Dostoyevski ve ‘Yaşanmadan Anlaşılamayacak Bazı Şeyler’

Bu kitabı çok severim ben. Tolstoy, Puşkin’le kıyaslamış Dostoyevski’yi. Bu aslında ona iltifattır. Çünkü Puşkin, Rus edebiyatının peygamberi olarak görülür Ruslar tarafından. Ama dünya edebiyatına gelince Puşkin, Ne Dostoyevski’nin, ne de Tolstoy’un yanına yaklaşabilmiştir dünya edebiyatında. Dostoyveski’nin ise Tolstoy ve Turgenyev gibi Rus edebiyatının duayenlerine bir üstünlüğü vardır, o da bizzat mahkûm olarak Sibirya’ya giderek toplumun alt kesiminden insanlarla yıllarca birlikte yaşaması ve onları gözlemlemesidir. Bu bir yazar için, altın değerinde bir fırsattır bence.
Zaten Dostoyevski de bunun farkındadır, şöyle seslenir aslında diğer yazarlara: “Bazı şeyleri yaşamadan anlayamazsınız, üzerinde yorum yapamazsınız”.

Devamını okuyunuz...

Dostoyevski’nin Demli Çayı

Dostoyevski romanlarındaki fikirleri dış dünyanın bir yansıması olarak değil, iç dünyanın yansıması olarak ele almıştır bence. Bunu roman kahramanlarının iç dünyalarının açığa çıkmasında görebiliriz. Aslında onlar tam ve keskin çizgilerle çizilmiş figürler de değillerdir. Tıpkı Platon’un mağarasında duvara yansıyan gölgelerdir bir anlamda. Ya da yarı gölge figürlerdir. Onları biz hayalimizde canlandırırız.

Devamını okuyunuz...

Dostoyevski ve Varoluşumuzun Acısı

Dostoyevski romanlarında iyilik bu derece belirgin değildir. Raskolnikov bazen “iyidir”, bazen ise cinayet işleyecek kadar “kötü.”

Dostoyevski de yoksulların hikâyesini anlatır genelde. Ama başka bir gözle. O dışarıda değil evin içindedir. Ürkek adımlarıyla bizi evden dışarıya çıkarmaz evin içinde gezdirir. Karanlık köşeleri aydınlatır. Bu ev, kendi iç dünyamızın evidir.

Devamını okuyunuz...

Her şey Doğadaydı, Sırtını Döndüğün Yerde…

Ama bunu öğrendiğinde çok geçtir insan için belki de. Doğa yasalarıyla uyumsuz olan insanlık, giderek kendini insan yapan özelliklerinden de uzaklaşmakta, kendini olduğu gibi doğayı ve her şeyi bozmaktadır. Hırsla, büyük bir tatminsizlikle, saldırdığı doğayı tahrip ettiğinden kazandığı tek şeyin yabancılaşma, huzursuzluk, tatminsizlik olduğunu da bir gün anlayacaktır. Ama o gün çok geç olacaktır. Bu da işte yine doğa ile uyum içinde yaşayan ama soykırıma uğrayan Kuzay Amerika Yerlilerin dediği şeydir tam olarak:
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

Devamını okuyunuz...

İnsan Boğuluyor Her şeyde ve Kendinde…

Bizi en çok hayal kırıklığına uğratanlar insanlardır genellikle. Belki  biz de bazı durumlarda başakalarını hayal kırıklığına uğratmışızdır. Ancak Dostoyevski’nin o dönem için dediği, “Sevebileceğim bir insan verin bana! ” sözü, günümüzde ve belki de yakın gelecekte şuna dönüşebilir: “bir insan gösterin bana.” Artık sevemeyeceğim bile bir insan göremeyebilirim çevremde. İnsanlar o kadar yabancılaşmışlardır ki sistemin içinde, insanı ilişkiler birer metaya, birer şey’e dönüşerek anlamını yitirmiş, içi boşalmıştır.

Devamını okuyunuz...

Sana Mektuplar: İnsanı Öldüren İşte Bu Ukalalığıdır

İki tür yazar var bence: Geçmişte okuyup da değerli bulduğumuz ve yıllar geçtikçe şarap gibi daha da değerli hale gelenler ile önceden değerli bulduğumuz ama şimdi bize hiçbir şey ifade etmeyen yazarlar.

Bazı yazarların yapıtlarını yeniden okuduğumuzda sığ buluruz ve ‘ben bunu nasıl sevmişim’ diye sorarız kendimize. Bazı kitaplarda ise daha önce keşfetmediğimiz hazineler keşfederiz, görmediklerimizi görürüz. Bu tür kitapları her okuduğumuzda yeni şeyler görürüz. Örneğin benim için bir örnek vvermek gerekirse daflarca okuduğum kitaplar vardır hayatımın çeşitli dönemlerinde ve bu kitaplarda her saferinde yeni şeyler keşfetmişimdir kendi açımdan.

Devamını okuyunuz...

Bir Yazının Sosyolojisi: Beni Bir Kişi Anladı, O da Yanlış Anladı

“Dostoyevski Nedir?” başlıklı yazımda Dostoyevski’den hiçbir alıntı yok. Bu yazımı, “Dostoyevski Nedir?” başlıklı bir televizyon kanalının yaptığı araştırma sonuçlarını yorumlayarak yazdım. Yazımın sonunda da bu videoya yer verdim.

Yazıyı ben yazdım, altında da imzam var. Ama insanların büyük bölümü yazının başlığında Dostoyevski ismi geçiyor diye ve fotoğrafı olduğu için yazıyı Dostoyevski yazdı sanıyorlar. Oysa yazıyı okuyup anlamaya çalışsalar, yazıda Dostoyevski’den hiçbir alıntı yok. Dostoyevski bu yazıyı yazamazdı, çünkü yazıda içinde yaşadığımız çağ ile ilgili olgular var. Ayrıca Dostoyevski neden, “Dostoyevski Nedir?” diye bir yazı yazsın?

Devamını okuyunuz...

Tarihe ve Aşka Dair Düşler (IX)

Sonra yüreği yaralı Felix’in Madame de Mortsauf’a yazdığı mektuplar gibi, sana bir yığın mektup yazmayı ve aşkımı anlatmayı isterdim. “Vadideki Zambak” adını verdiğim sana, platonik aşkımı bir acı çiçegi gibi sunar ve karşılık beklemeden seni sevmeyi dilerdim. Sonra acılar içinde ölen, zambaktan ve ölümcül güzellikteki vadiden uzaklaşır ve anlamsız hayatımı boş işlere adardım.

Devamını okuyunuz...

Tarihe ve Aşka Dair Düşler (V)

Sonra bir tüy kadar kadar hafif vücudumu yüzlerce metre yukarıdan, asla şaşmaz bir incelikle hesapladığım yedinci dalgaya bırakmayı isterdim; tıpkı “Kelebek” gibi. Vücudum havada süzülerek aşağıya dalgalara doğru yaklaştıkça özgürlüğe ve sana giderek daha da yaklaşmış olduğumu bilerek hiç olmadığım kadar mutlu olmayı isterdim… 

Devamını okuyunuz...

Tarihe ve Aşka Dair Düşler (IV)

Dostoyevski’nin “Kumarbaz” romanının kahramanı gibi, kazanacağımdan mutlak şekilde emin olarak cebimdeki son parayla kumar oynayıp gerçekten de hatırı sayılır bir miktar kazanmayı ve kazandığım tüm parayı zerre kadar değer vermeden, paraya şiddetle ihtiyacı olan sevdiğim, ama ne yazık ki beni sevmeyen kadının ayakları dibine atabilmeyi ve hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp odadan çıkmayı isterdim.

Devamını okuyunuz...

erol anar
error: Content is protected !!