Giderek yaklaşan siren sesleri, uzak bir gezegene giden geminin yolcusu olmayı arzulayan insanların çırılçıplak yalnızlıklarını bir kâğıt gibi yırtarken; burada yalnızlığın başkentinde, giderek anlamsızlaşan hüzünler uzak yıldızlara doğru uçuşuyor.
…Yüzlerinde yalnızlığın derin uçurumunu taşıyan insanlar, hızla ve görmeksizin geçiyorlar birbirlerini. Herkes kendi uçurumunun dibinde, kendi yalnızlığını yaşıyor. Burada sadece sen ve yalnızlığın varsın. Arkana baktığında, bir gölge gibi seni takip eden yalnızlığını görebilirsin.
Kanayan ve ancak başkentinde derinden hissedilebilen bir duygu bu. Rengi ise gece mavisi, siyahla yoğrulmuş ve derinliğe koşan bir mavi. O hep konuşur, dinlemek istemesen de, durmaksızın konuşur. Hep susar, çıldırtasıya, konuşmak istesen de.
Direkleri çatırdatan bir yalnızlıktı bu. Belki Dali’nin resimlerindeki boş sokakların verdiği imgeydi, ya da Aragon’un kayıp mektubuydu.
Bazen en kalabalık ortamda apansız gelir; gözlerin bir anda görmez olur, kulakların duymaz. İnsanlar hararetli bir biçimde konuşur, kahkaha atarken, o seni koluna takar ve uzaklara götürür bir anda.
Bazen en kalabalık ortamda apansız gelir; gözlerin bir anda görmez olur, kulakların duymaz. İnsanlar hararetli bir biçimde konuşur, kahkaha atarken, o seni koluna takar ve uzaklara götürür bir anda.
Giderek yaklaşan siren sesleri, uzak bir gezegene giden geminin yolcusu olmayı arzulayan insanların çırılçıplak yalnızlıklarını bir kâğıt gibi yırtarken; burada yalnızlığın başkentinde, giderek anlamsızlaşan hüzünler uzak yıldızlara doğru uçuşuyor.
bütün kentler
yalnızlığın kentidir demiştim
bütün insanlar yalnızdır
ancak tanrılar ve tanrıçalar
yalnızdır demiştin
tanrıların ve tanrıçaların
kahredici yalnızlığı da
bir insanın yalnızlığıyla
boy ölçüşemiyor
yalnızlığına çarparak parçalıyor
tanrılar ve tanrıçalar
oysa yalnızlığına çarparak
parçalanıyor insan…”
…
Erol Anar
Yalnızlığın Başkentinden Notlar, Washington D.C., Haziran 1997,
“Sonra Aşk Bitti” kitabı içinde.