Umutlu Olmak İçin, Önce Umutsuzluğun Dibine Vurmak Gerekir

Umutlu Olmak İçin, Önce Umutsuzluğun Dibine Vurmak Gerekir


Çünkü umutsuzluğa sahip olan insan, yeniden umuda sahip olabilir. Ama içi boş bir umuda inanan insanın varabileceği hiçbir yer yoktur.

“Ama acı çeken kişiye içindeki umutsuzluk zevk verir bazen.”[1]

Kierkegaard için umutsuzluk ölümcül hastalıktır. “Bu hastalıktan ölünmesinden veya bu hastalığın fiziksel ölümle sona ermesinden çok, bu hastalığın işkencesi, can çekişen, ama ölemeden ölümle savaşan kişi gibi ölememektedir, sürekli bir can çekişme hâli içindedir. “Ölümcül hastalık dar anlamda kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan ölüme giden bir hastalık demektir. Ve umutsuzluk budur.” Umutsuzluğun özü yaşamın hiçbir şey olmamasıdır. [2]
Bazen ise umudun kendisi ölümcül hastalık olur. Nietzsche’nin dediği tam da budur:” “Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!” Nietzsche adeta haykırmıştı.”İnsanca, Pek İnsanca adlı kitabında, Pandora’nın kutusu açılıp, Zeus’un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus’un arzusunun, insanların kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.”[3]
Eğer umudun içi boş ise, o umut insanı umutsuzluğun kendisinden daha çabuk ve onulmaz biçimde yaralar. İçi boş ve gerçekçi olmayan bir umut, umutsuzluktan daha tehlikelidir çoğunlukla. İnsanın kendi kendisini kandırması sonucu boş ve gerçekliğe aykırı bir umut da oluşabilir. Çünkü umutsuzluğa sahip olan insan, yeniden umuda sahip olabilir. Ama içi boş bir umuda inanan insanın varabileceği hiçbir yer yoktur.
Gerçekçi olmak, umutsuz olmak anlamına da gelmez. Gerçeği olduğu gibi çıplak görmek, yeniden umuda giden yola ulaşmak için kaçınılmaz bir yöntemdir. Çünkü eğer gerçeklikten kaçarak, sahte bir umudun peşinden giderseniz, yıkılmanız kaçınılmaz olacaktır.
Beck Umutsuzluk Ölçeği
“Beck Umutsuzluk Ölçeği”, Beck ve arkadaşları (1974) tarafından geliştirilen ve gelecek hakkındaki olumsuz beklentilerin ölçüsünü değerlendiren, doğru/yanlış olarak yanıtlanan, 20 maddeden oluşur.  Elde edilen puanın yüksek olması umutsuzluğun yüksek olduğunu gösterir. Bu sorular evet veya hayır olarak yanıtlanır. Ve sorular şunlardır:

  1. Geleceğe umut ve coşku ile bakıyorum.
  2. Kendim ile ilgili şeyleri düzeltemediğime göre çabalamayı bıraksam iyi olur.
  3. İşler kötüye giderken bile her şeyin hep böyle kalmayacağını bilmek beni rahatlatıyor.
  4. Gelecek on yıl içinde hayatımın nasıl olacağını hayal bile edemiyorum.
  5. Yapmayı en çok istediğim şeyleri gerçekleştirmek için yeterli zamanım var.
  6. Benim için çok önemli konularda ileride başarılı olacağımı umuyorum.
  7. Geleceğimi karanlık görüyorum.
  8. Dünya nimetlerinden sıradan bir insandan daha çok yararlanacağımı umuyorum.
  9. İyi fırsatlar yakalayamıyorum. Gelecekte yakalayacağıma inanmam için de hiçbir neden yok.
  10. Geçmiş deneyimlerim beni geleceğe iyi hazırladı.
  11. Gelecek benim için hoş şeylerden çok tatsızlıklarla dolu görünüyor.
  12. Gerçekten özlediğim şeylere kavuşabileceğimi ummuyorum.
  13. Geleceğe baktığımda şimdikine oranla daha mutlu olacağımı umuyorum.
  14. İşler bir türlü benim istediğim gibi gitmiyor.
  15. Geleceğe büyük inancım var.
  16. Arzu ettiğim şeyleri elde edemediğime göre, bir şeyler istemek aptallık olur.
  17. Gelecekte gerçek doyuma ulaşmam olanaksız gibi.
  18. Gelecek bana bulanık ve belirsiz görünüyor.
  19. Kötü günlerden çok iyi günler bekliyorum.
  20. İstediğim her şeyi elde etmek için çaba göstermenin gerçekten yararı yok, nasıl olsa onu elde edemeyeceğim.

Gerçekçi bir şekilde bu sorulara vereceğiniz yanıt, aşağı yukarı sizin umutlu olup olmadığınızı ortaya koyar. Tabi bu göstergede sorulan soruların hepsi yeterli değil. Ama bu ölçek, sizin hayata teslim olup olmadığınızı da ölçüyor bence. Ama umutsuzluk, bir teslimiyet değildir bence hayata. Umutsuzluğun türüne göre de değişir bu.

“Umut yalnızca umut… Bizi sakinleştiren,

körleştiren ve bize iyilikten

çok kötülük getiren bu yalancı umut.”
Justine – Erdemin Felaketleri-Marquis De Sade

Umutsuzluk yaşamın bir şey olmaması ise, o zaman umutsuzluk bir durma noktasıdır belki; ama nerede durduğunu bilmeden bireyin durmuş olması, bireyin öz varlığının stop etmesidir. Tıpkı bir arabanın motorunun bir anda durması gibidir bu. Yeniden ateş alıp çalışabilir motor. Ama bir süre geçecektir bunun için.
“Batı” toplumlarında umutsuzluk, depresyon ve melankoli ile ilişkilendirilir. Ve tedavi de anti depresyon ilaçları ile yapılmaya çalışılır. Oysa umutsuzluğu, yalnızlığı ve yabancılaşmayı yaratan kapitalist sistemin kendisidir. Hastalığı yaratan etken, hastalığa ilaç olamaz. Kapitalist sistem içerisinde yaşamak, sürekli bir umutsuzluğa, yabancılaşmaya ve yalnızlığa mahkum olmak demektir. Öyleyse umutsuzluğu yaratan en büyük etkenin sistemin kendisi olduğunu saptamamız gerekiyor her şeyden önce. Ve böylesi keskin ve derin bir umutsuzluk anti depresan ilaçları ile tedavi edilemeyecek kadar ilerlemiştir. Sistem önce insanları hasta eder, sonra onları iyileştirecek ilaçları onlara satar. Bu kısır döngü böylece devam eder.
“Ama bugün boğazımı sıkıştıran dehşet o kadar soylu anlamları olan cinsten değil ve içimi daha çok kemiriyor. Düşünmeyi bile istememe isteği, hiçbir şey olmamış olma isteği, bedenin [ve] ruhun tüm hücrelerinin bilinçli umutsuzluğu var bunun altında. İnsan kendini, sınırsız bir hücrenin içine kapatılmış bulduğunda ansızın bastıran duygu. Nereye kaçılabilir, hücre başlı başına her şey iken?”[4]
Umutsuzluk aslında insanın içinde bulunduğu psikolojik koşullar kadar, fiziksel koşullara da bağlıdır. Örneğin Dostoyevski yoksulluğu anlatırken, şöyle der:
“Anlıyor musunuz, anlıyor musunuz sayın bayım bir insanın artık gidebileceği hiçbir yerinin olmaması ne demektir, anlıyor musunuz? Çünkü her insanın gidebileceği hiç değilse bir yerin olması gerekmez mi?” [5]
Kendimizi bazen kendimizde, çevremize ve dünyaya yararsız hissederiz. Bu da bize bir umutsuzluk duygusu verir. Keskin ve yakıcı bir umutsuzluk içinde kendimizi beş para etmez bir nesne bir şey olarak görür, kahroluruz.
“… kendimi birden, kurusun diye pencerelere asılan, sonra orada unutulup yavaş yavaş buruşan, sonunda da asıldığı yeri kirleten yaş bir toz bezi gibi hissettim.”[6]
Kapitalizm de toplumun büyük çoğunluğuna deşresyon, anksiyete ve birçok hastalık ile birlikte yoğun bir umutsuzluk duygusunu verir.
Bazen ise anımsaması bile acı veren bir anımızı hatırlarız ve  ve bu bir abreaksiyona   neden olur; yeniden umutsuzluğa savruluruz. Bu umutsuzluk, kökleri geçmişe dayanan ama bugünümüzü de kapsayan bir duygudur.
Umutsuzluk, bazen devrimci ve dönüştürücüdür. Çünkü umutsuz insan, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insandır. Devrimleri yapanlar, umutsuz, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan kitleler olmuştur. Çünkü insanlar, önce umutsuzluğun dibine vurmuşlar, oaradan tekrar yukarıya çıkmışlardır bu kesici umutsuzlukla.  Ama umutsuz insan, bazen artık kendi öz bedeni dahil hiçbir şeye sahip olmayan insandır.
Boş bir umuda sahip olmak, umutlu olunduğu anlamına gelmez. Ama bir ütopyaya sahip olmak bile, umutlu olmak anlamına gelebilir. İçi boş umutlarla değil, gerçeklikten dişe diş koparacağımız umutlarla yaşamak gerekir.
Yaşamak, diyalektik bir süreçtir, gün gelir umut umutsuzluğu, umutsuzluk ise umudu besleyebilir. Ve insan yaşamı bu boyunca bu iki duygu arasında bir sarkaç gibi gidip gelecektir. Burada bence en önemli etken, bu sarkacın gerçekliğe dokunabilir olmasıdır. Yoksa sanal bir sarkaca ve sanal bir umuda dönüşür.
Belki de umutsuzluğu dibine kadar yaşayıp, yeni ve taze umutlar kazanmamız gerekiyor. Kim bilir…
Dünyayı umutsuzlar, sistemden umudunu kesenler değiştirir. Bana boş bir umut yerine, umutsuzluğun zehrini verin, verin de onu son yudumuna kadar içeyim. Gerçek değişim ve devrimci dönüşüm işte orada yatar.
Erol Anar
Dipnotlar
[1] Dostoyevski: Karamazov Kardeşler, İletişim Yayınları,  1. Baskı: 2001, İstanbul, s. 93.
[2] Soren Kierkegaard: “Ölümcül Hastalık Umutsuzluk”, Doǧubatı Yayınları, Ankara, 1973, s. 6.
[3] Irvin D. Yalom: “Nietzsche Aǧladıǧında”, Ayrıntı Yayınları, Çeviren: Aysun Babacan, 80. Basım, İlk Baskı yılı: 2000, s.90.
[4] Fernando Pessoa: “Huzursuzluǧun Kitabı”, Can Yayınları, Çeviri: Saadet Özen, 10. Basım: Aralık 2013, İstanbul, s. 52.
[5] Dostoyevski: “Suç ve Ceza”, İletişim Yayınları,  4. Baskı: Temmuz 2017, İstanbul, s. 55.
[6] Huzursuzluǧun Kitabı, s. 38.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!