Kimlik algısı bulunulan bölgeye göre de değişebiliyor. Örneğin Güney Amerika tarihsel olarak çeşitli uluslardan göçmenlere kucak açmış bir kıta. Brezilya’ya birçok ulustan insan göç etmiş ve birbiriyle kaynaşmış (Bir kısmı da kaynaşamamış, örneğin Araplar). Bu insanlar, aynı zamanda kendi kimliklerini ve kültürlerini de korumaya çalışmışlar. Ancak dil anlamında asimile olmuşlar. Ve kendilerini bugün Brezilyalı “üst kimliği” altında ifade ediyorlar. Örneğin Brezilya’nın güneyinde yoğun olarak yaşayan Alman göçmenlerin Portekizce’yi konuşamamaları nedeniyle, eskiden bir dönem Almanca konuşmaları yasaklanmış. Ve böylece Alman kökenli göçmenler Portekizce’yi öğrenmişler, ancak bu kez de Almanca’yı unutmuşlar.
Güney Amerika’da yerleşik mantığa göre, kişinin orijini ne olursa olsun ve ataları nereden gelirse gelsin, kişi nerede doğmuş ise o ulusa aittir. Bu mantığa göre, örneğin bir Çerkes Türkiye’de doǧmuş ise Türktür. Bir Kurt de aynı şekilde.
Kişisel tercihler, örneğin aynı takıma mensup olmak bile bazen, aralarında ulusal, dilşel, dinsel birlik bulunan insanların birbirlerini öldürmelerine neden olmaktadır. Bu, kurumsal üyelikler olarak kategorize edilmektedir. O zaman bazen bir kişisel tercih, ulus, dil ve dinden daha önemli olabilmektedir.
Örneğin Güney Afrika’daki Apartheid rejimi döneminde olduǧu gibi bazen baskın kimlik, kendisini diǧerinden daha yukarıya koyar ve karşısındakine, ondan farklı olduǧunu her yönüyle hissettirir. Bazen ise baskın kimlik, bütün diǧerlerinin kendisine ait olmasını, öyle hissetmelerini ister. “Ne mutlu Türküm diyene” bu politikanın ifadesidir. “Ne mutlu Türküm diyene” demek, aslında Türk olanlardan farklı etnik grupların olduǧunu kabul etmek anlamına geliyor. Çünkü herkes Türk olsaydı o zaman, “Ne mutlu Türk olana” denilirdi.
Bir süre unce Brezilya televizyonunda bir haber izlemiştim. Haber şöyleydi: Brezilyalı bir çift, Paraguay’da tatil yaptıkları sırada hamile olan Brezilyalı kadın doǧum yapar. Buraya kadar herşey normal, fakat haberin devamında aynen şöyle deniliyordu: “Brezilyalı çiftin Paraguaylı cocuǧu…” Anne babası Brezilyalı olsa bile çocuk Paraguay’da doǧduǧu için ömrü boyunca Paraguaylı olarak adlandırılacaktır.
Bir kaç yıl önce bir eyalet gazetesi ile röportaj yapmıştım. Röportajda ailemin kökenlerinin Çerkeşya olduğunu uzun uzun anlatmıştım. Röportaj yayınlandığında tam bir gazete sayfası yazıda bu söylediklerimin tek kelimesine yer verilmemişti. Çünkü Brezilyalıların kimlik algıları farklı. Bir kez Çerkes ya da Çerkeşya’yı bilmiyorlar. Kafkasya’yı da bilmiyorlar. O bölgede yalnızca Rusya ve Ukrayna’yı (göçmenlerden dolayı) tanıyorlar.
Yine hatırlıyorum dünya kupasındaki bir Brezilya-Japonya maçı esnasında, Japonlar ile Brezilyalı Japonlar yanyana oturuyorlardı. Brezilyalı Japonlar, ellerindeki bayraklarla Brezilya’yı destekliyorlardı. Ve kimse de onlara tepki göstermiyordu. Aynı örneği Türkiye’ye uygulayalım. Örneğin İskeçe Türkleri, Yunanistan-Türkiye maçında ellerindeki Yunan bayrakları ile Yunanistan’ı desteklesinler. Buna Türk medyasının ve toplumunun tepkisi ne olurdu? Tahmin etmek zor değil: “Satılmışlar, hainler vs…” gibi deǧerlendirmeler yapılırdı. O zaman, kimlik algılaması içinde yaşanılan toplumlara göre de değişmektedir.
Kimlik sıralaması da zaman göre değişebilir. Örneğin 12 Eylül öncesinde sol bir örgütte yer alıp, bugün ise Çerkes kimliğini birincil olarak gören bir kişiyi ele alalım. Sorsanız belki o kişi yine solcu olduǧunu söyleyecektir. Ama şu an ulusal kimliğini, ideolojik kimliǧinin önüne koymuştur.
Buckhingam’a göre kimlik, müǧlak ve kaygan bir terimdir. Yine Weeks’e göre ise kimlik bazı insanlarla nelerinizin ortak olduǧuna ve sizi başkalarından neyin farklılaştırdıǧına ilişkin ait olma sorunudur. [1]
Oturduǧum apartmanın karşısında bir Japon kültür derneği var. Burada Brezilyalı Japonlar kendi kültür ve dillerini, Japonya’dan gelen öğretmenlerden oǧreniyorlar. Burada yaşayan Japonlar, her ne kadar kendilerini Brezilyalı olarak tanımlasalar da, Japon yanlarını yine de unutmuyorlar. İnsan kendi orijinini, geldiği yeri ne olursa olsun unutamıyor. Yüzyıllar sonra bile başka topraklarda, diasporada doǧmuş insanlar, hiç görmedikleri anavatanlarının özlemini duyabiliyorlar. Çünkü,kim ve nereye ait olduğu gerçeǧi insanın özünde var.
Yine Brezilya’da yaşayan, buraya Suriye ve Lübnan’dan gelmiş çok sayıda Arap göçmen var. Brezilyalılar bu göçmenleri “Türk” olarak niteliyor. Çünkü Araplar, Osmanlı döneminde, Osmanlı pasaportu ile buraya gelmişler. Araplar yüzyıldan fazla bir süredir “Türk” olmadıklarını söylemelerine raǧmen, bu onların durumunda herhangi bir değişikliğe neden olmamış. Halkların birbirlerine karşı olan önyargılarını kırabilmek çok zor.
Türkiye’de iken ünlü Brezilyalı yazar Jorge Amado’nun bir kitabını okumuştum: “Amerika’nın Türkler Tarafından Keşfi” Tabii burada yazarın “Türk” olarak nitelediǧi topluluk, aslında Araplardan başkası değil. Brezilya’daki Araplar, müslüman ve hristiyanlar olarak ikiye ayrılıyorlar. Müslüman ve hristiyan Arapların, genelde birbirleri ile ilişkisi yok, birbirlerinden hoşlanmıyorlar. Yani burada din faktörü, ulus faktörünün önüne geçmiş durumda.
Buradaki Araplar, ayrıca kendi içlerinde evlilik yapıyorlar. Çocuklarının Brezilyalı sevgili ya da eş bulmalarına karşı çıkarak, aynı Almanya’daki Türkler gibi Suriye ve Lübnan’dan getirdikleri kişilerle evlendiriyorlar. Eşimin bir tanıdıǧi psikolog Arap bir kadın vardı, kendisiyle ben de tanışmıştım. Bu kadın, ailesinden gizlediği Brezilyalı sevgilisi ile evlenmek istiyordu. Ancak ailesi, Suriye’den bir akrabalarını getirerek onu zorla evlendirdi. Buradaki Arapların, Brezilya toplumu ile olan ilişkileri ise sadece ticaret yaptıkları için müşteri satıcı ilişkisinden öteye gitmiyor ve kapalı bir şekilde yaşıyorlar.
Meslekler bile ulusal kimliklere göre dağılabiliyor. Örneğin Güney Amerika’da Portekizli göçmenler genel olarak fırıncılık, İtalyanlar lokantacılık, Japonlar meyve sebze satıcılıǧi, Araplar ise ticaret yapıyorlar.
Burada Çerkes göçmenlere rastlamadım. Ama Ukraynalı, Polonyalı ve Beyaz Rusya’dan çok sayıda göçmen var. Ruslar, diğerleri kadar çok olmasalar da varlar. Brezilya’da, Türkiye’den de çok az sayıda var.
Erol Anar
Devam edecek…
[1]Karaduman Sibel: ModernizmdenPostmodernizme Kimliǧin Yapısal Dönüşümü, http://joy.yasar.edu.tr/makale/no17_vol5/No17Vol5_6_Sibel_Karaduman.pdf