitesi devrimci öğrencileri 25-30 kişilik bir gruptu.  Bunların çoğu beni tanıyordu. Sahilde akşam bunlarla takılmaya başladık, ateş yakıyor, saz ve gitar eşliğinde devrimci şarkılar söylüyorlar, şarap içiyorlardı.  5 litrelik baba şarap galonu elden ele geziniyordu şarkı söylerken.  

Bir akşam hatırlıyorum sahilde yine böyle saz, gitar türkü söyleniyor. Türkü de Nazım Hikmet’in şiirinden bestelenmiş olan “Memleketim” türküsü. Grup Merhaba bestelemişti galiba.

“Memleketim memleketim” böyle türkü söylüyor ve şarap içiyoruz baba 5’likten.  Bir baktım yanımda Paşa şöyle söylüyor:

“Melkemetim melkemetiiiim.”

Ben de ona katıldım böylece, herkes “Memleketim” diye söylüyor, biz ise tersine “Melkemetim” diye söylüyoruz türküyü. Ne de olsa Tersakan çocuğuyduk o kadar terslik olacaktı.

Bu öğrencilerden Naci vardı bize yakın oturuyordu o akşam, bu anladı. Baktı yüzümüze türkü söylerken biz hiç bozmadık,

“Melkemetiiiiim melkemetiiim.”

Sonra baba büyük şarap galonundan iki yudum alıyorduk.

İki Havzalı yan yana gelir de gırgır, şamata olmaz mı? Bir milyon kere aynı sözleri söyleyince anlamı kalmıyordu belki de. O yüzden bazen Paşa gibi tersten okumak iyi geliyordu insana her şeyi.

Yollarda öyle bir kalabalık vardı ki yollarda iğne atsan yere düşmez, ana baba günü. Her yerde etkinlikler, konserler, tiyatro gösterileri, paneller, söyleşiler, resim, karikatür heykel sergileri ve sanatçı kaynıyor ortalık. Ünlü ünsüz sanatçılar…

Bir gün sergiye geldik, yandaki dükkândan Ali abi şöyle dedi:

“Kaynanalar dizisindeki Defne Yılmaz  ve arkadaşı biracı lakabıyla bilinen Mete adlı sanatçıyla geldi. Birkaç karikatür fotokopisi ve kartpostal alarak, parayı oraya bıraktılar.” dedi eliyle işaret ederek.

Biz serginin başında durmuyorduk, arada uğruyorduk sergiye. Sergiden kartpostal ya da imzalı fotokopi alan parasını oraya bırakıyordu. Biz de döndüğümüzde parayı alıyor, harcıyorduk: Dondurma, yemek, sigara. Kimse orada masanın üstünde duran paradan bir kuruş almıyordu, ortam öyle güvenilirdi.

Neyse günler böyle geçti biz artık alışmıştık betonun üzerinde yatmaya, ama yine de belimiz ağrıyordu.

Daha sonra festival bitince Samsun’a döndük. Ben, “Osman bey sana göstereceğim, belimizin intikamını alacağım.” dedim kendi kendime. Cumhuriyet gazetesine bir yazı yazdım yolladım “Görüşler” bölümüne. Dikili festivalinin sanatla dolu olduğunu, ama organizasyon yetersizlikleri olduğunu vs… buna benzer şeyler… Bazı ünlü olmayan sanatçıların betonun üzerinde yerlerde yattığını, ünlü ünsüz ayrımı yapıldığını da belirtmiştim yazımda. Bu yazı yayınlandı, o zamanlar Cumhuriyet gazetesi sol kesimde çok etkili idi. o zaman yazı çıkınca şöyle dedim Paşa’ya:

“Osman abi bak!” dedim “şimdi hatırlarsın belki, o iki sanatçı yanına gelmişti de, ‘Burada herkes sanatçı kardeşim.’ demiştin.”

Güldük böyle Paşa ile. Bir festival daha böylece geçmişti hayatımızdan.

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!