İncil’de yazılı ünlü bir anekdottur: Zina yaparken yakalanan bir kadın, İsa’nın huzuruna getirilir ve onun taşlanarak öldürülmesi talep edilir. İsa bunun üzerine şöyle der: “Aranızda günahsız olanınız, ona ilk taşı atsın!” (8. Bölüm, Zinada yakalanan kadın, Yuhanna İncili) Bunun üzerine hiç kimse kadını yargılayamaz ve İsa da kadını affederek gönderir.
“Postmodern zamanlar”da ise bu anekdot çok farklı biçimlerde yaşanıyor. Güçlü olanın, güçlü görünenin sınırsız iktidarını kayda geçiriyor içinde yaşadığımız zamanlar. Güçsüz ve iktidara sahip olmayan ise her türlü haktan yoksun. Ya da görünüşte çok az hakka sahip olsa da, gerçek anlamda onu kullanmaktan uzak biçimde yaşıyor.
***
Uzağa gitmeye gerek yok, şöyle bir en yakın çevremize bakalım. İnsanlar taşları ellerinde bekliyorlar. Birisini yargılamak ve ilk taşı atmak için damarlarında hızla akan vahşi bir hırsla yerlerinde duramıyorlar.
Ve ne yazık ki bazen en yakınınızdaki kişi atıyor size ilk taşı. Taş atmakla da kalmıyorlar, yalnızca kafanız dışarıda bütün vücudunuz toprağa gömülü bir durumda beklerken, koca kayaları yuvarlıyorlar üstünüze. Kafatasınızı toz haline getirmeden bırakmıyorlar sizi.
İimize bir göz atalım; elimizde taşlarımızla sevdiklerimizi, dostlarımızı her an bin parçaya ayıracakmış gibi yaşamıyor muyuz?
En küçük bir hoşgörüden yoksun, tırnaklarımızı bilemiş ve karşıdaki insanın derisine geçirmeye hazır bir şekilde beklemiyor muyuz?
Dostlarımızın en küçük yanlış davranışında, daha ne olup bittiğini anlamadan, taşı hemen bütün gücümüzle yüzlerine çarparak alınlarını kanatmıyor muyuz?
Sonra da belki pişman oluyoruz, sevdiğimizin kanı şıp şıp yere damlarken, üzülüyoruz.
Ama bir kez taş vurulmuş, alın kanamıştır. Ya taşı vurmayacağız, ya da pişman olmayacağız.
***
İsa eğer bu çağda yaşasaydı ve aynı olay içinde yaşadığımız konjonktürde gerçekleşseydi, yanında bulunanlar yalnızca kadına taş atmakla kalmazlar, onu parça parça ederlerdi. İsa’ya da belki, kadının bin parçaya bölünmüş kanlı vücudunun önünde ağlamaktan başka yapabileceği bir şey kalmazdı.
İçinde yaşadığımız çağ, belki de insanlık tarihinin en acımasız çağı. Yalnızca bölgesel ölçekteki savaşlar, sınırsız vahşet deǧil insanı bu denli acımasız kılan.
Belki de insanın özündeki bir şeylerin kaybolduğu bir çağ bu.
Ve bu çağda kimse masum değil.
Hepimiz yapılan her kötülüğün, her haksızlığın birinci dereceden suç ortağıyız.
Çünkü, sessiz kalmak onaylamaktır.
Erol Anar