Özgürlük de mutluluk gibi avuca alındığında sessizce ölür. Sadece özgürlük düşüncesinin peşinden koşmak bile insani özgürleştirir.
Tarih boyunca insanların hem birey, hem de toplumsal olarak aradığı kavramlardan birisidir őzgürlük. Paul Eluard’ın şiirindeki gibi “okulda deftere ve sıralara yazılan”dır özgürlük. “Yıkılmış evlerimize sönmüş fenerlerimize” adını yazdığımızdır.
Tarih boyunca insanlık, özgürlüğe erişmek için nice bedeller ödemiştir. Bugün hâlâ insanlık dünyanın dört bir yanında özgürlük için mücadele yürütmektedir.
Felsefede özgürlük kavramı üzerine birçok düşünce ileri sürülmüştür. Bugün de insanlar özgürlük için düşünmekte, kendilerini ifade etmekte, bedel ödemekte ve savaşmaktadırlar. İnsanın özgürleşme mücadelesi, insan var oldukça sona ermeyecektir. Bu, sonsuz bir mücadeledir.
Büyük filozofların bazıları özgürlük kavramını, bazı diğer kavramlarla özdeşleştirmiş ya da birlikte düşünmüşlerdir. Bu filozoflara göre, o değere ulaşınca ancak özgür olunabilir.
Sokrates’e göre iyi ile kötü arasında seçim yapabiliriz ve bilgelik özgürlüktür. Oysa günümüzde “iyi” ile “kötü” kavramları belirsizdir. Kapitalist sistemde fazla seçme şansınız yoktur ve size verilen ile yetinmeniz istenir. Ayrıca bir insan olarak saf “iyi” ya da “kötü”den ibaret değil, bu ikisinin karışımından ibaretiz.
Diogenes ise kendisini doğanın içinde doğal bir varlık olarak özgür kılmış ve isteklere ve arzulara sırt çevirmişti. Diogenes’e göre, gerçek erdeme ancak böylesi bir özgürlük ile ulaşılabilirdi.
Katilina ayaklanmasına katılan komutan Manlius, bir mektubunda şöyle diyor: “Bütün anlaşmazlıkların ve savaşların kaynağı olan zenginliği istemiyoruz. İstediğimiz, sadece özgürlüktür…” (Hançerlioğlu, 1995: 112)
Özgürlük , bireysel değil ama, özünde toplumsallık koşullarında oluşan bir kavramdır. Ȍzgür olmayan bir toplumda, hiçbir birey de özgür değildir, yönetenler de dahil. Ȍrneğin köleci bir toplumda yaşayan bir kölenin azad edildiğini düşünelim; o artık “özgür” insandır. Gerçekten öyle midir; köleci toplumda yaşadığı için eski köle de kendisini özgür hissedemeyecektir, ta ki diğerleri de gerçek özgürlüğe ulaşana dek. Aynı şekilde eşitsizlik ve sınıf tahakkümü üzerine kurulu kapitalist toplumda da özgür olmak olası değildir.
Avrupalı ilk entelektüel olarak da nitelenen Rousseau, özgürlük üzerine de düşünmüş ve yazmıştır. Onun hemen bütün kitaplarında özgürlük konusu yer alır.
Şőyle der: “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Falan kimse kendini başkalarının efendisi sanır ama böyle sanması onlardan daha kőle olmasına engel değildir.” (Rousseau, 2012: 4)
Rousseau’ya göre özgürlüğünden vazgeçmek, insan olma niteliğinden, insanlık haklarından, hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir. (Rousseau, 2012: 9)
Hegel ise o ünlü“efendi-köle diyalektiği” ile özgürlük konusunda düşüncelerini ortaya koyar.
Çoğu insan sistemin de onları bilinçli bir şekilde yönlendirmesiyle birlikte, toplumsal yaşamı içinde özgürlük kavramını aramaz; aksine sisteme teslim olarak bir köle gibi yaşamayı tercih eder. Bu özünde, bireyin kendisini ve çıkarlarını koruma eğiliminden kaynaklanmaktadır. Çünkü en aptal kişi bile bilir ki, özgürlüğü istemek ve bunu ifade etmek, bunun uğruna mücadele etmek kendisi için tehlikelidir. Ȍyleyse birçok insan açısından kolay olanı, yani çağdaş köleliği tercih etmek bir seçenektir. Ve bu insanlar için “özgürlük” bir yanılsamaya dőnüşmüştür. Kapitalist sistem onlara “seçme ve istediklerini yapma özgürlükleri” olduğunu söyler. Ȍzünde bu cep telefonu modelini ve markasını seçme özgürlüğünden başka bir şey değildir. Gerçek anlamda bir eşitliğin olmadığı bir sistemde, bireylerin özgür olmaları da olanaksızdır.
Kapitalist sistemde insanların kâğıt üstünde bir özgürlüğü vardır. Ancak tüm bu haklar insanlığın bedel ödeyerek tarihsel olarak kazandığı haklar olmasına karşın, yalnızca ekonomik olarak bunu yapmaya gücü olanlar istedikleri yere seyahat edebilir, istediklerini satın alabilirler. Ve buna benzer insanların eşit olduğuna dair haklar dizini kâğıt üstünde kalır çoğu zaman. Eğer ekonomik gücünüz satın almaya ya da seyahat etmeye yetmezse – ki çoğunluk için böyledir, bu “haklarınızı” kullanamazsınız. Őzgürlük, cep telefonunu yeni model ile değiştirmek değildir. Bu sanal bir özgürlük yanılsamasıdır.
“Hâlâ düşünmek yasak değilken, bundan yararlanın”
O zaman özgürlük talep edildiği kadar mı elde edilebilir, sınırlı bir özgürlükten söz edilebilir mi? “Romeo ve Juliet”de, “Sevgi verdikçe çoğalan bir hazine.” olarak tarif edilir.
Yoksa özgürlük de sonsuz ve aldıkça, yaşadıkça çoğalan bir kavram mıdır?
Ursula K. Le Guin şöyle diyor “Mülksüzler” adlı yapıtında: “Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak.” diyor. (Le Guin, 2014: 166)
Le Guin’den esinlenerek şöyle diyebiliriz: Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Ȍzgürlüğü satın alamazsınız. Ȍzgürlüğü elde edemezsiniz. Özgürlük olabilirsiniz ancak.
Özgürlük olmak demek, özgürlüğe olan inanca sahip olmak demektir. Bu yüzden yıllarca tek kişilik hücrede kalan Nelson Mandela, fiziksel olarak tutsak olsa da, ruhsal ve mental olarak kendisini özgür hissediyordu. O zaman insan her türlü olumsuz koşulda dahi özgür olabilir mi? Fiziksel olarak tutsak olmak, içsel ve mental olarak kendisini özgür hissetmeyi engeller mi?
Fromm’un deyimiyle, özgürlük, birçok yenilgiye karşın, savaşlar kazanmıştır. Baskıya karşı savaşırken ölmenin, özgür olmaksızın yaşamaktan daha iyi olduğu inancıyla, bu savaşlarda pek çok insan ölmüştür.(Fromm, 1996: 20)
Aslında düşünebilme yeteneği, inanç ve çeşitli başka faktörlerin de etkisiyle insanın kendisini düşüncede özgür hissetmesine neden olabilir.
Düşünmek özgürlüktür, çünkü düşünmek engellenemez. Bir duvar yazısında şöyle diyor: “Hâlâ düşünmek yasak değilken, bundan yararlanın.”
Özgürlük zorunlu bir deneyim midir, yoksa mücadele sonucu elde edilen bir şey midir?
Önce Nazilere katılan ama daha sonra bunun yanlış olduğunu açıklayarak özeleştiri yapan Heidegger, varoluşçu (egzistansiyalist) felsefenin önde gelen ismidir. “Heidegger’in düşüncesine göre, insan bu dünyaya öylece bırakılmıştır. Bu bırakılmışlık fikri birkaç yönden varoluşçu felsefenin temel argümanlarını sürdürür ve derinleştirir. Varoluşa bırakılmışlığı ile insan kendi varlık’ını oluşturma özgürlüğüne zorunlu olarak bırakılmıştır aslında. Ama başlangıçta, bırakılışın kendisi bir özgürlük yokluğudur -sondaki ölümün kaçınılamazlığı gibi.” Burada zorunlu bir özgürlük deneyimi sözkonusudur. İnsan kendi varlığını gerçekleştirmek üzere sürekli seçimler ve tercihler yapmak durumundadır, yani özgürlüğünü gerçekleştirmek zorundadır. (http://www.felsefe.gen.tr/)
Buradan yola çıkarak şöyle düşünebilir miyiz: özgürlük bir bırakılış sonucu yaşanılan zorunlu bir deneyim midir, yoksa gönüllü ve mücadele, çaba sonucu elde edilen bir şey midir?
Özgürlük bir başlangıç mı, yoksa bir sonuç mudur?
Özgürlük bence, bu sonsuz yolculukta bir sonuç değil, bir başlangıç noktasıdır: Daha mutlu ve daha yaratıcı olmanın olanaklarını çoğaltan bir başlangıç.
Gerçek ve sonsuz özgürlüğe ulaşılabilir mi?
Devam edelim: Özgürlük nedir?
Özgürlük dışarıda bir yerde midir, yoksa içimizde hissettiğimiz bir şey midir?
Gerçek ve sonsuz özgürlüğe ulaşılabilir mi?
Özgürlüğü elde etmek için ona hazır olmak mı gerekir, yani beyinde özgürleşmek?
Dostoyevski “Ev Sahibesi” adlı kitabında diyor ki: “Özgürlüğü bilmeyen bir insana onu verirsen, onu çuvala koyar sana geri getirir.” Dostoyevski’nin burada sözünü ettiği şey, ruhu köleleştirilmiş insandır. Ruhu köleleştirilmiş insan, özgürlüğün ne olduğunu bilmez, zaten onu talep de etmez.
Sartre, Heidegger’den esinlenerek “O Existencialismo é um Humanismo” adlı yapıtında insanın var oluşunun önce olduğunu, ama özünü de sonradan yaratmadığını saptar.
O zaman şöyle düşünebilir miyiz: Özgürlük dışarıda ve bizden bağımsız bir kavram değildir, o zaten içimizdedir, sonradan yaratmayız?
Erich Fromm, “Ȍzgürlükten Kaçış” adlı kitabında, şöyle der: “Bir şeylerden özgürlük’ün yüküne katlanmayı sürdüremezler; olumsuz özgürlükten olumlu özgürlüğe geçmedikleri sürece, özgürlükten hepten kaçmaları gerekir. Çağımızda ana toplumsal kaçış yolları, faşizmle yönetilen ülkelerde görüldüğü üzere, bir öndere boyun eğme ve demokrasimizde yaygın olan zorlanımlı ‘düzene uyma’dır.”
Fromm, Aslında özgürlüğün, ancak ve ancak, çağdaş insanın kişilik yapısının bütünüyle çözümlenmesi temel alındığında tam anlamıyla anlaşılabileceğini dile getirir. (Fromm, 1996:12)
Neo-liberal kapitalist sistem, görünüşte “yapay bir eşitlik” ya da gerçekte olmayan “yapay bir özgürlük” üzerine kuruludur. Her şeyi satın alma “özgürlüğünüz” vardır; bu konuda herkes “eşittir.” Ancak herkes her şeyi satın alamaz, sadece bazılarının bu gücü ve “özgürlüğü” vardır. O zaman kapitalist sistem şöyle der: “Sen de yap, kazan. Fırsat eşitliği vardır.” Gerçekte ise, eşit koşullara sahip olmayan insanlar arasında fırsat eşitliği de olamaz. ” Ya da “Amerikan düşü” gibi yanılsamalar icat edilir.
Kapitalist sistemlerde, her şey yine sözde bir “hukuksal eşitlik” üzerine kurulmuştur. Bakunin’in son derece özlü ifade ettiği gibi aslında burjuva hukuku denilen şey şudur: “Hukuk, iktidarın fahişesidir.”
Kafesteki bir kuş bile özgür olduğuna inandırabilir. Bu bir yanılsamadır. Ancak yanılsama, bazen gerçeğin yerine geçer. Neo-liberal kapitalist sistem içerisinde yaşayan insanlar da tek tek özgür olduklarına inandırılmak istenmektedirler. Sistem insanlara, “tüketme özgürlüğün var.” “mega alışveriş merkezinde alışveriş yapma özgürlüğün var.”, “başkasının özgürlüğünü kısıtlamadıkça, ve sisteme yönelmedikçe kısıtlı de olsa konuşma özgürlüğün var.” der.
Yani bu sistem içerisinde, özünde hiçbir özgürlüğümüz yoktur, sadece özgür olduğumuz yanılsamasını yaşarız.
Öyleyse özgürlük bir yanılsama da olabilir mi?
Özgürlük düşüncesinin peşinden koşmak bile insanı özgürleştirir. Hobbes, sınırsız özgürlük olmadığını sőyler. Acaba gerçekte bőyle midir? Ayrıca denilir ki, “bir bireyin özgürlüğü, bir diğer bireyin özgürlüğünün sınırında biter. Özünde bu doğru değildir. Özgürlükler birbirini sınırlamaz, tam tersine çoğaltır.
İnsanın kendisini tam olarak bütün varlığıyla özgür hissetmesi olası mıdır?
Marksizme gőre ise, kapitalist toplumda özgür olmak olası değildir. Marksistler, őzgürlük kavramını diyalektik, pozitif, somut ve kolektif bir biçimde ele alırlar; Őzgürlük zorunluluğun kavranmasıdır.
Engels, özgürlüğün, kendimiz ve dış doğa üzerinde, doğal zorunlulukların bilgisi üzerine kurulu egemenliğe dayandığını böylece onun, zorunlu olarak, tarihsel gelişmenin bir ürünü olduğunu da dile getirir.
“Özgürlük ve zorunluluk ilişkisini doğru olarak ilk düşünen Hegel oldu. Ona göre, özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır. ‘Zorunluluk ancak kavranılmadığı ölçüde kördür.’ Özgürlük, doğa yasaları karşısında düşlenmiş bir bağımsızlıkta değil, ama bu yasaların bilinmesinde ve bu bilme aracıyla bu yasaların belirli erekler için yöntemli bir biçimde kullanılma olanağındadır. Bu, dış doğa yasaları için olduğu kadar, insanın maddi ve manevi varlığını yöneten yasalar,-gerçekte değil, olsa olsa kafamızın içinde ayırabildiğimiz iki yasa sınıfı için de böyledir. (…) (Engels, 1995: 132-133)
Foucault ise, özgürlük pratiklerinin belli bir ölçüde özgürleşmeyi gerektirdiğinin altını çizer.
Bakunin, “Seçme Yazılar” adlı yapıtında anarşisti insanoğlunun zekâ, onur ve mutluluğunun gelişebilmesi ve büyüyebilmesi için gerekli yegâne koşul olduğunu düşündüğü özgürlüğün fanatik aşığı olarak tarif eder.
Özgür insan,düşünen ve yaratan insandır. Özgür insan, zekâsını geliştiren ve mutluluğu sınırsız ölçüde çoğaltabilen insandır. O zaman özgür insan, toplum için de daha insani, gelişmiş ve eşitlikçi bir yaşamın kapılarını da açacaktır.
Kendisini özgür hisseden insan mutlu mudur, mutlulukla özgürlük arasında nasıl bir ilişki vardır?
“Krallar ve Soytarılar” adlı kitabımda şöyle yazmıştım: “Soytarı, Kral’a şöyle der: ‘Mutluluk önünüzde koşan bir tavşana benzer Yüce Kral. Onu yakalamamanız gerekir, sadece onun peşinden koşmalısınız. Ancak ne yazık ki, sizin tavşanınız ölü ve ayaklarınızın dibinde yatıyor.” (Anar, 1996)
Özgürlük de mutluluk gibi avuca alındığında sessizce ölür. Sadece özgürlük düşüncesinin peşinden koşmak bile insani özgürleştirir.
O zaman özgürlük ile mutluluk arasında bir bağ vardır. Fakat kendisini mutlu hisseden insan, her zaman özgür hissetmeyebilir. Ya da kendisini özgür hisseden insan, her zaman mutlu hissetmeyebilir, diyebiliriz.
Buraya kadar söylediklerimin hepsini unutarak yeniden soruyorum:
Sahi özgürlük nedir?
Erol Anar
Referanslar:
Rousseau, Jean-Jacques: “Toplum Sőzleşmesi”, Türkiye İş Bankası Yayınları, 9. Basım, Nisan 2012, İstanbul.
Engels, Friedrich: “Anti Dühring”, Sol Yayınları, Űçüncü Baskı, Ekim 1995, Ankara.
Fromm, Erich: “Ȍzgürlükten Kaçış”, Payel Yayınları, 3. Basım, 1996.
Hançerlioğlu, Orhan: “Düşünce Tarihi”, Remzi Kitabevi, Altıncı Basım, 1995.
Le Guin, Ursula: “Mülksüzler”, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2014.
Anar, Erol: “Krallar ve Soytarılar”, Yurt Yayınevi, Birinci Basım, Ankara, 1996.
Enfes.
Teşekkürler