Trende oturduktan bir süre sonra, yanımızdaki kompartımana dört güzel kız yerleşti. Fakat ne onlarla konuşacak cesaretimiz, ne de dilimiz vardı. Paşa bir ara onlarla iletisim kurmaya niyetlendi, fakat sonra o da vazgeçti. Daha sonra bizim kompartımana genç bir adam gelerek Rusça bir şeyler söyledi, biz de elimizle ‘oturabilirsin’ işareti yaptık. Fakat anlaşamıyorduk. İngilizce, Rusça, Tarzanca anlaşmaya çalıştık. Bize bir şeyler anlatmak istiyordu.
Abhazya’daki insan hakları çalışmalarım konusunda, daha önce hazırladığımız raporda ve o zamanlar bir gazetede yayınladığım dizi yazıda yazdıklarımı burada tekrar etmeyeceğim.
Sonra hastaneyi ziyaret ettik ve Gürcü esirlerle görüştük. Yaraları sarılmış ve tedavi ediliyorlardı. Bir şikayetleri olmamıştı ve baskı altında gibi görünmüyorlardı. İzlenimimiz onlara iyi davranıldığı yönündeydi.
Paşa’nın Rus malı, Zenit marka bir fotoğraf makinesi vardı, onunla çok güzel fotoğraflar çekti. Siyah beyaz olan bu fotoğrafların filmlerinin bazılarını kaybettik. Paşa, fakültede fotoğrafçılık dersi almıştı, bu yüzden fotoğraftan anlıyordu.
Gudauta`da asker Bahadır ile tanıştık. Bahadır, Türkiye`den gelmiş, burada savaşan bir Abhazdı. Sosyalizme inanmış bir insandı. Türkiye’de ailesini, sevdiklerini, işini terk ederek buraya gelmişti. O, sonradan başkent Sohum’un yeniden ele geçirilişi sırasındaki bir çatışmada hayatını kaybedecekti. Huzur içinde uyusun.
Hayat böyleydi, kimileri canını ortaya koyarak ölüyordu, kimileri ise bedel ödemeden ortalarda havalı bir biçimde dolaşıyordu. Bazıları da evlerinin, mallarının derdindeydi. Her savaşın acımasız gerçeği buydu.
Birkaç gün daha kaldıktan sonra Abhazya’dan tekrar Soçi’ye döndük. Çok az para harcamıştık, daha doğrusu para harcayacak yer yoktu. Bizi Bahadır yolcu etmişti.
Buradan daha yukarıya Adigey’e gidecektik. Soçi’den trenle bir istasyona kadar gidecek ve oradan da taksi ile başkent Maykop’a ulaşacaktık. Bu amaçla tren istasyonuna gittik. İstasyonda o gün yüzlerce Roman gördük. Her yerde gruplar halinde oturmuş, konuşuyor, ya da bir şeyler yiyorlardı.
Tren bileti almamız gerekiyordu. Bu amaçla gişeye gittik ve şöyle dedik:
“Dva bilet Belorechensk.”
Dva iki anlamına geliyordu, bilet ise Rusça da da bilet idi. Yanlış hatırlamıyorsam Belorechensk ise gideceğimiz istasyonun adı idi.
Gişedeki kadın Rusça bir şeyler söyledi. Kadının sesi hoparlör ile tüm salona veriliyordu. Bilet alamamıştık. Tekrar Paşa, bu kez yalnız gitti.
“Dva bilet, Belorechensk.”
Kadının sesi yine hoparlörde yankılandı. Bu kez daha kızgın bir ses tonuyla konuşmuştu. On dakika sonra bu kez ben gittim, para belki yeterli değil düşüncesiyle, cebimden daha fazla para çıkararak kadına uzattım.
“Dva billet, Belorechensk.”
Gişedeki kadın yeniden konuştu. Bu kez iyice kızmıştı, birçok şey söyledi. Ben umudumu kestim, iki elimi ‘sakin ol’ anlamında havaya kaldırarak öne doğru salladım ve işaret parmağımı dudağıma götürerek ‘sus’ işareti yaptım. Paşa’nın yanına döndüm. Kadın hâlâ bağırarak konuşuyordu. Yanına bir kez daha gidilecek gibi değildi. Bütün salon bize bakıyordu. Biz hariç bütün salon kadının ne dediğini anlıyordu. Paramızla bilet alamıyorduk.
“Bilet alamadık, ne yapacağız?” dedi Paşa.
“Biletsiz binelim trene. Orada kondüktör cezalı bilet keser.” dedim.
Böylece trene bindik ve boş bir kompartımana yerleştik. Tren hareket ettikten bir süre sonra kondüktör geldi.
Bilet sordu, biz iki elimizi yana açarak,
“Bilet niet!” (Bilet yok) dedik.
“Dva bilet, Belorechensk.”
Kondüktör anlamıştı, bize iki cezalı bilet kesti, parasını ödedik ve gitti. Rahatlamıştık, cezalı da olsa sonunda bilet almayı başarmıştık.
Gideceğimiz tren istasyonu, Adigey Cumhuriyeti’nin başkenti Maykop’a yaklaşık olarak otuz kırk kilometre uzaklıktaydı. Oradan da taksi ile devam edecektik.
Trende oturduktan bir süre sonra, yanımızdaki kompartımana dört güzel kız yerleşti. Fakat ne onlarla konuşacak cesaretimiz, ne de dilimiz vardı. Paşa bir ara onlarla iletişim kurmaya niyetlendi, fakat sonra o da vazgeçti. Daha sonra bizim kompartımana genç bir adam gelerek Rusça bir şeyler söyledi, biz de elimizle ‘oturabilirsin’ işareti yaptık. Fakat anlaşamıyorduk. İngilizce, Rusça, Tarzanca anlaşmaya çalıştık. Bize bir şeyler anlatmak istiyordu. Daha sonra cebinden çıkardığı bir kalemle, gazete kağıdı üzerine desen çizerek bir şeyler anlattı. Anladığımız, kendisinin mafya tarafından soyulduğu idi. Bir süre sonra yakın bir istasyonda trenden inerek hızla gözden kayboldu.
Kondüktörün dikkatini ise, yanımızdaki kompartımanda oturan dört güzel kız çekmişti. Ortalık sakinleşip akşam olduktan sonra, kızların kompartımanı önünde dolanmaya başladı. İçki kokuyordu; muhtemelen votka içmişti, hayvani bir şekilde parlayan gözleri kan çanağı gibiydi. Kızlar ise çoktan kapıyı kilitlemiş, perdeyi çekmişlerdi.
Kondüktör kapıyı çaldı ve Rusça bir şeyler söyledi. Kızlar kapıyı açmadan içeriden bağırdılar ve sanırım ona gitmesini söylediler. Birkaç kez daha denedikten sonra, o da vazgeçti ve karanlık koridorda yitip, gözden kayboldu.
Nihayet ineceğimiz istasyona ulaşmıştık. Burada istasyonun önünde bir taksi durağı vardı. Oraya giderek bir taksici ile yine İngilizce, Tarzanca ve Rusça anlaşmaya çalıştık. Adama Maykop’a gitmek istediğimizi söyledik. 25 dolara anlaştık, fakat adam bizden 35 dolar aldı, eğer düşündüğünden daha uzak olursa bu on doları da alacaktı. Daha doğrusu sanki hiç arabasıyla Maykop’a hiç gitmemiş gibi davranıyordu.
Devam edecek…