“İktidara âşık olmayın.” der Foucault. İktidara âşık olanlar, yalnızca iktidar sahipleri deǧillerdir özünde. İktidar sahipleri, iktidar ile bütünleşmiş ve bir anlamda şeyleşmişlerdir. İktidar onları “şeyleştirmiş”tir. O nedenle onlar, içinde bulundukları yapı gereǧi doǧal olarak iktidara âşıktırlar.
İktidar tek bir bütünden oluşmuyor günümüzde, küçük küçük her türden iktidar odakları merkezi bir bütünü oluşturuyor. Bence hepsi yönetimin, sistemin ve devletin bir parçası. Baǧımsız görünüm altındaki daha küçük, ama yine de merkezi otoriteye baǧlı iktidar odakları. Biraz postmodern, çünkü lokal iktidar odakları, ama sistemin içinde hepsi birbirini tamamlayan yapboz parçaları gibi. Lokal iktidar odakları giderek daha fazla önem kazanıyor. İç içe geçmiş birbirini tamamlıyor ve böylece küresel kapitalist sistemin büyük iktidarı oluşuyor. Hatta muhalefet bile sistemin, büyük iktidarın bir parçası, onun bir kolu. Baǧımsız görünüm altındaki daha küçük, ama merkezi otoriteye baǧlı iktidar odakları hepsi. Bu kapitalist, neoliberal sistemin küresel iktidarı. Bu yapboz parçalarının “sol, sağ, sosyal demokrat, İslâmcı, seküler, dinci, her tür ulusalcı, faşist , sosyalist, radikal…” olmalarının bu anlamda bir önemi yok, hepsi yan yana ve birlikte aynı sistemin bir parçası ve ona hizmet ediyorlar. Legal ya da illegal olmalarının da bu anlamda hiçbir önemi yok. Retoriğin ise hiçbir anlamı yok bu toplumu her yerinden saran iktidar ağlarının içinde. Postmodern iktidar bu.
Kimin gerçek anlamda muhalif, kimin ise sistem içi, onun bir parçası olarak muhalif görünümünde olduǧunu algılamak da giderek zorlaşıyor. Şuna benziyor bir kapıyı açıp başka bir odaya giriyorsun ve evden çıktıǧını sanıyorsun; ama yine aynı evdesin, yalnızca başka bir odadasın; işte o evin kapısında ‘SİSTEM’ yazıyor.
Aslında kendimiz de sistem evinin dışında deǧiliz, kendimizi de muaf tutmayalım. Ne kadar muhalif ya da devrimci olduǧumuzu düşünsek de, sistem öyle bir şey ki bizi kendisine hizmet ettiriyor sonuçta. Biz muhalif olduǧumuzu düşünürken, diǧer yandan da bilinçli ya da bilinçsiz olarak sisteme hizmet etmeyi sürdürüyoruz. Muhaliflik ya da devrimcilik iddiası ise bir imajdan öteye geçmiyor ne yazık ki. Çünkü olduǧumuz yerde sayıyoruz, kendimizi geliştirmiyoruz ve kendimizi her şeyi aşmış ve çok önemli birisi olarak görüyoruz, yani kendimizi gereǧinden çok beǧeniyoruz. Birçok kimse kendisini deǧiştirmeden, dönüştürmeden, geliştirmeden başkalarını deǧiştirmeye, dönüştürmeye harcıyor enerjisini bu yüzden. Sistemden kopamıyoruz, sonuç olarak ona karşı da olsak içinde, onun kurallarına uyarak yaşıyoruz. Sistem ile olan baǧlarımızı koparamıyoruz. Yalnızca kendi kendimizi kandırıyoruz özünde.
Muhalif olmakla bir şeyleri deǧiştirebilirim belki, ama önce kendimden başlamak koşuluyla… Bir noktada birey, kendisinin sanki bütün duvarları yıkmış ve herkesi, her şeyi deǧiştirmeye muktedir bir insan olduǧu yanılsamasını yaşıyor. Sonra da gerçeklikle çarpıştıǧında bir anda çöküp gidiyor, hiçbir etkisi olmayan bir vidaya dönüşüyor.
***
Bu dünyada çoǧu insan için en deǧerli üç şey para, iktidar ve ündür. İktidara sahip olan birisi para ve maddi deǧerleri ister. Maddi deǧerlere ve paraya sahip olan birisi ise bununla yetinmez, – Trump gibi- iktidar sahibi olmayı da ister. Ün sahibi olmak ölümsüzlük duygusundan kaynaklanır. Ünlü olmak adını geriye bırakmak ve ölümden sonra unutulmamaktır. İşte bu da, insanın tarihsel ölümsüzlük isteǧine gönderme yapar. Ama bunların en önemlisi iktidar sahibi olmaktır. Mutlak iktidar sahibi birisi, çoǧu durumda -bazen tersi de olmak koşuluyla- isterse zengini de, ünlüyü de bitirebilir. İnsanlar ve kurumlar üzerinde iktidar sahibi olmak, ölümlülere bir zaman dilimi için ölümlü yarı tanrı oldukları yanılmasamasını verir. Çünkü iktidar sahibi, kendisine tapanları da yaratır.
***
Totaliter iktidarı saǧlamak için toplumu tektipleştirmek gerekir. Üniforma, iktidar uygulayıcısı insanı toplumdan ayıran bir fetiştir, onu sıradanlaştırır. Bir vidaya dönüştürür. Bireyin özgün ruhunu deǧersizleştirir onu herhangi bir şeye dönüştürür. Bir vidadır o artık sistemde; herhangi bir vida. Üniformanın yanında yine bazı güç fetişlerine ihtiyaç vardır, silah, düdük, cop, kelepçe, vb… Bunlar iktidarın göstergesi olan aletlerdir. Hekimin boynundaki steteskop, beyaz önlüǧü bile bir iktidar aracıdır. Üniformalı olan herkes bir otoriteyi simgeler. Üniforma, bir iktidar biçimi olan otoritenin bir simgesidir. Hitler, Mussolini, Stalin, Fidel Castro, Chavez vs … işte bunun için askeri üniforma giyerlerdi.
Üniformanın içindeki bireyin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan üniformanın kendisidir. Üniformanın içinden insanı çıkarıp yerine robotu koyun, otoritenin simgesi olması anlamında bir şey deǧişmez. Otorite, yalnızca üniformadan ibaret deǧildir, ama üniforma ve diǧer bazı araçlar otoritenin simgesidirler. Yapılan birçok gerçek deneyde insanların herhangi bir üniforma taşıyan herkese sorgusuz sualsiz itaat ettiklerini göstermektedir. Hatta otopark görevlisinin üniforması bile, insanların ona itaat etmeleri için yeterlidir.
Totaliter ülkelerde (saǧ ya da sol) bunun için liderler askeri üniforma da giyerler bazen. Askeri üniforma bir güç belirtisidir. Liderin gücü kendisinde simgeleştirdiǧini de gösterir. Günümüzde ise, askeri üniforma giymeden de gücü kendisinde simgeleştiren totaliter liderler vardır.
Üniformalılar toplumu kontrol eder, onun üzerinde devlet ve sistem otoritesini uygularlar. Devlet de ya da iktidar odaǧı da üniformalıları kendi içinde oluşturduǧu hiyerarşi ile kontrol eder. Daha geniş anlamda ise sistem, devletleri denetler, onları hizaya sokar. Üniformalılar da çeşit çeşittir ve kendi içlerinde kendilerini hiyerarşi ile kontrol ederler. Elbette üniformasız otorite biçimleri de vardır. Bürokrasi bunlardan birisidir.
***
“İktidara âşık olmayın.” der Foucault. İktidara âşık olanlar, yalnızca iktidar sahipleri deǧillerdir özünde. İktidar sahipleri, iktidar ile bütünleşmiş ve bir anlamda şeyleşmişlerdir. İktidar onları “şeyleştirmiş”tir. O nedenle onlar, içinde bulundukları yapı gereǧi doǧal olarak iktidara âşıktırlar. Bir de iktidarın baskısına, zulmüne uǧrayan kitlelerin iktidara âşık olması olgusu vardır. Yiyecek ekmeǧi olmayan bir insan, lüks içinde yaşayan iktidar sahiplerini canı pahasına savunabilir. Bir liralık döner ekmek yemeǧe parası olmayan bir yoksul, saraylarda saltanat içinde yaşayanlar için canını dahi verebilir. İşte bu da iktidarın neden olduǧu Stockholm sendromu‘dur. Zaten öyle olmasaydı insanlık tarihi, saraylar ve saltanatlardaki, büyük iş merkezlerindeki iktidarlarla yürümezdi bugüne dek.
Azra Kohen şöyle diyor: “Cehennem nedir? Cahilin otoritesidir cehennem.”
Dünyada cennete inanan bir insan olarak ise “Cennet nedir” diye sorduǧumda, cennet hiçbir otoritenin olmadıǧı yerdir diyebilirim ben de. İnsanın hayatını cehenneme çeviren yalnızca cahilin otoritesi deǧildir. Daha tehlikelisi ise “cahil olmayanın”, eǧitimlinin otoritesidir çoǧu zaman. Sonuç olarak insanın hayatını cehenneme çeviren şey otorite ve insanın insan, insanın doğa ve canlılar üzerindeki her çeşit iktidarıdır.
Her gün, bir daha asla görmek ve duymak istemediǧin iktidar sahiplerinin söz ve davranışlarıyla uyanmak da bir tecavüzdür; akla ve ruha tecavüz…
Erol Anar
Kasım 2016,
Paraná – Brezilya