Sana Mektuplar: Özgür Bir Adaya Uzanan Yolculuktur Düş Kurmak

Sana Mektuplar: Özgür Bir Adaya Uzanan Yolculuktur Düş Kurmak

Yine de o çocuğun bir parçası kaldı içimde, o hiç büyümedi ve büyümeyecek de. Çünkü benim hâlâ düş kurmamı, hayata tahammül etmemi, onu güzel bulmamı sağlayan içimde yaşayan o bir parça çocuktur.

Sevgili Uzaklar,

Hatırlarsan bir gün insanlar üzerine konuştuk. Bazı insanlar vardır demiştim, kapalıdır onların iç dünyaları. Kimseye açmazlar iç dünyalarının kapılarını, en yakınlarına bile. Bunlar hayatı para kazanmaktan, diğer insanlar üzerinde iktidar kurmaktan, kendinden güçlü olan kişi ve kurumlara ise itaat etmekten ibaret sanırlar çoğunlukla.  Bir bilmece gibi yaşarlar, yalnızca çevrelerindeki insanlar için değil, kendileri için de. İşin ilginç yanı, bu insanlar kendi iç dünyalarının kapılarını kendilerine bile açmazlar. Ve kendilerini bir nebze olsun bile tanımadan bir sır gibi yaşayıp, bir sır gibi ölüp giderler. Bir iç dünyaları yoktur artık, belki de gömülmüş gitmiştir kendi karanlıklarına.

İşte çevremizde çok vardır bu insanlardan dikkatle gözlemlersek. Kim bilir, belki biz de bu insanlardan biriyizdir… Bir kez olsun kendimizi ve hayatın anlamını düşünmeden, araştırmadan kısacık yaşam serüvenimizi tamamlayıp göçüp gideriz belki.

Böyle insanlar aslında kendilerince herkesi ve her şeyi çok iyi tanıdıklarını düşünürler. Hayatlarında bir kez bile kendileri üzerine düşünmedikleri halde, sorsanız elbette kendilerini tanıdıklarını söylerler, hatta herkesi. Hayatları bir yanılsama üzerine kuruludur. Gelirler ve giderler hiçbir iz bırakmadan.

İşte toplumun büyük çoğunluğu bence bu tip insanlardan oluşuyor. Daha doğmadan boğuyorlar düşleri, öldürüyorlar. Çünkü hiç düş kurmamışlar ki hayatlarında, düş kuranlara bu yüzden düşman olmuşlar.

İşte böyle bir toplumun boğuculuğundan, özgür bir adaya uzanan bir yolculuktur düş kurmak sevgilim.

***

“Hep bir adam olsun isterdim, tek ben olayım orada isterdim.” demiştin bir gün. Ben de bir ada düşlemiştim hayatım boyunca uzaklarda, çok uzaklarda olmalıydı bu ada. Aynen Ursula K.  Le Guin’in “Her Yerden Çok Uzakta’ adlı beğendiğim kitabı gibi. Her yerden ve herkesten çok uzakta olmalıydı bu ada. Hatta görünmez olmalıydı ki, o adanın var olduğunu ikimizden başka kimse bilmesin, göremesin.

Babaannemin  masallarındaki gibi buradan topraktaki bir deliğe girip Hindistan’dan bile çok çok uzaklarda, okyanus açıklarında bir adaya çıkmalıydım. Garip ağaçların ve büyülü yaratıkların olduğu bir adaya.

Her yerden çok uzakta olduğu için, hiçbir yerde değildir bu ada. Hiçbir yerde olmadığı için de, her yerdedir aslında. Eğer içinde bir ada varsa, sonsuzluğa ulaşmışsın demektir. Paralel evrenlerde yaşamak gibi bir şey bu. Sonsuzluktur.

Ada nedir biliyor musun sevgilim? Kimseye minnet etmemek ve kendi kendisiyle yetinmektir ada. Kopmaktır ana karadan ve kendi ayaklarının üzerinde durmaktır ada. Kişilikli olmaktır. Ve de özgür bağımsız ruhlu. Artık sen adasın, var olmak için yalnızca kendine ihtiyaç duyarsın. Ada bir duruştur sevgilim ana toprağa karşı, bir meydan okuyuştur.

Bir ada sığar mı bir mektuba, kocaman bir ada? Sığıyormuş, çünkü mektup o kadar sınırsız ki, sonsuza dek uzatabilirim sana mektuplarımı. İçine adalar da sığar, dünyalar da, evrenler de.

Hayat kısa sevgilim, ama diğer yandan sonsuzluk kadar da uzun geliyor insana bazen. Çocukken ben çocuktum, bir çocuktan bile çocuk. Düşlerim vardı Hindistan’dan bile uzaklara giden masallara asılı.

Garip bir yerdeydim, içinde zaman yoktu, Ne zaman vardı, ne de mekân. Ve anlar da… Bir saniye bile değildi, bir yüz yıl. Eşitti an ile yüzyıl. Orada uzun bekleyişler ülkesindeydim. Ama koptum, çünkü gitmek zorunluluktu ve adaya rastladım, sonra da sana. Ya da önce sana, sonra adaya.

“Harita çizmeye bayılırdım.” demiştin de, ben kendi çocukluğuma uzanmıştım birden. Ben harita çizmezdim, ama haritaya uzun uzun bakar ve uzaklara giden, çok uzaklara yelken açan kocaman bir gemide olmayı dilerdim hep. Ben çocukken düşlerimde hep evden kaçardım, yalnızca evden değil, ülkeden, kıtadan bile uzaklara giderdim. Düşlerim çok büyüktü, o kadar büyüklerdi ki içlerinde uyurdum da daha çok yer kalırdı.

Ben çocukken sanki kocaman bir haritanın üzerindeki kâğıttan kayığın içindeydim. Ve o kâğıttan kayık dünyanın bir ucuna götürdü beni, nice fırtınalara dayandı. Kâğıttan kayık deyip geçme, bu bir düşsel kayık idi ve hâlâ yaşar içimde.

Orhan Veli Kanık’ın şiirindeki gibi,

“Kargalar, sakın anneme söylemeyin!

Bugün toplar atılırken evden kaçıp,

Harbiye nezaretine gideceğim.

Söylemezseniz size macun alırım,

Simit alırım, horoz şekeri alırım;

Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar!

Bütün zıpzıplarımı size veririm.

Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!”

Ben Harbiye nezaretine değil, ama ırmak kıyısına kaçardım. Çünkü ırmak uzaklara akar ve düşlerimizi uzaklara götürürdü. Orada arkadaşlarımla buluşur ve uzaklara dair düşlerimizi paylaşırdık.

Kargaları ise iyi hatırlıyorum, Onlarca, yüzlerce karga çocukluğumdan çıkıp gaklıyorlar kulaklarımda hâlâ sesleri. Akşam üzeri birden yüzlerce karga çıkardı bir bilinmezden ve gaklayarak çığlık çığlığa uzaklaşırlardı yine bir bilinmeze. Bir gün kargalarla ilgili bir düş görmüştüm. Bir çamaşır sepetinin içine giriyordum ve kargalar çamaşır sepetine bağlı iplerin ucundan tutarak uçuyor ve beni çok uzaklarda bir adaya götürüyorlardı. Bu kendi yaşadıkları büyülü ve çok güzel bir ada idi. Daha sonra uyandığımda terlemiştim.

Yine de o çocuğun bir parçası kaldı içimde, o hiç büyümedi ve büyümeyecek de. Çünkü benim hâlâ düş kurmamı, hayata tahammül etmemi, onu güzel bulmamı sağlayan içimde yaşayan o bir parça çocuktur.

Sevgiyle kal…

Erol Anar

Ocak 2019

Paraná

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!