Akşam balkondaydım yine geceye yıldızlara bakıyordum. Ilık bir yaz akşamıydı, denizden bu yana bir yel esiyordu. Lütfü’yü aradım. “Ne yapıyorsun gözüm?” dedim. ‘İyi senden ne
Tag: Edebiyat
Akdeniz Anıları (27)
“Aslında dedim Kaptan, bu mücadeleyi hiçbir köpek kazanmayacak şu şartlarda. Bu mücadele sürüp gidecek, ta ki bir gün özgür toplum kuruluncaya dek. O zaman bile ‘iyilik’ ve ‘kötülük’ tam olarak ortadan kalkmayacak.” diye düşünüyorum.”
Akdeniz Anıları (26)
Akşam yine balkona oturdum geceye ve yıldızlara bakıyordum. Yıldızlar gibi, şehrin ışıkları da parlayıp sönüyordu, gecede titreşiyordu ışıklar. Ve ben orada, yedinci katta yapayalnız geceye bakarak müzik dinliyor, bira içiyor ve düşüncelere dalıyordum.
Akdeniz Anıları (25)
Kaptan anlattığım öyküden çok etkilenmişti: “Çok büyük bir yazar ama şu Tolstoy değil mi canım efendim? İnsanlara altına girecekleri iki metre toprak yetmiyor, fazlası için hayatlarını yoktan yere çöpe atıyorlar. Yaşamıyorlar onu gerçekte, hırslarına, tutkularına köle oluyorlar.” dedi.
Akdeniz Anıları (24)
“Sağ ol, ama ben kendimi yol gösterici olarak görmüyorum. Ama bir şey doğru, o da kendi yolumu aradığım. Hala bulamadığım o yol, sonsuza kadar uzanıyor. Suna inanıyorum herkes kendine özgü bu dünyada, insanlar tornadan çıkmış gibi aynı değiller. Dolayısıyla herkesin kendi yolu var. Ama insanların çoğu kendi özgün yollarını aramak, buna çaba göstermektense bir sürünün içine katılıp başkalarının yollarında ilerlemeyi seviyorlar. Böylesi çok daha kolay onlar için. Düşünmemek, çaba ve emek vermemek, sadece itaat etmek.” dedim.
Akdeniz Anıları (23)
“Kaptan ondan kötüsü ne biliyor musun, herkes kendi inandığı tek gerçek olarak görüyor ve diğerinin gerçekliğine saldırıyor. Belki de dünyadaki şiddetin asıl nedeni bu. Ben şuna inanıyorum, karşımdaki insana diyorum ki, neye inanarsan inan, istediğine inanmakta özgürsün; ama o inandığın düşünceyi, inancı bana ya da başkasına zorla dayatma. İşte özgür toplumun temeli bence bu.”
Akdeniz Anıları (20)
“Bana Ahmet Kaptan derler. Eskiden bir küçük balıkçı teknem vardı. Oradan kaldı bu lakap. Sonra yaşlanınca tekneyi satıp burayı aldım, yıllar oldu. İşte burada yaşayıp gidiyoruz. Bak sen roman yazıyormuşsun, bende ne romanlar, ne acılar yazılmamış. Ben de keşke senin gibi yazmayı bilseydim, çok romanlar çıkardı benden. Hem de hepsi yaşanmış gerçek hikâyelerden. Ne insanlar tanıdım.”
Akdeniz Anıları (19)
Ertesi gün hotelin plaja yakın tarafında bir açık hava barı olduğunu keşfettim. Havuz başındaki bar yerine buraya oturmaya başladım. Daha sakindi, diğer hotelde olduğu gibi. Bir garson vardı. 25 yaşlarında bıyıklı, kıvırcık saçlı ve yeşil gözlü bir gençti. Onunla biraz sohbet ettikten sora yazmaya başladım. Bana müziğin beni rahatsız edip etmeyeceğini sordu.
Akdeniz Anıları (18)
Ertesi gece yine terasta akşam yemeğindeydim. “Abi patronun sadece bu kadınla değil, hotel personelinden bazı kadınlarla ilişkisi de var.” dedi Garson Ali. Yine patronun gevrek
Akdeniz Anıları (16)
Gökyüzü açıktı o gece, yıldızlı bir geceydi. Uzaklarda yıldızlar parlayıp sönüyordu. İşte insanlar da bizim için aynen böyleydi. İlişkilerimiz bir anlık yıldızların yanıp sönmesi gibiydi. Işık hızla sönüyor ve herkes yoluna gidiyordu, bir daha hayatının sonuna dek karşılaşmayacağın insanlar büyük olasılıkla. Senden bir parçayı da götürüyorlardı. Tanıdığımız herkeste bir parçamız kalıyordu.